Gelecek Partisi Kurucusu, Ulaştırma ve Altyapı Politikaları İzleme Kurulu Başkanı Mustafa Öztürk ; ‘’Ekonomi can çekişiyor”

Ümmügülsüm KUL/ÖZEL HABER

Haber Giriş Tarihi:
Haber Güncellenme Tarihi:
https://www.yenimarmaragazetesi.com/

On TV ekranlarında yayınlanan ve Gazeteci/Yazar Saye Yılmaz’ın sunduğu Türkiye Gündemi programına Gelecek Partisi Kurucusu, Ulaştırma ve Altyapı Politikaları İzleme Kurulu Başkanı Mustafa Öztürk, Siyaset Bilimci Ceyhun Targın, Gazeteci Erdal Erek, Hukukçu Mehmet Ener, Gazeteci Hacı Dalgıç, Gazeteci Orhan Efe konuk oldu. Programda Gelecek Partisi’nin politikaları hakkında konuşuldu. Mustafa Öztürk önemli açıklamalarda bulundu.

Mustafa Öztürk Gelecek Partisi hakkında ‘’2019 Ekim ayında sayın Genel Başkanımız Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu partiye ilkelerimiz, değerlerimiz örtüştüğü için, Türkiye’ye de yeni bir soluk olsun diye destek olduk. Aslında siyasete çok girme niyetim de yoktu fakat ihtiyaç olduğuna inandığım için yani bizler taşın altına elimizi koymamız gerekiyordu. Partiyi kurduk, şu anda Ulaştırma ve Altyapı Politikaları İzleme Kurulu Başkanı olarak görev yapıyoruz. Amacımız bütün Türkiye’de örgütlenip, halkımıza daha fazla ulaşıp, Türkiye’nin gerçeklerini, doğrularını, ilkelerimizi, değerlerimizi, çözüm önerilerimizi halkımıza aktaracağız. Siyaset ayrıştıran, kutuplaştıran bir dil olmaktan ziyade projelerin konuştuğu, bu ülkeye hizmet edeceğimiz bir araç olarak görülmelidir. Eğer Türkiye bu gerilim siyasetinden kurtulursa güzel şeyler yapacak. Çünkü güçlü bir nüfusu var, ciddi bir genç nüfusu var, bunları değerlendirmemiz lazım. Benim Ak Parti’den ayrılma gerekçelerimde üç tane temel şey saydım: İlke ve değerlerinden uzaklaştı Ak Parti. Biz adalete inanıyorduk. Çünkü adaletsizlikten çok çektik yıllardır. Hep özgürlüklerimiz kısıtlandı. Hayatımız boyunca bu mücadeleyi verdik. Dolayısıyla bu ilkeler bizim olmazsa olmazımız ve bunların yok olduğunu gördük. Kuruluş felsefesinden uzaklaştı Ak Parti. Eğer siz bu değerlerden uzaklaşıyorsanız, artık ülke meselesinden, millet meselesinden çıkıp bir parti ve onun da özelinde bir çıkar meselesine dönüyorsa benim orada bulunmamın anlamı yok. İstişare, ortak akıl, baktık ki orada da bu yok. İstişarenin olmadığı yerde hata çok olur. Özeleştiri yapmazsa bir kişi, bir grup, bir parti, bir hükümet, doğruları göremez. Yanlışları düzeltemez. Hatta eleştiriye ihtiyaç var. Hakaret etmeden, kimseye saygısızlık etmeden eleştireceğiz. İnanmadığımız şeyi söylemeyeceğiz. Biz üretmek için geldik, faydalı olmaya geldik, mücadelesini verdiğimiz değerlerin kurumsallaşması için geldik. Ben bunları söylemişim, sen şimdi bana ters bakarsan, beni farklı sıfatlarla itham edersen orada bulunmanın anlamı yok ki. Biz kişisel siyaset yapmıyoruz, yapmamamız lazım. Sayın Genel Başkanımız Ahmet Davutoğlu da bu yanlışların hepsini söyledi. Yolsuzluklar oluyor, rant yasası çıkaralım dedi, siyasi ahlak yasası çıkaralım