Nedeninin pek de anlayamadığım biçimde, bu yıl ki 10 Kasım anmaları çok coşkuluydu ve de Atatürk’e duyulan saygı ve özlemin yanında sanki bir sığınma ihtiyacı vardı bana göre…Yerel seçim sonucu ve bazı anketlere bakarak bunun nedenini burada aramak ne denli doğru onu da bilemedim! Bunu,coşkunun nedeni olarak görmek çok da akla yakın gelmiyor. Toplumun önemli ve duyarlı bir bölümüne, Ulu Önder’e bazı saygısızca davranışlar gösteren ve de onun izlerini halkın kalbinden çıkarmaya çalışanların tutumu karşısında, tam tersi bir sevgi, minnet ve coşkuyu tetiklemiş olabilir mi? . Bunun anketi yapılamayacağı için, önce kendimden başlamak isterim. İlkokula yeni başlamış bir öğrenci olarak ilk kez 1961 yılındaki 10 Kasım anmasına katılmadan önce, annemin telaşını hatırlıyorum. Nedense bu anmada öğrenciler ellerinde KASIMPATI çiçekleri alarak okuldaki anmaya katılırmış. İşte bu gerekçe ile, rahmetli annemin, komşuları, kapı kapı dolaşarak, bana bir demet kasımpatı çiçeği bulmak için sarf ettiği çaba aklıma geldiğinde, bu gün bile gözlerim yaşarıyor. Hele o gün saat dokuzu beş geçe hayatın nasıl durduğunu görmek, hissetmek, insanı yüz yıl öncesine bile götürebiliyordu.Benim söylediğim o ilk anmamı, Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sadece 23 yıl geçtiğinde yaşamıştım. Belki o çaba, o özlem ve saygı acaba bundan mı diye de düşündüm. Ama yıllar geçtikçe, bu anmalar aynı düzeyde sürüp gitti. Ülkenin en yüksek makamındaki cumhurbaşkanları, başbakanlar ve de en üst düzey yetkililer ile toplum, bu saygı, sevgi ve duygularını çok duyarlı biçimde yaşadı. Çünkü, O’nun hakkında, kimse kötü bir söz söyleyemedi, kimse inkarcı olamadı ve anmalar hep bu atmosferde yapıldı. Bu arada annemin bana anlattığı bir anma günü de bu yaşıma kadar aklımdan hiç çıkmadı. Tarih 29 Ekim 1938…Annem henüz 13 yaşında ve aile fertleri ile birlikte misafir oldukları Ankara’da Cumhuriyet Bayramı törenlerindeler…Kortejin geçtiği bir anda, başı siyah şarpalı (örtü) bir kadın, onlara bakarak ve cesaretle bağırıyormuş. “Siz burada bayram yapıyorsunuz, O İstanbul’da yatakta, sağından soluna çarşaflar ile döndürülüyor…” Bu sözleri duyanlar önce şaşkınlıkla bakmışlar, sonra da bir kısmı göz yaşlarını tutamamış ve hayret içinde sessizliğe bürünmüşler. Dinlediğim bu gerçek olayı, bu gün 86 yıl sonra yorumlamaya çalışıyorum. Belki o dönemin insanları, Atatürk gittikten sonra ülkenin durumu ne olacak korkusu yaşamış olabilirler. Bunun yanı sıra, evlerinden şehit de verseler, minnet duygularını dile getirmiş olabilirler. Ama sonraki yılların kuşakları da, bu saygı duruşunu hiç bozmadıysa buna ne denebilir? Minnet, sevgi ve saygı üçlüsü her daim diriydi. Sadece yirminci yüz yıla girdikten sonra, giderek azalan bir sevgi ve saygı duygusu hissediliyordu. Ama, hiçbir lider, Ulu Önder ile ne özdeş olmayı, ne de yarışmayı aklından geçirdi mi bilemedim ama, kendini asla O’nun seviyesinde görmedi/ göremedi belki de…Dini değerleri öne çıkararak, az da olsa laiklik karşıtlığı gibi bir duruş sergileyen siyasetçiler bile, bunu açıkça ifade edemedi, ne sözleri ne de davranışları ile…
