Hava Durumu

#Doktor

Yeni Marmara Gazetesi - Doktor haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Doktor haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Sağlık Bakanlığı  ‘İdeal kilonu öğren, sağlıklı yaşa’ Kampanyası Başlattı Haber

Sağlık Bakanlığı ‘İdeal kilonu öğren, sağlıklı yaşa’ Kampanyası Başlattı

Sağlık Bakanlığı’nın yeni başlattığı ‘İdeal kilonu öğren, sağlıklı yaşa’ kampanyası başlattı. Kampanya çerçevesinde Muğla’da 10 ilçede ‘Sağlıklı Hayat Merkezleri’ ve İlçe Sağlık Müdürlüklerinde diyetisyen personel tarafından ücretsiz olarak sağlıklı beslenme danışmanlığı, 2 ilçede işe fizyoterapistler tarafından fiziksel aktivite danışmanlığı veriliyor.   Sağlık Bakanlığı tarafından ülke genelinde en az 10 milyon vatandaşa ulaşılması hedeflenirken, ‘İdeal Kklonu öğren, sağlıklı yaşa’ kampanyası kapsamında Muğla genelinde 10 Mayıs- 10 Temmuz tarihleri arasında haftanın her günü ölçüm noktalarında İl Sağlık Müdürlüğümüzce oluşturulan ekip tarafından vatandaşlarımızın vücut ağırlığı ve boy ölçümleri yapılarak obezite ile mücadele konusunda farkındalık oluşturulması amaçlandı.  Muğla’da 10 ilçede ‘Sağlıklı Hayat Merkezleri’ ve İlçe Sağlık Müdürlüklerinde diyetisyen personel tarafından ücretsiz olarak sağlıklı beslenme danışmanlığı, 2 ilçede işe fizyoterapistler tarafından fiziksel aktivite danışmanlığı veriliyor. Bakanlığın başlattığı kampanya ile vatandaşlar ağırlık ve boy ölçümlerini yaptırdıktan sonra beden kitle indeksleri hesaplanıyor, ölçüm sonuçları ile ilgili bilgilendirilerek risk durumlarına göre danışmanlık almak üzere sağlık kuruluşlarına yönlendiriliyorlar.  Muğla İl Sağlık Müdürü Dr Ali Burak Mülayim, Sağlık Bakanlığı’nın yeni başlattığı ‘İdeal kilonu öğren, sağlıklı yaşa’ kampanyası ile ilgili açıklamalarda bulundu. Dr. Mülayim, "Ülkemizde Ölümlerin yüzde 90’ı bulaşıcı olmayan hastalıklar (Kalp Hastalıkları, Diyabet, Hipertansiyon, Kanser vb.) kaynaklı gerçekleşmektedir. Bu hastalıklar, sağlıklı beslenme ve düzenli fiziksel aktivite yapma alışkanlığı kazanılarak önlenebilir ya da kronik hale gelmesi engellenebilir." Bakanlığımız ve Müdürlüğümüz tarafından yapılan tarama çalışmalarında halkımızın yüzde 70’inin obez ya da fazla kilolu olduğu ve yüzde 40’ının yetersiz fiziksel aktivite yaptığı görülmektedir" dedi. 

Kalp ve Damar Cerrahı Dr. Tamer Turan;  "Koroner kalp hastalarının yüzde 30’unda belirti görülmüyor" Haber

Kalp ve Damar Cerrahı Dr. Tamer Turan; "Koroner kalp hastalarının yüzde 30’unda belirti görülmüyor"