dedi, şeffaflık yasası çıkaralım dedi. Bir hükümetin, bir şirketin, bir derneğin veya bir kuruluşun en önemli özelliği şeffaf olmaktır, hesap verilebilir olmaktır. Hesap vermekten neden kaçıyoruz ki? Yanlış bir şey yapmadıysak neden kaçalım? Şeffaf olalım. Bunları söyledi. Çıktığı zaman kendisine sen ilçe başkanı bulamazsın dendi. Sayın Genel Başkanımız Ahmet Davutoğlu partili cumhurbaşkanlığı meselesine karşı çıktı. Ben o zaman oy verdim. Ben istiyordum ki tam başkanlık sistemine bir geçiş olacak. Yani yasama, yürütme, yargının bağımsız olduğu, her birinin görevlerini yaptığı, seçim yasası değişecek, bölge sistemi gelecek diye düşünüyorduk. Söz verdiler ama bu sözleri yerine getirmediler. Bugünkü garabet bir sistem, kişiye özel bir sistem ortaya çıktı. Birçok yanlış söylendi, parti içinde mücadele edemedik, derdimizi anlatamadık, karşılık bulmadı. O zaman yanlışların içinde bulunmaktansa ayrıldık. Bir de ayrılmamın en önemli sebeplerinden bir tanesi de Türkiye iyi yönetilmiyor. Millete karşı bir borcumuz var, biz taşın altına elimizi koymazsak, doğruyu göstermezsek vebalde oluruz. Bütün çıkış amacımız bu. Sayın Genel Başkanımız Ahmet Davutoğlu’nun Ak Parti’den ayrıldığı dönemi düşünelim: Terör konusunda ciddi operasyonlar yapılmış, sıkıntı var, ekonomik sıkıntı olabilir, değerler iyi ama her an gidebilir. Genel başkanın üç tane yolu vardı: bir tanesi her şeye evet diyecekti. Bu bir kere edilgen bir yapı, sayın genel başkanın tavrına aykırıydı, bunu yapmadı, yapamazdı. İkinci yol olarak çıkardı, bir liste de çıkarırdı, mücadele ederdi ama o günkü şartlarda Türkiye zarar görürdü. Sayın genel başkan Türkiye menfaatleri için sustu ve ayrılmayı tercih etti. Belki dokuz köyden kovulacağız ama hakkı savunan, hakikati savunan, iyiliği emreden bir zümre olacak. Bu millet bunu anlar, yaşantıyı görüyor, yapılanları görüyor, aldıkları oy oranlarını görüyor, çıkarılmak istenen yasaları görüyor, bu millet karar veriyor. Bugün tüm gücü elinde tutmasına rağmen iktidar partisinin ve ortaklarını oy kaybetmesini bu değerlerden uzaklaşmaya bağlıyorsunuz. Artık onlar milleti unuttu. Onlar Everest tepesinden bakıyorlar. Oradan bakınca halk karınca gibi görünüyor, belki de gözükmüyor. Gözükmeyince onun derdiyle, problemiyle ilgilenmiyor. Siyasinin bir ahlakı olması lazım, dürüst olmamız lazım, şeffaf olmamız lazım, kişisel çıkarlarımızı öncelememiz lazım, bizim önceliğimiz kamu menfaatidir, kul hakkıdır. Yönetimsel ortak değerler adalettir, liyakattır, hukukun üstünlüğüdür, ifade ve inanç özgürlüğüdür, eşit vatandaşlıktır. Siz bunu sağlarsanız ortak paydada buluşursunuz. Biz bunların mücadelesini veriyoruz. O yüzden Gelecek Partisi’nin kurucuları içinde hem coğrafi anlamda Türkiye’nin her tarafından arkadaşlarımız var, hem siyasi yelpazenin her tarafını temsilen arkadaşlarımız var hem azınlıkta arkadaşlar var. Biz bu ortak değerlerde buluştuk. Neden birbirimize baskı yapalım? Yapmayalım, herkes fikirlerini söylesin.’’ dedi.

