Hava Durumu

KORONA DEĞİL, BİR “KOMA” HİKÂYESİ! (1)

Yazının Giriş Tarihi: 23.03.2020 17:21
Yazının Güncellenme Tarihi: 23.03.2020 17:21

Sonra her ikisini bir tabakta çatalla ezip, ince bir kıvama getirdikten sonra önümüze koyardı.

Dört kardeş nasıl da büyük bir iştahla mideye indirirdik bu karışımı, hiç sormayın!

İnek nasıl yeşil ot yer de beyaz süt verirse yavrularına, “çöven kökü”de her iki helvanın olmazsa olmazıydı.

Karanfilgiller ailesine mensup bu bitkinin köklerinin dövülmesiyle elde edilen o bembeyaz köpük helvası hep bir “mucizeyi” anımsatır bana; Musa, İsrail oğullarını Sina Çölü’nde dolaştırırken aç kalan kavmi için gökten düşen bıldırcınların ardından sunulan kudret helvası gibidir adeta gözümde.

İki haftadan beri neredeyse aşerir gibi soluğu Yenişehir’de, Adem Usta’nın dükkanında alıyorum nedense?

Off! Neler yok ki vitrinde?

Dondurmalı irmik helvası, süt helvası, sultan sarma tahin helvası, tahinli cevizli helva, çıtır helva, kürek helva, köpük helvası…

Sanırım köpük helvasını Bursa’da yapan bir tek orası kaldı.

Büyükçe bir poşeti oradaki enfes lezzetlerle dolduruyorum, yanına bir de arabada atıştırmalık “susam helva” doldurtuyorum bolca.

 

Ee canım istiyor n’apayım?

Kolalı içeceklere de düşkün oldum son zamanlarda.

Fatoş Abla’nın nefis mantısı onlarla daha güzel gidiyor; şöyle üzerinde domates sosu, tereyağı, nane ve sumakla birlikte.

Geçenlerde canım dondurma istedi; uzun çarşıda Geye’ye de uğradım.

Uf uf uf! İnanın yaz aylarındakinden daha güzeldi.

İçeriğindeki keçi sütünün bolluğu, adeta kaymak kıvamına getirmiş bu yöresel lezzeti.

Hani diyorum ki Musa’nın kavmine “kaktüs helvası” değil, Bursa usulü sütlü dondurma sunulsaydı eğer, adamlar o ateş gibi kavurucu çölde, damaklarında asılı kalacak lezzetten ötürü erir giderlerdi vallahi!

Yazarınızın erimeye yüz tutmasıysa, 14 Mart 2020’nin Cumartesi günü saat 15.00 sularında şöyle bir doğa gezisi için çıktığımız İnegöl dağlarında başladı!

Arabada 4-5 tane 33 cc’lik cam su şişesi var.

Ha, unutmadan!..

Öyle çok susuyorum ki son zamanlarda, o şişelerin içindekiler aradan iki saat bile geçmeden adeta buhar olup uçuyor!

Yeniden doldurmak üzere sağda bir pınarın önünde durduk.

“Önce bir elimi yüzümü yıkayayım” diye düşünerek çeşmeye doğru yöneldiğimde önce sağ elimin serçe ve yüzük parmaklarımın yumularak kitlendiğini, kontrolümden dışarı çıktığını hissettim!

Sol elimle onları açmaya çalışırken, sağ kolum da devre dışı kaldı!

Bu tablodan aklıma gelen ilk şey, “beyin kanaması” geçiriyor olduğumdu.

Saniyeler içinde sağ ayağımda duyu kaybı da başlayınca kendimi bir-iki adım ötedeki aracın yolcu koltuğundan içeri doğru zor attım.

Hani ola ki, eşim ite kaka beni içeriye yerleştirir ve hastaneye yetiştirmeyi başarır belki diye.

Hem yolda pek çok yerde telefon da çekmiyordu zaten.

Kısmi felç, spazm, istemsiz yoğun kas hareketleri ve tepeden tırnağa büyük bir acıyla gelen “kıyamet alametlerim” duracak gibi değildi.