Ani ölüme neden olabilen koroner kalp hastalığının, hastaların yüzde 30’unda hiç belirti göstermediğine dikkat çeken Kalp ve Damar Cerrahı Dr. Tamer Turan "Düzenli sağlık kontrolleri, hastalığın erken yakalanması ve krizin önlenmesi ile uzun ve sağlıklı bir hayat sunacaktır" uyarısında bulundu.   Acıbadem Eskişehir Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Dr. Tamer Turan anne karnında 5-6. haftadan itibaren atmaya başlayan kalbin faaliyetini sağlıklı olarak sürdürebilmesi için oksijen ve enerjiye ihtiyacı olduğunu ve ihtiyacı besleyen damarlara koroner damarlar adı verildiğini söyledi. Bu koroner damar duvarını kaplayan hücrelerin yapısal bütünlüklerini korumak için kolesterole ihtiyaç duyduklarını belirten Dr. Turan "İhtiyaç fazlası ve atık kolesterol hücrelerden uzaklaştırılır; uzaklaştırılamayan atık kolesterol, hücreler ile damar duvarı arasında birikmeye başlar. Vücut bu birikimi uzaklaştıramasa da üzerine kalsiyum birikimi yaparak engellemeye çalışır, bunun net sonucu olarak da damar duvarında kolesterol ve kireç birikir. Damar elastikiyetini kaybeder ve Atherosclerosis ya da halk arasında damar sertliği adını verdiğimiz hastalık ortaya çıkar. Koroner damarlar tutulduğu zaman koroner damar, koroner kalp ya da iskemik (kanlanma bozukluğu) kalp hastalığı adını verdiğimiz hastalık ortaya çıkar" diye konuştu.  Damardaki daralmanın yüzde 50’yi aştığı ciddi darlık durumunda damardan geçen kanın akış düzeninin bozulduğuna dikkat çeken Dr. Turan "Kan pıhtı halini alarak damarı tamamen tıkayabilir. Bir bölgeyi besleyen kan akımın kesilmesi o bölgedeki kalp kası hücrelerinin ölümüne neden olur ve ‘İnfarktüs’ olarak adlandırılır. Etkilenen bölgenin özelliği ya da genişliğine bağlı olarak kalp yetersizliğinden ani ölüme kadar uzanan tablolar ortaya çıkar. Kalp kasının kendini yenileme ya da kaybedilen kas hücresinin yerine yenisini yapma özelliği bulunmamaktadır" dedi.  "Göğüste ağrı ve nefes darlığı hastalığın habercisi"  Dr. Turan Bu hastalığa yol açan nedenleri "Genetik yatkınlık, hipertansiyon, yüksek kolesterol (özellikle LDL kolesterol), sigara kullanımı, şeker hastalığı, ailevi yağ metabolizma bozuklukları, sedanter (hareketsiz) yaşam tarzı, kötü beslenme (yüksek trans yağ ve kolesterol) ve stres" olarak sıraladı.  Temel belirtilerin göğüste ağrı veya rahatsızlık hissi, nefes darlığı, yorgunluk ve halsizlik, bulantı ve terleme, baş dönmesi veya bayılma olduğunu anlatan Dr. Turan bu belirtilerin kişiden kişiye farklılık gösterdiğini ve hastaların yüzde 30’unda hiç belirti görülmediğini ifade etti. Belirti ya da yakınması olmayan sessiz kalp hastalarının ya ortaya çıkan krizle ya da herhangi bir sebeple yapılan tıbbı değerlendirmelerde tesadüfen yakalandığını ve bu grupta genellikle kadınlar, yaşlılar ve diyabet hastalarının bulunduğunu sözlerine ekledi.  "Medikal, girişimsel veya cerrahi tedavi uygulanabilir"  Tedavinin, hastalığın ciddiyetine, semptomların şiddetine, bireysel faktörler ve genel sağlık durumuna göre temel olarak üç gruba ayrıldığını belirten Dr. Turan medikal tedavinin ilaç kullanılarak kalbin iş yükünü azaltmak, kan basıncını kontrol etmek, kan kolesterol dengesini sağlamak, kan akışkanlığını artırarak pıhtılaşmayı engellemek için yapıldığını söyledi. Girişimsel tedavilerin, anjiyo salonlarında daralmış koroner damar bölümlerine anjiyoplasti (balonla genişletme) ve /veya stent yerleştirilmesi yoluyla yapıldığını dile getirdi.  Cerrahi tedaviler hakkında bilgi veren Dr. Turan "Vücudun başka bölümlerinden alınan damarların kalbe taşınarak darlık olan bölgenin ötesine kan taşıyacak şekilde yerleştirilmesi ile gerçekleştirilen bypass ameliyatları" olduğunu ifade etti. Hastaların genellikle bu ameliyatlar sırasında kalp-akciğer makinesi adı verilen yapay dolaşıma bağlandığını; kalp ve akciğerin devre dışı bırakılarak operasyonun gerçekleştirildiğini; ardından tekrar çalıştırılarak makineden ayrıldığını anlattı. Son yıllarda çok sayıda damar müdahalesi bile yapılacak olsa yapay dolaşım kullanmadan kalp ve akciğerler çalışırken ameliyat yapıldığını; hastaların hızlı bir iyileşme süreciyle kısa sürede normal yaşama döndüğünü söyledi.  "Bu koruyucu önlemlere dikkat edin"  Bu hastalığa yakalanmamak, varsa da enfarktüs geçirmeden uzun bir ömür sürmeyi sağlamak için en önemli yaklaşımın "yaşam tarzı değişiklikleri ve koruyucu önlemler" olduğunun altını çizen Dr. Turan şunları dile getirdi: "Düşük kolesterollü, düşük yağlı sağlıklı beslenme alışkanlığı geliştirmek, tahıllı, yüksek lifli, meyve, sebze ağırlıklı düşük tuzlu gıdalar içeren kalp koruyucu diyetler uygundur. Sigara ve alkol tüketimini azaltmak, hareketsiz yaşam tarzını değiştirerek, yürüyüşler, egzersiz uygulamaları faydalı olacaktır. Stresli hayat tarzından uzak kalmak, gerekirse meditasyon ve yoga uygulamalarından yararlanmak olumlu olur. Düzenli sağlık kontrolleri, hastalığın erken yakalanması ve krizin önlenmesi ile uzun ve sağlıklı bir hayat sunacaktır. Ailevi yatkınlık olan bireylerde, erkeklerde 40 yaş, kadınlarda menopoz sonrası mutlaka düzenli kardiyoloji kontrolleri önerilmektedir". 