Türk Telekom

Mustafa Öztürk Türk Telekom meselesi hakkında ‘’Benim ciddi bir Türk Telekom altyapım var. 23 yıl her kademesinde çalıştım. Çok emeğimin olduğunu düşünüyorum. Grev döneminde mesela Bursa üs seçilmişti. Müthiş bir mücadele verdik Türkiye’nin ekonomisi yara almasın diye. 2005’ten beri Türk Telekom’u alan yabancı şirket yatırım yapmadı. Sayın Cumhurbaşkanımız Başbakan iken rapor verdim. Bu raporda birçok yatırım yapılmadığı, müşteri memnuniyetsizliği, çalışan memnuniyetsizliği, sunucuların dışarıda olması, orada şunu söylüyorum: Türk Telekom borçlandırılıyor, içi boşaltılıyor, korkarım ki önümüzdeki dönemde borçlu bir şirket devralacağız. Öyle olmadı mı? Lübnanlı Hariri ailesi Oger Telecom 4.75 milyar doları hisselerini ödemeden bırakıp gitti. Bu ülkenin parası bu. Yatırım yapılmadı. Şehir içinde bir sene, iki sene telefon veya internet bekleyen müşteriler var şu anda. 4.75 milyar doların parasını bizden çıkarıyorlar, milletin cebinden alıyorlar. Sonraki bakanlara söyledik, aynı raporu verdik, yatırım yapılmıyor dedik. 2005’ten beri bırakın Türk Telekom’u bütün varlıkları sattılar. Arsaları, binaları, yer altındaki bakır kabloları bile sattılar.  Türk Telekom benim çok üzüldüğüm bir konudur. Uyarılarımıza, raporlarımıza rağmen bunları dinlemediler. Türkiye kaybetti, Türkiye’nin paraları dışarıya gitti. Engellemeyenler bir gün mutlaka hesap verecekler. Pandemine ulaştırma altyapısının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Maalesef internet altyapısı olmadığı için o programları takip edemeyen binlerce, on binlerce, yüz binlerce öğrencimiz var. İnternet parası pahalı geldiği için internet alamayan vatandaşlarımız, öğrencilerimiz var. Dolayısıyla Türk Telekom ve diğer operatörlerle birlikte Türkiye’nin internet altyapısını geliştirmedi. Türkiye şu anda internet hızında bir rapora göre 102, diğer bir rapora göre 106. sırada.’’ ifadelerini kullandı.

Türkiye’de Denizcilik Politikaları

Mustafa Öztürk ‘’Ülkemiz üç yanı denizlerle çevrili bir yarımada biliyorsunuz. Bu coğrafi konum denizcilik taşımacılığı anlamında ülkemiz için ciddi bir stratejik avantaj sağlıyor. Denizcilikte entegre denizcilik politikası hayata geçirilecek. Deniz emniyeti, deniz ticareti, deniz çevre koruma, deniz turizmi gibi sektöre dair temel ilkeler belirlenip uygulama birliği sağlanacak. Bu konuda çok farklı kurumlar var, çok farklı uygulamalar var, çok dağınık gerçekten. Bunları birleştirmek ve tek bir elden yönetmek çok büyük kolaylık sağlayacak ve gelişme gösterecek şeyler. Limanlarımızda muhtelif kurumlar tarafından verilen gümrük polisi, turizm, kılavuzluk gibi hizmetlerin tek elden yönetilmesi için liman otoritesini kuracağız. Liman ve tüm kıyı tesislerinin bütüncül yaklaşımla yönetilmesi için kıyı politikaları belgesi oluşturuyoruz. Kıyı master planları hazırlayacağız ve buna uyacağız. Şimdi sözde kıyı master politikaları var fakat hiç uygulanmıyor. Denizcilikte otomasyon oranını yükseltecek verimliliği artıracağız. Yük taşımacılığında  lokal dağıtım üsleri kurulacak, deniz taşımacılığının oranını artıracağız. Deniz taşımacılığında nitelikli insan yetiştirme projeleri uygulamaya geçireceğiz. Bunun gibi birçok projemiz var. Türkiye bu deniz ulaşımını yeterince kullanamıyor. Dolayısıyla bizim diğer konularda olduğu gibi denizcilikle ilgili de çok ciddi önerilerimiz var.’’ şeklinde konuştu.

