Hava Durumu

SEVİNÇ FEYZİOĞLU VE “MADALYONUN ÜÇ YÜZÜ’’… İHANET TOPLUMSAL YARA

Yazının Giriş Tarihi: 14.11.2020 16:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 14.11.2020 16:05

Sevinç, Bulgaristan’dan 1970 yılında ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç etmiş; Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksekokulu, Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuş; Ankara Keçiören Belediyesi Basın Bürosu’nda başladığı mesleğini, Cumhuriyet, ÇAĞDAŞ, Olay, Bursa Hakimiyet, Yeni Dönem, Posta, AS TV’de ve Bursa Uludağ Üniversitesi’nde sürdürmüştür.

**************************

Tam bir basın emekçisi olan Sevinç, 35 yıllık meslek yaşamında; muhabir, editör, müdür olarak haberin her aşamasında bulunmuş, köşe yazılarıyla gündemi yorumlamış, iş ve siyaset dünyasından birçok kişiyle söyleşiler yapmıştır.

Gazeteciliğe itibar kazandıran, mesleğin çıtasını yükselten Sevinç’in okuru olmaktan her zaman onur duydum; yazılarından çok yararlandım.

 

YENİ KİTAP

 

Sevinç Feyzioğlu şu günlerde tatlı bir heyecan içinde; çünkü yeni kitabı “Madalyonun Üç Yüzü’’, Dorlion Yayınları’ndan piyasaya çıktı.

Sevinç’in daha önce Türkiye’nin ilk organize sanayi bölgesinin kuruluş sürecinin yakın tanıklarından olan Ergun Kâğıtçıbaşı’nın anılarının yer aldığı; Bursa’nın son yüzyılına projektör tutan “Dibacenin Ertesi Günü” adlı çalışması, Uludağ Üniversitesi Atatürk İlkeleri Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından “yerel tarih” açısından kaynak olarak değerlendirilmiş, iki kez basılmıştı.

 

“İHANET TOPLUMSAL BİR YARA’’

 

Feyzioğlu ile internet üstünden yaptığım söyleşiyle sizleri baş başa bırakayım:

Sevinç Feyzioğlu nasıl görüyor kendini?

“Kendimi şu anda dört çocuklu bir kadın olarak görüyorum. İlk iki çocuğumu gençlik yıllarımda doğurdum. Onlar benim biyo-kültürel eserlerim. Önce Deren, ardından Deniz… Biri İngilizce öğretmeni, öbürü de hukuk eğitiminin sonunda… İkisiyle de gurur duyuyorum. Çünkü onlar benim genlerimin devamından öte edindiğim bilgilerden, kültürden, deneyimlerden damıtarak oluşturup geliştirdiğim canlı sentezlerim.

On yıl önce de, “Dibacenin Ertesi Günü”nü doğurmuştum altı yıllık bir emekle, şimdi ise “Madalyonun Üç Yüzü”nü… Bu ikisi ise kültürel eserlerim. “Dibace’nin Ertesi Günü”nde yaşamakta olduğum coğrafyadaki insanlara olan sorumluluğumu yerine getirdiğime inanıyorum, benimle anılarını paylaşan Ergun Kâğıtçıbaşı ile birlikte, tarihe bir dipnot düşerek, anılardan, yaşanmışlıklardan bir pay çıkaran olur umuduyla…’’

**************************************

Madalyonun Üç Yüzü’nü niçin yazdın?

“Madalyonun Üç Yüzü”yle toplumumuzun yarısını oluşturduğu halde en çok ezilen, haksızlığa uğrayan, aşağılanan, bir hiç uğruna öldürülen insan cinsi yani kadınlar için kendimce bir şey yapmak istedim. Elimde ne siyasi güç var ne de sihirli bir değnek, sadece bir kalemim var, o da ne zaman kırılır belli değil. Aklım yettikçe, kalemim yazdıkça kadınların ilerde daha bilinçli, daha umutlu ve daha mutlu yaşamalarına bir nebze de olsa destek olmak istedim.’’

*********************************

Kadınların incinen iç dünyalarına ve ihanete değiniyorsun kitabında.

“Evet, birçok kadının başından geçmiş, bir kısmının da gelecekte muhtemelen yaşayacağı olayları bir roman çatısı altında kurguladım. Eminim ki bu kurguda ifade edilmeye çalışılanların daha acılarını yaşıyor kadınlarımız. Ama biz bunları hep medyadan yani bize yansıtıldığı şekliyle görüyoruz; bu kadınların duygularını, dünyaya bakışlarını, hayallerini, özlemlerini, iç çatışmalarını bilemiyoruz. Ben burada, incinen kadınları iç dünyalarıyla vermeye çalıştım. Kentlerdeki özgürlük ortamında bile kadınların hangi mengenelerle, nasıl sıkıştırıldığını, yaşam serüvenleri içinde ve mümkün olduğunca derine inerek anlatma gayretine girdim. Bunu yaparken suçlayıcı ve yargılayıcı olmak yerine, onları toplumsal bir olgunun parçası olarak yansıtıp, okuyan herkesin kendini farkında olmadan bir yere konumlandırmasını, sonra da özeleştirisini yapıp olay örgüsünden çıkmasını istedim. Benim kahramanlarımda herkesten birer parça var çünkü. Kendini orada bulamasa bile çevresindeki insanlardan izdüşümlere mutlaka rastlayacaktır. Çünkü ihanet, toplumsal bir yara ve giderek yayılıyor. Kapitalizmin bireyciliği hücrelerimizi ele geçirdikçe daha da fütursuzca harcanıyor kadın-erkek ilişkileri’’

*******************

İnsan ilişkileri nasıl çürüdü?