Şok Diyete Dikkat Haber

Şok Diyete Dikkat

Yaz mevsiminin yaklaşmasıyla birlikte, kısa sürede hızlı kilo vermeyi vaat eden şok diyetlere olan ilgi artıyor. Ancak bu tür diyetler ciddi sağlık risklerini de beraberinde getiriyor. Medicana Sağlık Grubu Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uzman Diyetisyen Mısra Aydın, düşük kalorili diyetler konusunda uyarıda bulunarak, "Çok düşük kalorili içerikleri nedeniyle metabolizmayı yavaşlatan şok diyetler kas kaybına yol açabilir, bağışıklık sistemini zayıflatabilir ve sindirim problemleri ile hormonal dengesizliklere neden olabilir. Ayrıca bu diyetler düşük enerji seviyelerine neden olarak depresyon ve anksiyete riskini artırabilir. Uzun vadede ise yeme bozukluklarına yol açabilir" dedi.   Yaz aylarının gelmesiyle özellikle de kadınların fazla kilolarından kurtulma telaşı artıyor. Bu endişe ne yazık ki şok diyetler yapmaya yönlendirebiliyor. Hızlı kilo kaybına neden olan bu diyetler, vücutta ani su ve mineral kaybı, tansiyon düşüklüğüne, halsizlik ve baş dönmesine yol açabiliyor. Düşük kalorili diyetler, kan şekerinde ani düşüşlere yol açarak unutkanlık, dikkat dağınıklığı ve konsantrasyon bozukluğuna neden olabiliyor. Düzensiz kilo alıp verme, pankreasın normal çalışma düzenini bozarak insülin direncine ve dolayısıyla diyabet riskinin artmasına yol açabiliyor. Ayrıca kalp ritminde bozulmalara ve ani kalp krizleri gibi ciddi sağlık sorunlarını da beraberinde getirebiliyor.  Medicana International İzmir Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uzm. Dyt. Mısra Aydın, hızlı kilo kaybı sağladığı iddia edilen şok diyetlerin sağlık açısından ciddi sorunlara yol açabileceğini belirterek, "Bu diyetler çok düşük kalorili olduğu için metabolizmayı yavaşlatır, kas kaybına neden olur ve bağışıklık sistemini zayıflatabilir. Aynı zamanda hormonal dengesizlikler ve sindirim problemleri gibi çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir. Düşük enerji seviyesi nedeniyle depresyon ve anksiyete riskini artırarak bireylerin psikolojik sağlığını da olumsuz etkileyebilir" diye konuştu.  Diyet programları kişiye özel uygulanmalı  Her bireyin metabolizmasının, yaşam tarzının, mevcut sağlık durumunun ve fiziksel aktivite düzeyinin farklı olduğunu vurgulayan Uzm. Dyt. Mısra Aydın, "Sağlıklı bir beslenme programı kişiden kişiye değişir. Bireye özel hazırlanan diyet programları parmak izi gibidir. Herkesin beslenme ihtiyacı farklıdır ve bu doğrultuda kişiye özel olarak bir diyet programı oluşturulmalıdır. Diyet yaparken asıl amacın sadece kilo vermek değil, sağlıklı beslenme alışkanlıklarını öğrenmek ve sürdürülebilir bir düzen oluşturmak olmalıdır. Hızlı kilo vermek yerine, sağlıklı ve dengeli beslenerek uzun vadeli bir yaşam tarzı değişikliği benimsemek gerekiyor. Böylece fazla kilonun neden olabileceği hastalıkların önüne geçilebilir ve yaşam kalitesi artırılabilir" dedi. Diyet yaparken asıl amacın sadece kilo vermek değil, sağlıklı beslenme alışkanlıklarını öğrenmek ve sürdürülebilir bir düzen oluşturmak olduğunu belirten Uzm. Dr. Mısra Aydın, "Hızlı kilo vermek yerine, sağlıklı ve dengeli beslenerek uzun vadeli bir yaşam tarzı değişikliği benimsemek gerekiyor. Böylece fazla kilonun neden olabileceği hastalıkların önüne geçilebilir ve yaşam kalitesi artırılabilir" diye konuştu.  Bilimsel dayanağı olmayan bilgilere dikkat edilmeli  Uzm. Dyt. Mısra Aydın, kişilerin internet ve sosyal medya gibi platformlarda yer alan bilimsel dayanağı olmayan diyet önerilerine temkinli yaklaşmaları gerektiğini vurguladı. İnternette görülen çok düşük kalorili yanlış diyet listelerinin vücudun yeterli enerji ve besin ögelerini alamaması kaynaklı kan basıncının düşmesi (hipotansiyon) ve kan şekerinin düşmesi (hipoglisemi) durumlarına yol açabildiğini kaydeden Uzm. Dyt. Mısra Aydın, sözlerine şöyle devam etti: "Yetersiz beslenme sonucu özellikle demir, B12 ve folat gibi besin ögesi eksiklikleri oluşabilmektedir. Aynı zamanda yanlış yapılan diyetler orta ve uzun vadede vücut hızının ve dengesinin bozulmasına bağlı olarak hızlı kilo artışına neden olabilir. Sosyal medyada zayıflattığı iddia edilen çay-kahveler tüketildiğinde sıvı kaybına uğrayan vücutta şişkinlik azalabilir ancak bu bir kilo kaybı değildir. Bu ürünlerin kullanılması ishal, karın ağrısı, potasyum düşüklüğü, kalp krizi, aşırı kaygı hissi, uyku bozukluğu, nefes darlığı, karaciğer ve böbrek yetmezliği gibi şikayetler olmak üzere ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir. Detoks tarifler veya takviyeler özellikle kronik hastalığı olan, ilaç kullanan bireyler için risklidir. İlaçlarle etkileşime girebilir veya kan değerleri için uygun olmayabilir. Diyet yapmak isteyenler mutlaka hekim ve beslenme uzmanına danışmalıdır." 