Aradan on yıllar geçti, ikinci yüz yıla girdi Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet… Yavaşça ama etkili biçimde, bu sevgi ve bu ihtiyacın ortadan kalkması gibi bir görünüm önümüze çıktı. Büyük çoğunluk, kanıksamadan dolayı bu ilgisizliği yaşarken, bunu fırsat bilen laiklik karşıtları da kendilerini göstermeye başladı. Ama ülkenin yine de büyük çoğunluğu, başka tatminler ve de Atatürk inkılaplarından bir sapmanın olamayacağını bilerek ve buna güvenerek,yeterli duyarlılığı göstermedi sanırım…Bu nedenle 10 Kasım anmaları da, bayram günleri gibi sönük ve eski coşkudan, sevgi minnetten uzak geçmeye başlamıştı. Sanki, onunla silah arkadaşlığı yapanların torunları bile, eskisi kadar bu sevgiyi duyarlığı ifade edemediler.
Ama, takvimler 10 Kasım 2024 yılını gösterdiğinde, bu coşku, bu sevgi, bu özlem ve Ata saygısı neden bu denli coştu? Yaşlı gözler acaba neyi anlatıyordu Anıtkabir’de… O’na bu gün de bir ihtiyaç mı vardı? Ben bu soruların yanıtını tam olarak bulamadım. Kendime dönüp dikkatlice baktım ve aynı duyguların bende de oluştuğunu gördüm. Ama az da olsa gözlerimin dolmasını da yaşıma ve O’na bağlılığıma bağladım. Bu ilgi ve yüksek düzeydeki saygı ve sevginin nedenini bilen varsa lütfen ortaya koysun !
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İSMAİL KEMANKAŞ
Tam 86 yıl sonra bu ne sevgi bu ne özlem?
Nedeninin pek de anlayamadığım biçimde, bu yıl ki 10 Kasım anmaları çok coşkuluydu ve de Atatürk’e duyulan saygı ve özlemin yanında sanki bir sığınma ihtiyacı vardı bana göre…Yerel seçim sonucu ve bazı anketlere bakarak bunun nedenini burada aramak ne denli doğru onu da bilemedim! Bunu,coşkunun nedeni olarak görmek çok da akla yakın gelmiyor. Toplumun önemli ve duyarlı bir bölümüne, Ulu Önder’e bazı saygısızca davranışlar gösteren ve de onun izlerini halkın kalbinden çıkarmaya çalışanların tutumu karşısında, tam tersi bir sevgi, minnet ve coşkuyu tetiklemiş olabilir mi? . Bunun anketi yapılamayacağı için, önce kendimden başlamak isterim. İlkokula yeni başlamış bir öğrenci olarak ilk kez 1961 yılındaki 10 Kasım anmasına katılmadan önce, annemin telaşını hatırlıyorum. Nedense bu anmada öğrenciler ellerinde KASIMPATI çiçekleri alarak okuldaki anmaya katılırmış. İşte bu gerekçe ile, rahmetli annemin, komşuları, kapı kapı dolaşarak, bana bir demet kasımpatı çiçeği bulmak için sarf ettiği çaba aklıma geldiğinde, bu gün bile gözlerim yaşarıyor. Hele o gün saat dokuzu beş geçe hayatın nasıl durduğunu görmek, hissetmek, insanı yüz yıl öncesine bile götürebiliyordu.Benim söylediğim o ilk anmamı, Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sadece 23 yıl geçtiğinde yaşamıştım. Belki o çaba, o özlem ve saygı acaba bundan mı diye de düşündüm. Ama yıllar geçtikçe, bu anmalar aynı düzeyde