Kanal İstanbul

Mustafa Öztürk ‘’Partiyi kurduk, ilk basına açık toplantımız Kanal İstanbul üzerinden yapıldı. Kanal İstanbul’u uzmanlarla tartıştık. Bürokrasiden gelip müsteşarlık yapıp daha sonra ulaştırma ve altyapı bakanlığı yapan Feridun beyin başkanlığında bir komisyon kuruldu ve uzmanlarla çalıştık. Türkiye’de uzmanlarla çalışan ve o dönemde en kapsamlı program oldu. Bu raporu kamuoyu ile paylaştık. Biz Kanal İstanbul’a karşıyız. Ben de Kanal İstanbul’u daha önce sadece Montrö Antlaşması’na bağlı olarak biliyordum ama sayın Cumhurbaşkanımız dahi bunun Montrö ile alakalı olmadığını zaten söyledi. Dolayısıyla bütün ekolojik dengelere baktığınız zaman, yeraltı sularına baktığınız zaman, Marmara ve Karadeniz’in su akıntılarına baktığınız zaman, ulaşım sorunlarına, yeraltı sorunlarına, güvenlik sorununa baktığınız zaman, ekonomi tarafına baktığınız zaman Kanal İstanbul’un hiçbir tutarlı tarafı yok. O bölgenin belki ekolojik durumunu değiştirecek belki Marmara Denizi bir ölü göl ve koku yayan bir deniz haline dönecek. Dolayısıyla bunun kamuoyunda uzmanlar tarafından tartışılmadan, çok iyi irdelenmeden hemen olsun mantığı ile hareket edilmesini doğru bir strateji olarak görmüyoruz. Türkiye bugün borç yükü altında, yakın zamanda ödemesi gereken 200 milyar dolar var, para bulmakta zorlanıyor, siz bir de gidiyorsunuz Kanal İstanbul gibi 100 milyar liranın üzerine çıkacak ve getirisi olmayan bir projeye imza atacaksınız. Bunu hangi akılla izah edecekler onu bilemiyorum. Ülkenin ihtiyaçları göz önüne alındığında projenin önceliği ve neden ihtiyaç hissedildiği, ülkemize katkısının ne olacağı, projenin hazırlanma safhalarının bilimselliği ve nesnelliği… Feridun bey diyor ki Ulaştırma Bakanı olduğu dönemde göreve geldim hiçbir proje yok, hiç kimse çalışmamış, depreme karşı durum ne, yeraltı sularına karşı durum ne, ekolojik dengeleri bozacak mı, şu kadar tarım alanı yok edilecek, bunlarla ilgili durum ne, nüfus yoğunluğunu artıracaksınız, bina yapacaksınız, bunların ulaşımı nasıl olacak, bütün bunlarla ilgili hiçbir çalışma yapılmamış. 2011’de gündeme gelen bu proje geçen seneye kadar unutulmuştu. Ne olduysa birden gündeme geldi. Kaldı ki Montrö Antlaşması Türkiye’ye boğazlar üzerinde yetki veriyor. Türkiye orada istediği gibi kontrol mekanizmaları oluşturabiliyor. Finansmanı nasıl temin edecek, nasıl geri dönecek bunlar belli değil. İstanbul başta deprem olmak üzere çeşitli afetlere maruz kalabilme meselesi nasıl çözülecek?  Kaldı ki burası bir Süveyş Kanalı gibi değil. Süveyş Kanalı yolu kısaltıyor, ekonomik durumu var. Boğazlar zaten kısa, siz onu 45 kilometreye çıkarıyorsunuz. Boğazdaki tanker trafiği her geçen gün azalıyor. Dolayısıyla sürekli gelir de azalıyor. Bunlara baktığımız zaman ekonomik olarak da bunun doğru olmadığını düşünüyoruz. Bu projenin doğru olmadığını, Türkiye’nin reel gerçeklerine aykırı olduğunu, Türkiye’nin kaynaklarının kötü kullanılacağına inandığımız için bu projenin olmaması gerektiğine inanıyoruz.’’ dedi.