Elektronik Sigaraya Dikkat Haber

Elektronik Sigaraya Dikkat

Elektronik sigara (e-sigara) kullanımının gençler arasında yoğunlaşan bir bağımlılık haline geldiğini vurgulayan Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Serap Ket Alkan, "Dünyada 13-15 yaş grubundaki 38 milyondan fazla ergende e-sigara kullanımı mevcuttur. E-sigara, agresif pazarlama stratejisi güden tütün sektörünce sigara içmeyenler için de cazibe olarak sunularak normal sigara içicilerinin bırakma hedeflerini baltalamaktadır. Mevcut sigara içicileri için doğrusu, bağımlılıktan kurtulmak amacıyla profesyonel bırakma merkezlerinden destek almaktır" dedi.  VM Medical Park Bursa Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Serap Ket Alkan, elektronik sigara kullanımının zararları hakkında açıklamalarda bulundu. Elektronik sigara (e-sigara) kullanımının gençler arasında yoğunlaşan bir bağımlılık haline geldiğine dikkat çeken Uzm. Dr. Alkan, "Tütün sektörü aroma ve tat katkı maddeleri ile ergenleri bağımlı yapma stratejisi uygulamaktadır. E-sigaralardan gençleri korumak gereklidir. Bunu da, ergenlerde tüm tütün ve aromalı tütün ürünlerinin yasaklanmasını vetütün satın alma yaşının 18'den 21'e çıkarılmasını sağlayarak başarabiliriz" diye konuştu.  "Dünyada 38 milyondan fazla ergen e-sigara içicisi"  İstatistiki verilerden bahseden Uzm. Dr. Alkan, "Dünyada 13-15 yaş grubundaki 38 milyondan fazla ergende e-sigara kullanımı mevcuttur. ABD'de 2,5 milyon, AB'de ise 8,3 milyon e- sigara içicisi genç belirlenmiştir. Erkek ve kız çocuklarda e- sigara kullanım oranı benzer bulunmuştur (yüzde 12). ABD'de gençlerde e- sigara ve tütün kullanımı 2001 yılında yüzde 13 iken 2018'de bu oranın yüzde 20,8 'e yükselerek tahmini 3 milyon öğrenciye ulaştığı tahmin edilmektedir. Bu gençlerin tütün sektörünce nasıl ele geçirildiğinin ispatıdır" dedi.  E-sigaranın zararlı olduğuna dikkat çeken Uzm. Dr. Alkan, "E-sigara, agresif pazarlama stratejisi güden tütün sektörünce sigara içmeyenler için de cazibe olarak sunulmakta olup, eski sigara içicilerin sigarasız kalma isteklerini ve bırakma yolundakilerin hedeflerini baltalamaktadır. Mevcut sigara içicileri için önerilen, bağımlılıktan kurtulmak amacıyla profesyonel bırakma merkezlerinden destek almaktır" şeklinde konuştu.  "Kalp krizine ve astıma neden olabiliyor"  E-sigaranın vücuda zararlarını anlatan Uzm. Dr. Alkan, şunları söyledi:  "E-sigara aerosollerindeki propilenglikol, flavourinler, nitrozaminler ve metaller kimyasal oksitlenme ve inflamasyon oluşturarak damarlarda tromboz (pıhtı), damar hasarı, koroner damar kasılması oluşturur. Bu mekanizmalarla koroner damarlardaki kan akışı azalarak kalp krizi ve ani ölümler meydana gelebilir. Akciğerlerde ise hava yolu ve boğaz irritasyonu ile gıcık, öksürük, pnömoni, hava yolu duyarlılığı ve astıma neden olabilmektedir. Ayrıca e-sigara içeriğinde bulunan formaldehit ve asetaldehit gibi zehirli maddeler kanser yapıcı etkiye sahiptir. E-sigara aerosollerine pasif maruziyetin dahi kanser, kalp hastalıkları, amfizem ve astım riskini arttırdığı tespit edilmiştir. Ergenlerde (adolesanlarda) yoğun nikotin maruziyeti özellikle beyin ve nörolojik hasara neden olmaktadır."  "Tüm e- sigaralar önemli sağlık riskleri taşır"  E-sigaranın dünya çapında 40 ülkede e-sigaraların yasaklandığını dile getiren Uzm. Dr. Alkan, "Tüm e- sigaralar önemli sağlık riskleri taşır ve nikotin bağımlılığına yol açar. Sigara bırakmak için e- sigaraya başlanmamalıdır. E- sigaraların tütün sigarasını bırakmaya yardımcı olduğuna dair bir veri yoktur, kanıtlar yetersizdir. E- sigara, sigarayı bırakmak için nikotin replasman tedavisi olarak desteklenemez. Kullanılması asla uygun değildir. Kapalı alan yasağının geleneksel sigaralarda olduğu gibi e- sigaralar açısından da geçerli olması kanaatindeyiz" dedi. 