sürüp gitti. Ülkenin en yüksek makamındaki cumhurbaşkanları, başbakanlar ve de en üst düzey yetkililer ile toplum, bu saygı, sevgi ve duygularını çok duyarlı biçimde yaşadı. Çünkü, O’nun hakkında, kimse kötü bir söz söyleyemedi, kimse inkarcı olamadı ve anmalar hep bu atmosferde yapıldı. Bu arada annemin bana anlattığı bir anma günü de bu yaşıma kadar aklımdan hiç çıkmadı. Tarih 29 Ekim 1938…Annem henüz 13 yaşında ve aile fertleri ile birlikte misafir oldukları Ankara’da Cumhuriyet Bayramı törenlerindeler…Kortejin geçtiği bir anda, başı siyah şarpalı (örtü) bir kadın, onlara bakarak ve cesaretle bağırıyormuş. “Siz burada bayram yapıyorsunuz, O İstanbul’da yatakta, sağından soluna çarşaflar ile döndürülüyor…” Bu sözleri duyanlar önce şaşkınlıkla bakmışlar, sonra da bir kısmı göz yaşlarını tutamamış ve hayret içinde sessizliğe bürünmüşler. Dinlediğim bu gerçek olayı, bu gün 86 yıl sonra yorumlamaya çalışıyorum. Belki o dönemin insanları, Atatürk gittikten sonra ülkenin durumu ne olacak korkusu yaşamış olabilirler. Bunun yanı sıra, evlerinden şehit de verseler, minnet duygularını dile getirmiş olabilirler. Ama sonraki yılların kuşakları da, bu saygı duruşunu hiç bozmadıysa buna ne denebilir? Minnet, sevgi ve saygı üçlüsü her daim diriydi. Sadece yirminci yüz yıla girdikten sonra, giderek azalan bir sevgi ve saygı duygusu hissediliyordu. Ama, hiçbir lider, Ulu Önder ile ne özdeş olmayı, ne de yarışmayı aklından geçirdi mi bilemedim ama, kendini asla O’nun seviyesinde görmedi/ göremedi belki de…Dini değerleri öne çıkararak, az da olsa laiklik karşıtlığı gibi bir duruş sergileyen siyasetçiler bile, bunu açıkça ifade edemedi, ne sözleri ne de davranışları ile…
Aradan on yıllar geçti, ikinci yüz yıla girdi Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet… Yavaşça ama etkili biçimde, bu sevgi ve bu ihtiyacın ortadan kalkması gibi bir görünüm önümüze çıktı. Büyük çoğunluk, kanıksamadan dolayı bu ilgisizliği yaşarken, bunu fırsat bilen laiklik karşıtları da kendilerini göstermeye başladı. Ama ülkenin yine de büyük çoğunluğu, başka tatminler ve de Atatürk inkılaplarından bir sapmanın olamayacağını bilerek ve buna güvenerek,yeterli duyarlılığı göstermedi sanırım…Bu nedenle 10 Kasım anmaları da, bayram günleri gibi sönük ve eski coşkudan, sevgi minnetten uzak geçmeye başlamıştı. Sanki, onunla silah arkadaşlığı yapanların torunları bile, eskisi kadar bu sevgiyi duyarlığı ifade edemediler.
Ama, takvimler 10 Kasım 2024 yılını gösterdiğinde, bu coşku, bu sevgi, bu özlem ve Ata saygısı neden bu denli coştu? Yaşlı gözler acaba neyi anlatıyordu Anıtkabir’de… O’na bu gün de bir ihtiyaç mı vardı? Ben bu soruların yanıtını tam olarak bulamadım. Kendime dönüp dikkatlice baktım ve aynı duyguların bende de oluştuğunu gördüm. Ama az da olsa gözlerimin dolmasını da yaşıma ve O’na bağlılığıma bağladım. Bu ilgi ve yüksek düzeydeki saygı ve sevginin nedenini bilen varsa lütfen ortaya koysun !