‘’Ak Parti, MHPlileşti’’

Mustafa Öztürk Kürt sorunu hakkında ‘’Gelecek Partisi olarak en hızlı teşkilatlanmayı Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu’da yaptık. Sayın Genel Başkanımız Ahmet Davutoğlu’na karşı o bölgede ciddi bir sevgi var. Biz dillerimizin zenginliğinden mutlu oluruz, bu ülkemizin zenginliğidir. Çok şükür ülkemizde değişik yörelerden, değişik etnik yapılardan vatandaşlar var. Bir sorun yok demekle yok olmuyor. Eğer bölge halkı bir sorun var diyorsa o sorunu tespit edip üzerine gitmeniz lazım. Ak Parti’nin ilk döneminde özgürlüklerle, yargı reformları, demokratikleşmeyle ilgili bazı adımlar atıldı. Üzülerek söylüyorum o dönemde özgürlükçü yapı, o zihniyet gitti, özellikle bu partili cumhurbaşkanlığı referandumundan sonra MHP ile ittifakla birlikte değişen bir noktaya gitti. Terör hepimizin ortak paydası. Yani terör hepimizin tedbir alması gereken bir mesele. Teröre müsamaha gösteremeyiz ama teröre müsamaha gösteremezken oradaki vatandaşlarımızın da özgürlüklerine müdahale edemeyiz. Güvenlik ile özgürlük arasında bir denge vardır. Biz bunu kurmak mecburiyetindeyiz. Nitekim MHP’nin zihniyeti Ak Parti’ye egemen oldu. Daha önce Şeyh Edebali’nin dediği gibi ‘milleti yaşat ki devlet yaşasın’ sözü tam tersine döndü, elit, üstüncü devlet anlayışı oldu. Devlet var olsun da millet yok olursa olsun mantığına döndü. Biz buna karşıyız. Ak Parti MHP’lileşti. Dolayısıyla maalesef ondan sonra politikalar değişti. İktidarı koruma refleksleri bu özgürlükçü yapıdan vazgeçti. Biz tam demokrasiden yanayız. İnanç, fikir özgürlüğünden yanayız. Adaletten yanayız. Hukukun üstünlüğünden yanayız. Eşit vatandaşlıktan yanayız. Dolayısıyla bunları sağladığınızda ben ne o bölgede ne de Türkiye’nin başka yerlerinde bir sorun olacağını düşünmüyorum. Bizim için öncelikli sorunlardır bunlar. Özgürlüklerden taviz vermeyeceğiz. Çözüm sürecinde maalesef halkla o teröristleri ayırt edemedik. Teröristler şiddeti yaygınlaştırdı ve bölgeye hakim kıldı. Hendek kazdılar, vergi adı altında haraç topladılar, mahkeme kurdular. Biz bunlara müdahale etmek zorundaydık, seçim olsun vs. dediler ama benim görüşüm şu: hukuktan hiçbir zaman taviz vermeyeceksiniz. Dolayısıyla yöre halkının problemlerini gerçekten biliyoruz. Bizim ilk tartıştığımız konulardan bir tanesi bu oldu. Bununla ilgili raporlarımızı, çalışmalarımızı çok açık bir şekilde kamuoyuna deklare ettik.’’ ifadelerini kullandı.