"Yaklaşık 300 milyon kişi astım hastası"  Haber

"Yaklaşık 300 milyon kişi astım hastası" 

 Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, dünyada yaklaşık 300 milyon insanın astım hastası olduğuna dikkat çeken Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Nurhan Köksal, "Türkiye'de de astım sıklığı giderek artmaktadır. Ülkemizde yaklaşık olarak yetişkinlerin yüzde 5-10'u ve çocukların ise yüzde 10-15'i astım ile yaşamlarını sürdürmektedirler" dedi.  Liv Hospital Samsun Göğüs Hastalıkları Kliniği’nden Prof. Dr. Nurhan Köksal, "7 Mayıs Dünya Astım Günü" dolayısıyla astım hastalığı hakkında bilgilendirmelerde bulundu. Astımın tanımını yapan Prof. Dr. Köksal, "Astım, solunum yollarının kronik inflamatuar hastalığıdır. Bu hastalık, hava yolları ve bronşlarda enflamasyona (iltihaplanma), ödeme ve bronşların daralmasına neden olur. Bu da nefes almayı zorlaştırarak nefes darlığı, öksürük, göğüs sıkışması ve hırıltı –hışıltılı soluma gibi semptomlara yol açabilir. Astım dünyada oldukça yaygın bir hastalıktır ve her yaştan insanı etkileyebilir" diye konuştu.  "Yaklaşık 300 milyon kişi astım hastası"  Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, yaklaşık 300 milyon insanın astım hastası olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Köksal, "Türkiye'de de astım sıklığı giderek artmaktadır. Ülkemizde yaklaşık olarak yetişkinlerin yüzde 5-10'u ve çocukların ise yüzde 10-15'i astım ile yaşamlarını sürdürmektedirler" şeklinde konuştu.  "Pasif içicilik astım riskini artırıyor"  Astımın belirli risk faktörlerine değinen Prof. Dr. Köksal, "Genetik yatkınlık önemli bir faktördür. Ayrıca çevresel faktörler, hava kirliliği, sigara dumanı, pasif sigara içiciliği, alerjenler (toz akarları, polenler, küf mantarları vb.), solunum yolu enfeksiyonları ve bazı mesleklerde maruz kalınan bazı maddeler astım riskini artırabilir. Astımın tanısı genellikle semptomların ve solunum testlerinin bir kombinasyonuna dayanır. Göğüs hastalıkları uzmanları hastanın tıbbi geçmişini ve semptomlarını değerlendirirler, fizik muayene ve solunum fonksiyon testleri (spirometri gibi) yapabilirler. Ayrıca, alerji testleri de astımın belirli tetikleyicilerini tespit etmede yardımcı olabilir" dedi.  "Astım tedavisinde tetikleyici faktörlerden kaçınılmalı"  Tedavi yollarından bahseden Prof. Dr. Köksal, "Astımın tedavisi genellikle iki ana kategoride yapılır. Önleyici tedavi ve semptomları kontrol altında tutmak için bronkodilatör tedavi. Önleyici (antienflamatuar) tedavi genellikle düzenli olarak alınan inhaler kortikosteroid ilaçlarını içerir ve astım semptomlarını kontrol altında tutmaya yardımcı olur. Bronkodilatör tedavi ise semptomlar ani bir şekilde kötüleştiğinde kullanılan ilaçlardır ve düzenli kullanılması önerilmez. Astımın tedavisinde hasta eğitimi, tetikleyici faktörlerden kaçınma ve düzenli göğüs hastalıkları doktor kontrolleri gibi önlemler de tedavinin önemli bir parçasıdır" ifadelerini kullandı. 