Bedenimin yarısı sırt üstü vaziyette aracın içinde, başım vites kolunda, her iki ayağım da yerde, çaresiz bir kadının feryatları ormanlarda yankılanırken konuşma yetim de birden gitti.

“Sakin ol, panik yapma” demeye çalışırken, ağzımdan çıkan cümleleri ben de anlayamıyordum bir türlü!

Sonra bir baygınlık hali…

Sonsuz derinlikteki masmavi bir suyun içinde gittikçe dibe doğru hızla batarken artık kaybolmaya yüz tutmuş olan gökyüzüne doğru son bakış…

Ve Ethem Oğlu Ragıp’tan olma, İsmail kızı Mürüvvet’ten doğma Mehmet Ali Yılmaz için hayatın en son sahnesi belki de!

İçimde hiçbir acı, hiçbir pişmanlık yok…

Yaşanabilecek pek çok şeyi görüp, yaşamışım şu fani dünyada çünkü.

Tek düşündüğüm şey, kızım ve annesinin benim yokluğumda karşılaşabilecekleri zorluklarla baş edip edemeyecekleri?..

Derken, bir el kavrıyor sol bileğimden beni.

Okyanusları kendine mesken edinmiş bir deniz kızı hızla kuyruk çırparak, suyun yüzeyine doğru sürüklüyor artık kendinden geçmekte olan bu bedeni.

Sonra, nefes aldığımı hissediyorum birden.

Geriye, nefes borusuna doğru kaçan dilimi geri çekmeye çalışıyor biri.

Ve karşımda bir melek!

Bir ömür boyu süren sabrıyla, “iyi günde, kötü günde” diyerek ettiği yemine koşulsuz sadakatiyle, beni pek çok kez mahcup etmiş çift kanatlı gerçek bir melek!

İlk otomobil durmuyor bile!

İkincisi, 16 HK 700 plakalı bir kamyonet.

İki genç çocuk iniyor araçtan; minnettarım onlara.

Halâ yatar pozisyondayım ama duyularım açık artık.

Konuşma yetim de geri döndü.

Çocuklardan birine “yüzümde gözümde bir yamukluk var mı” diye soruyorum hala peltek peltek işleyen dilimi kullanarak?

Bakıyor ve “yok abi” diyor.

Israrım üzerine beni inandırabilmek için fotoğrafımı çekip, gösteriyorlar.

Olmaz, bu kadar ciddi bir kriz hasarsız atlatılamaz!

Sonra “112’yi” arıyorlar hemen.

 

İnegöl Devlet Hastanesi’yle aramızda 15-20 kilometre mesafe var.

Tam donanımlı ambülansın gelmesi 10 dakikayı bulmuyor.

Her kim ne derse desin, ne büyük nimet ya Rabbi!

Hemen sedyeyle minibüsün arkasına alıyorlar beni.

Hastanenin acil servisine hazırlamak için damar yolu açıyorlar.

Sonra şeker değerlerimi ölçüyor doktor.

Gözlerine inanamıyor, bir daha ölçüyor!

Elindeki cihazın limiti bunun için yeterli değil çünkü!

Daha önce yaptırdığı bir takım beden hareketlerini de dikkate alarak “şeker abi” diyor; “şu anda  şeker komasındasınız, hemen yola çıkalım”!..

Yaşamımda ikinci kez ambülansa biniyorum.

Biri, bundan 20 sene kadar öncesi bir yaz günü sabaha karşı Bursa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne yetiştirmek üzere yola çıktığımız Deniz’imizle…

Diğeriyse diz dize, biz bize kaldığımız şu günlerde yalnızlığımızın getirdiği keder ve birbirimize karşı hissettiğimiz olanca düşkünlük duygusunun verdiği kaybetme korkusuyla.

Gerçek sevgi, en büyük aşklardan bin kere daha güzel ve değerli çünkü.

Ambülans siren çalarak dar yollardan son gazla gidiyor…

Görelim bakalım yarın nereye, hangi mahfile gidiyor?

 

 

 

 

 

 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.