‘’Türk Lirası döviz karşısında yerlerde sürünüyor’’

Mustafa Öztürk Türkiye’nin ekonomi verileri hakkında ‘’Ekim 2020’de enflasyon 11.89, işsizlik 13.4, istihdam seviyesi 45.9, geniş tanımlı işsizlik 34.4 yani iş arayanların haricinde iş aramayanlar var Türkiye’de. Üniversite mezunu işsizlik oranı yüzde 42, üniversitede iş bulanların yüzde 75’i 2000 ile 3000 lira arasında çalışıyor. Bu, büyük çoğunluk asgari ücret ve az üzerinde, kendi mesleklerinin dışında çalışıyor demektir. Üniversite okuyanların yüzde 75 civarı yurt dışına gitmeyi, orada okumayı ve orada kalmayı düşünüyor. Bir kere TÜİK verilerinde rakamlar üzerinde oynandığını halk görüyor. Artık fileler dolmuyor, aş gitmiyor evlere. Borç verme faizleri 15.75. ABD yüzde 1.75, AB ortalaması -0.5, Japonya -0,1, İngiltere 0.75, Kanada 1.75, Çin 4.35, Brezilya 4.50, Rusya 6.25, Meksika 7.25, Güney Afrika 6.5, Arjantin 58, İsviçre -0.75, Polonya 1.5, Çekya 1.75. Dolayısıyla Türkiye dünyada en fazla faizi ödeyen ülke. Türk lirası döviz karşısında yerlerde sürünüyor. Değer kaybı o kadar fazla ki bu Türkiye’nin alım gücünü düşürdü. Enflasyon çift hanelerde, vatandaş iş arıyor, üniversite mezunu iş arıyor, iş bulamıyor, çalışacak fabrika bulamıyor. Neden? Yanlış yatırımlarınız, artık millet size güvenmiyor, siz sanayiye yatırım yapmadınız. Biz sadece inşaat sektörüne ve arsa emsalleri yükseltmesiyle oradan elde edilecek kişilerin ekonomik hareketine baktık. Bu sürdürülebilir değildi. Rakamlar açıklandı, bu rakamlarda büyüme 6.7 gözüküyor ama ithalat artmış, ihracat düşmüş, işsizliğe bir katkısı yok. Nasıl oldu bu? Ne olabilir diye düşündüm. Geçmiş dönemlerde ciddi bir düşme vardı zaten, o düşmenin etkisiyle doğal olarak bir miktar yükselir, devletin projelerinin etkisi var, millete verilen krediler, suni bir büyüme var. Kredi vermişsiniz, borçlandırmışsınız milleti düşük faizle. Pandemi tedbirleri kaldırıldı bunun bir miktar etkisi var. Özel sektörde büyüme yok ki. Zaten millet TÜİK verilerinde, pandemide de yanlış söylediğiniz vaka sayıları, hasta sayıları, ölüm sayıları… Böyle baktığınız zaman ekonomi can çekişiyor. Açlık sınırı 3 bin lira, asgari ücret 2325 lira.  Türkiye’nin yarısı neredeyse açlık sınırında çalışıyor. Türkiye’de ekonomiyi yönetemiyorlar. Türkiye’nin yakın zamanda ödemesi gereken 200 milyar dolara yakın borç var. Ekonomik sıkıntılar ne? Güvensizlik, reformlarda geriye gidiş, süreklilik yok, yüksek faiz, liranın döviz karşısında değer kaybı, yüksek enflasyon, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının döviz rezervi -50 milyar dolara gelmiş. Türkiye kaynaklarını harcamış, bütün fonları harcamışsınız. 6 ay içerisinde Türkiye’nin ödemesi gereken 200 milyar dolara yakın borç var. İsraf devam ediyor, kaynaklar kötü kullanılıyor. Bir de bunun üstüne yolsuzluklar, komisyonculuk var.  Ekonomi can çekişiyor, Türkiye’nin yeni bir yönetime ihtiyacı var.’’ şeklinde konuştu.