İnsülin Direncine Dikkat Haber

İnsülin Direncine Dikkat

İnsülin direncinin zamanla kan şekeri yüksekliğine ve tip 2 diyabete neden olabileceğini belirten İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Yavuz Akıncıoğlu, halsizlik, tatlı isteği ve göbek çevresi yağlanması gibi belirtilere dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.   BHT CLINIC İstanbul Tema Hastanesi'nden İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Yavuz Akıncıoğlu, insülin direncinin yemeklerden sonra kandaki insülin hormonuna karşı hücrelerin yanıtının azalması ve buna bağlı olarak kanda glukozun birikmeye başlamasıyla ortaya çıkan bir metabolik bozukluk olduğunu belirtti. Akıncıoğlu, bu durumun zamanla kan şekeri yüksekliğine ve tip 2 diyabet başta olmak üzere, hipertansiyon ve kardiyovasküler hastalıklar gibi birçok soruna yol açabileceği uyarısında bulundu.  Stres ve uyku, insülin direncini geliştirebilir  İnsülin direncinin gelişiminde hareketsiz yaşam tarzı, kilo fazlası (özellikle karın bölgesinde biriken yağ), genetik yatkınlık, karbonhidratların ve şeker oranı yüksek besinlerin aşırı tüketilmesi gibi etkenlerin rol oynadığını dile getiren Dr. Akıncıoğlu, stres ve uyku bozukluklarının da tabloyu ağırlaştırabileceğini ifade etti.  "Belirtiler önemsenmeli"  Yemek sonrası yorgunluk ve uyku hali, aşırı tatlı isteği, erken acıkma, terleme, göbek çevresinde yağlanma ve kilo vermekte zorlanmanın insülin direncine işaret edebileceğini belirten Dr. Akıncıoğlu, kadınlarda polikistik over sendromu ve adet düzensizliklerinin de bu durumla ilişkili olabileceğini söyledi.  Kan trigliserit düzeyi ile insülin direnci arasında güçlü bir ilişki olduğunu, kanda yağ asitlerinin insülin direncini yükselttiğini ifade eden Dr. Akıncıoğlu, açlık insülin değeri ve kan şekeri düzeyinin değerlendirilmesiyle, HOMA-IR, Trigliserit/HDL oranı gibi hesaplamalarla insülin direncinin tespit edilebildiğini belirtti.  Yaşam tarzı değişikliği şart  İnsülin direnciyle mücadelede en etkili yöntemin yaşam tarzı değişiklikleri olduğunu, fazla kilolardan kurtulmanın, düzenli fiziksel aktivitenin önemini vurgulayan Dr. Akıncıoğlu, düşük glisemik indeksli besinlerin tercih edilmesi gerektiğini belirterek, şekerli ve işlenmiş gıdalardan uzak durulması gerektiğini ifade etti. Dr. Akıncıoğlu, karbonhidratların mutlaka proteinle birlikte alınmasının önemine de dikkat çekti.  "Gerekirse ilaç desteği alınabilir"  İnsülin moleküler bozulmasına dayalı yeni araştırmalarla insülin direncine yönelik farklı tedavi yöntemlerinin gelişebileceğini belirten Dr. Akıncıoğlu, bazı durumlarda ilaç desteğine başvurulabileceğini, özellikle metformin gibi ilaçların doktor kontrolünde kullanılabileceğini sözlerine ekledi.  Erken tanının önemine dikkat çeken Dr. Akıncıoğlu, insülin direncinin zamanında müdahale ile kontrol altına alınabileceğini, bu sayede tip 2 diyabet, hipertansiyon ve kalp-damar hastalıkları gibi ciddi sağlık sorunlarının önüne geçilebileceğini vurguladı. Dr. Akıncıoğlu, şüpheli belirtiler varsa mutlaka bir endokrinoloji ya da iç hastalıkları uzmanına başvurulmasını önerdi. 