“Sevgili Can; kitapta sevgi, aşk, dürüstlük, vicdan gibi insana ait bazı kavramların nasıl çürüdüğünü, insanların kendilerine masum gerekçeler uydurarak ikiyüzlü hatta çok yüzlü hale nasıl dönüştüklerini anlatıyorum. Konuya, toplumumuzda daha çok incinen tarafın yani kadının gözüyle bakıyorum. Hayatta incinen erkekler de var elbette ama az. Kaldı ki sadece cinsler incitmiyor ki birbirini. Sistem, toplum, gelenekler vb. hem kadını hem erkeği incitebiliyor ama daha çok kadını hedef alıyorlar. Neveser’in hayat yolculuğuna eşlik ederken görebiliyoruz zaten bunu. Rotası bir erkek tarafından belirlenmiş bu yolculukta dümeni ele almış gibi görünen kadınların bile ataerkilliğin rüzgârında nasıl savrulduklarına tanık oluyoruz. Erkek egemen bir düzene karşı olan kadınların, özgürlük adına ataerkilliğin değirmenine nasıl su taşıdıklarını görüyoruz. Hiç kimse, “Benim başıma böyle bir şey gelmez, biz farklıyız!” diye düşünmesin bu zamanda. Çünkü herkes her şeyi yaşayabiliyor. Dürüst kalmanın çok zor olduğu bu düzende, karşımıza iyi insan maskesi takmış kimlerin çıkacağını bilemiyoruz. Rengini artık beğenmediği bir gömleği çöpe atar gibi ruhsuz ve duygusuzca vazgeçiyor insanlar onca yıllık sevgilisi, yoldaşı, can dostu, sırdaşı, hayat arkadaşından… Oysa, bırakın yıllarca pek çok duyguyu paylaştığı kişiyle arasındaki yaşanmışlıkları, eski bir eşyayla bile duygusal bağ oluşturabiliyor insan, atmaya kıyamıyor.’’

*********************

Niçin bu vefasızlıklar, ihanetler var?

‘’Bu vefasızlık niye? Çünkü kapitalizm, insanoğlunun tüm hücrelerine kazımış acımasız tüketim felsefesini. “Her şeyi tüketin ki biz kazanalım!” diye üflüyorlar kulaklarımıza, biz fazlasını yapıyoruz, birbirimizi de tüketiyoruz. Bireycilik, hedonizm venarsizm virüsleri vefa ve vicdan duygularını yok ediyor. Erkek erkeğin kurdu, kadın da kadının. Çoğunlukla da birbirinin…

Genç ve güçlüyken ağır yükleri taşıyan, gece gündüz çalıştırılan, güçten düşünce de ıssız bir araziye bırakılıp ölüme terkedilen yılkı atı gibi hissetmek, bir arpa boyu kadar yakın bu zamanda tüm kadınlara. O kadar da kolay.’’

***************************

Nasıl geçiyor salgın sürecinde günlerin; gelecek için başka bir kitap düşüncen var mı?

‘’Ciddi bir omurga ameliyatı geçirdim, neredeyse iki yıl oluyor. Hayatta dik durmaya çalışırken fazla yüklenmiş olmalıyım ki, 15 titanyum vida çakarak yarı biyonik hale getirdiler beni. Ama tabii kolay bir süreç değil, tembelleşen kaslara, çalışmayı unutan eklemlere yeniden eski işlevlerini kazandırmaya çalışıyorum. Araya pandemi girince işler biraz daha uzadı tabii. Ama bu süreç benim yıllardır çalışmaktan zaman ayıramadığım birçok şeyi yapmam için fırsat yarattı. Bol bol yağlıboya resim yapıyorum, dikiş dikiyorum, geziyorum, okuyorum, koşuşturmaksızın yaşamanın tadını çıkarıyorum. Psikoloji kitapları ve insan psikolojisine derinlemesine inen romanlar ilgimi çekiyor şu sıralar. Çok eskiden okuduğum bazı romanları yeniden okuyorum bir de, örneğin Dostoyevski’den Suç ve Ceza’yı… Sabahattin Ali, Necip Mahfuz’dan okuyorum ve inceliyorum. Sadece okur değilim ya artık; çömez bir yazarım aynı zamanda, bu işin ustalarından işin tekniğini ve ruhunu da öğrenmeye çalışıyorum. Haftada iki gün, bir web sitesinde köşe yazısı yazıyorum. Uzun zaman önce başladığım “Madalyonun Üç Yüzü”nü bitirdim gördüğün gibi. Sırada, bir öykü kitabı var. O da, ülkemizin kangrene dönmüş başka sorunlarını ele alıyor. Epey yol aldım sayılır. Sanırım önümüzdeki yıl basılacak hale gelir.’’

*****************************

Sevinç’i kutluyor, sağlık ve mutluluk diliyorum.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.