Dikkat: Kene mevsimi kapıda! Haber

Dikkat: Kene mevsimi kapıda!

 Erzurum Sağlık İl Müdürlüğü uzmanları; Kırım Kongo kanamalı ateşinin (KKKA), kenelerle veya hasta hayvanlarla temas sonucu bulaşan, ateş ve kanamalarla seyreden, virüsten kaynaklanan bir hastalık olduğunu ifade etti.   Yapılan açıklamada, Türkiye’de ilk kez 2002 yılında Tokat ve çevresinde görülen bu hastalığın Erzurum’un da içinde yer aldığı bölgede sıkça görüldüğü ifade edilerek, "KKKA, kenelerin görülmeye başlandığı ilkbahar ve yaz aylarında (Nisan-Ekim) daha sık görülür. Bulaşma kene ısırığıyla en yaygın bulaşma şeklidir. Hasta hayvanlarla temas; Büyükbaş ve küçükbaş hayvanların kanı, eti, idrarı ve vücut sıvıları ile temas sonucunda da bulaş olabilmektedir. İnsandan insana; Hasta kişilerin kanı, idrarı, tükürüğü, kusmuğu veya diğer vücut sıvıları ile korunmasız temas sonucunda bulaşabilir. En çok sağlık çalışanları risk altındadır" denildi.  Belirtileri nelerdir?  Kırım Kongo kanamalı ateşinin belirtiler ise şöyle sıralandı; "Kenenin ısırmasından sonra 1-3 gün (en fazla 9 gün) içinde, hastalıklı kana/sıvıya temas sonrası ise 5-6 gün (en fazla 13 gün) içinde başlar. Ani başlayan ateş, şiddetli baş ağrısı, kas ve eklem ağrıları, halsizlik, iştahsızlık, bulantı, kusma, karın ağrısı, ishal şikayetler arasındadır. İlerleyen günlerde ise burun, diş eti, cilt altı kanamaları, idrarda ve dışkıda kan, deride morarma, karaciğer ve böbrek yetmezliği gelişebilir. Geç tanı koyulursa ölüm ihtimali artar. Ne yazık ki tedavi için özel bir ilacı yoktur. Hekim, hastanın durumuna göre tedaviyi düzenler. Bu nedenle hastalıktan korunmak çok önemlidir"  Hastalıktan Nasıl Korunulur?  Pikniğe/tarlaya giderken uzun kollu kıyafet, pantolon ve çizme/tulum giyilmelidir. Pantolon paçaları çorap içine sokulmalıdır. Kene bulunan yerlerden dönüldüğünde kulak arkası, koltuk altları, kasıklar ve diz arkası dâhil tüm vücut kontrol edilmelidir. Kene varsa keneyi ezmeden, döndürmeden, cımbız veya eldivenle çıkarılmalıdır. Eğer çıkarılamıyorsa en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır. Kene çıkarıldıktan sonra o bölge antiseptikle (kolonya örneğin) temizlenmelidir. Kenelerin üzerine sigara basmak, kolonya veya gaz yağı gibi maddeler dökmek; kenenin kasılmasına ve taşıdığı mikropları vücuda aktarmasına neden olabileceğinden, bu tür uygulamalardan kesinlikle kaçınılmalıdır. Hayvanların kanıyla veya dokusuyla direkt temastan kaçınılmalıdır. Kene teması sonrasındaki 10 gün içinde ateş, kas ağrısı, kanama gibi şikayetler gelişirse mutlaka en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır. Sağlık çalışanına kene teması mutlaka söylenmelidir. 

"Ayağım o kadar etmez, ampute edin" Haber

"Ayağım o kadar etmez, ampute edin"

Yıllardır şeker hastalığı nedeniyle ayağındaki kronik yara kapanmayan 59 yaşındaki bir hasta, uygulanan larva tedavisiyle yeniden yürüdü.  Ayağında kronik kapanmayan yara olan Aydın Akat umutsuzlukla başladığı tedavi arayışında kızıyla birlikte İstanbul'daki birçok sağlık kuruluşuna başvurdu. Yüksek maliyet talepleri ve "iyileşmez" yanıtları karşısında "Ayağım o kadar etmez, ampute edin" sözleriyle çaresizliğini dile getiren hasta, son çare olarak Büyük Anadolu Hastanesi'ne yönlendirildi. Burada Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Şahin'in yakından takip ettiği süreçte uygulanan larva tedavisi, doğal bir biyoterapi yöntemi olarak yalnızca ölü dokuları hedef aldı. Enfeksiyon riski azalırken yara hızla iyileşmeye başladı ve hasta, yeniden yürüyebilmenin sevincini yaşadı.  "Yalnızca çürümüş bölgeyi temizliyor"  Prof. Dr. Mustafa Şahin, "Larvalar, canlı dokuya asla müdahale etmeden yalnızca çürümüş bölgeyi temizliyor. Bu sayede hem enfeksiyon kontrol altında tutuluyor hem de iyileşme süreci hızlanıyor. Aydın Bey'in ve ailesinin süreç boyunca gösterdiği sabır ve inanç; ekibimizin titiz çalışmasıyla birleşince bu başarı ortaya çıktı" dedi. Tedavi sürecinde yakından ilgilenen hastanın kızı ise, "Hiç vazgeçmedik, sabırla her öneriyi uyguladık. Mustafa Hocamız ve ekibinin emeğiyle aşamayacağımız hiçbir şey yoktu. Babam yeniden adım atabildi" diye konuştu. Hastanın iyileşme hikâyesi, larva tedavisinin Türkiye'de diyabetik yaralarla mücadelede ne kadar etkili ve doğal bir alternatif olduğunu bir kez daha gösterdi. "Ayağım o kadar etmez, ampute edin" diyerek başladığı bu yolculuk, doğru yöntem ve inançla Büyük Anadolu Hastanesi'nde gerçek bir başarı hikâyesine dönüştü. 

Mantar Yerken Dikkat Haber

Mantar Yerken Dikkat

 Düzce İl Sağlık Müdürü Dr. Yasin Yılmaz, doğada kendiliğinden yetişen mantarlarla ilgili olarak zehirlenmelerine karşı uyarıda bulunarak bandrollü kültür mantarlarının tercih edilmesi gerektiğini söyledi.  Sağlık Müdürü Dr. Yasin Yılmaz’da mantar zehirlenmelerine karşı vatandaşları uyardı. Doğal ortamlarda yetişen ve yapısında zehir bulunan mantarların taze, kurutulmuş veya konserve şeklinde çiğ veya pişirilmiş olarak yenilmesi neticesinde ölümle sonuçlanabilen ciddi zehirlenmeler görülebileceğini işaret eden Yasin Yılmaz, "Doğal ortamlarda yetişen mantarlar vatandaşlar tarafından çokça rağbet görüyor. Mantar zehirlenmeleri, özellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında yağışların bol olduğu mevsimlerde görülüyor. Rengi, kokusu ve tadı ile bir mantarın zehirli olup olmadığı anlaşılamaz. Doğal alanlarda yetişen zehirli mantarların da bulunduğu unutulmamalı" ifadelerinde bulundu.  Sağlık Müdürü Yasin Yılmaz, mantarda bulunan zehrin 2 ile 6 saat içinde ortaya çıktığını bildirerek "Mantarın yenmesini takiben 2 saat içinde sersemlik, uyku hali, tansiyon düşüklüğü, bulanık görme, yüzde ve boyunda kızarma, ağızda metal tat duyusu, bulantı, kusma, terleme; bazı türlerin yenmesinden 6 saat sonra ise bulantı, kusma, ishal, ateş, çarpıntı, karın ağrısı, karaciğer, böbrek fonksiyon bozuklukları ve ölümle sonuçlanan zehirlenme belirtileri görülebiliyor. Doğada yetişen mantarları kesinlikle tüketmemeli, doğal alanlarda yetişen mantarlar yerine bandrollü kültür mantarları tercih edilmelidir" dedi.  Dr. Yılmaz son olarak ise; Ulusal Zehir Danışma Merkezi zehirlenme konusunda 7/24 kesintisiz hizmet sunduğunu ihtiyaç halinde bilgi almak isteyen vatandaşların 114 numaralı Ulusal Zehir Danışma Merkezini arayabileceklerini bildirdi.

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
Yeni Marmara Gazetesi En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.