Hava Durumu

#Dünya

Yeni Marmara Gazetesi - Dünya haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Dünya haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Dikkat! Son altı yılın en güçlü güneş patlaması! Haber

Dikkat! Son altı yılın en güçlü güneş patlaması!

Güneşin Kızgın Yüzü: Son Altı Yılın En Güçlü Patlaması Nasıl Meydana Geldi? NASA, son altı yılın en güçlü güneş patlamasını kaydetti. Bu olay, Perşembe günü Dünya üzerinde bazı radyo iletişimlerini geçici olarak kesintiye uğrattı. Güneş yüzeyinde gerçekleşen bu şiddetli patlama, NASA'nın 2010 yılında fırlattığı ve güneş aktivitelerini sürekli izleyen Solar Dynamics Observatory(SDO) tarafından yakalandı. Bu, koronal kütle atımı (CME) olarak adlandırılan, oldukça enerjik bir fenomenin parıltılı renklerle dolu görüntüsüydü.     Etkileri Dünya'ya Ulaşan Patlama: İletişim ve Uzay Araçları Üzerindeki Etkisi NASA, bu X sınıfı patlamanın, radyo iletişimini, elektrik şebekelerini ve navigasyon sinyallerini etkileyebilecek yoğunlukta olduğunu açıkladı. Ayrıca, bu tür patlamaların uzay araçları ve astronotlar için ciddi riskler oluşturabileceği belirtildi. ABD'de ve dünyanın diğer bölgelerinde gündüz saatlerinde yaklaşık iki saat süren radyo kesintilerine neden olan bu patlama, güneşin şiddetli gücünü bir kez daha gözler önüne serdi.     Uzmanlar Ne Diyor: Olayın Bilimsel Önemi ve Analizi Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi'nin (NOAA) Uzay Hava Tahmin Merkezi, bu olayı "inanılmaz" ve "kaydedilen en büyük güneş patlamalarından biri" olarak tanımladı. Merkez, patlamanın radyo iletişimi üzerindeki etkilerinin Perşembegünü öğlen ve öğleden sonra 2 arasında hissedildiğini bildirdi. Bilim insanları, CME'nin "güneşin uzak kuzeybatı bölgesinden" kaynaklandığını ve diğer potansiyel etkilerini analiz etmektedirler.     Tarihsel Perspektif: 2017'den Bu Yana En Güçlü Patlama Bu patlama, 10 Eylül 2017'den bu yana kaydedilen en güçlü güneş patlaması olmakla kalmayıp, mevcut güneş döngüsünün de en şiddetlisidir. X sınıfı güneş patlamalarının çoğu genellikle 1 ila 9 arasında derecelendirilirken, bu son olay 8 olarak sınıflandırıldı. Tarihteki en güçlü güneş patlaması ise, 4 Kasım 2003'teki X28 olayı olarak bilinmektedir. HABER:İSMAİL KEMAL KEMANKAŞ

Dünyanın en iyi şehirleri belli oldu! Türkiye'den 3 şehir Haber

Dünyanın en iyi şehirleri belli oldu! Türkiye'den 3 şehir

2023 için dünyanın en iyi 100 şehri sıralandı. Paris, geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da zirveyi kaptırmazken; listede Türkiye'den de üç şehir yer aldı. Uluslararası araştırma şirketi Euromonitor International'ın turizm performansı; turizm altyapısı; turizm politikası ve çekicilik; sağlık, güvenlik ve sürdürülebilirlik gibi kriterleri baz alarak oluşturduğu listede Paris üç yıldır ilk sırada yer alarak dikkat çekti. Paris'in hemen ardından ise Dubai, Madrid ve Tokyo sıralandı. Turizm altyapısındaki gelişmeler sayesinde dördüncü sırada yer alan Tokyo'nun ilk defa ilk 10'a girmesi ise önemli bir gelişme olarak görüldü. Tokyo'nun bu yükselişine karşılık Londra ise dört sıra gerileyerek 10. oldu. Araştırma şirketinin hazırladığı listeyi ilk 20'de12 şehri ve ilk 100'de 63 şehri yer alan Avrupa domine etti. Buna karşılık, New York dışında ilk 20'de yer alan tek ABD şehri ise 19. sıradaki Los Angeles oldu. TÜRKİYE'DEN ÜÇ ŞEHİR İLK 100'DE Veri şirketi Lighthouse ile birlikte hazırlanan rapora göre İstanbul, 2022'ye göre yüzde 26 artışla 20,2 milyon uluslararası varışla dünyanın en popüler yabancı destinasyonu oldu. İstanbul'un hemen ardından da 18,8 milyon ziyaretçiyle Londra geliyor ve onu 16,8 milyon ziyaretçiyle Dubai takip ediyor. Euromonitor International'ın üst düzey yöneticisi Nadejda Popova şunları söyledi: "Paris, olağanüstü performansının ardından dünyanın lider şehri unvanını korudu. Artan yaşam maliyetleri ve dalgalanan enflasyonun, özellikle küresel durgunluk devam ederse, 2024 ve 2025'te sektörün büyümesinde en büyük zorluklar olması bekleniyor. Tüketicilerin seyahat rezervasyonu yaparken paranın karşılığını veren seyahat tekliflerini aramaları ve sürdürülebilir turizm alternatiflerinin yanı sıra özgün ve yerel deneyimleri tercih etmeye devam etmeleri bekleniyor." Rapor, uluslararası seyahatin 2023'te güçlü bir toparlanma yaşadığını ve seyahat sayısında yüzde 38'lik bir büyümenin gerçekleştiğini gösteriyor. DÜNYANIN EN İYİ 100 KENTİ: 1. Paris 2. Dubai 3. Madrid 4. Tokyo 5. Amsterdam 6. Berlin 7. Roma 8. New York 9. Barselona 10. Londra 11. Singapur 12. Münih 13. Milano 14. Seul 15. Dublin 16. Osaka 17. Hong Kong 18. Viyana 19. Los Angeles 20. Lizbon 21. Prag 22. Sidney 23. İstanbul 24. Melbourne 25. Orlando, Florida 26. Frankfurt 27. Kyoto 28. Taipei 29. Floransa 30. Toronto 31. Atina 32. Zürih 33. Bangkok 34. Las Vegas, NV 35. Miami 36. Kuala Lumpur 37. Venedik 38. Abu Dabi 39. Stokholm 40. Brüksel 41. Tel Aviv 42. San Francisco 43. Şanghay 44. Varşova 45. Guangzhou 46. Kopenhag 47. Nice 48. Washington 49. Budapeşte 50. Shenzhen 51. Vancouver 52. Palma de Mallorca 53. Sevilla 54. Sao Paulo 55. Valensiya 56. Meksika 57. Antalya 58. Sapporo 59. Pekin 60. Busan 61. Fukuoka 62. Edinburg 63. Porto 64. Kudüs 65. Krakov 66. Rio de Janeiro 67. Honolulu, Merhaba 68. Montreal 69. Makao 70. Cancún 71. Marne-La-Vallée 72. Doha 73. Şarja 74. Rodos 75. Verona 76. Bolonya 77. Selanik 78. Buenos Aires 79. Lima 80. Phuket 81. Delhi 82. Kandiye 83. Tallinn 84. Pattaya-Chonburi 85. Ho Chi Minh Şehri 86. Playa Del Carmen 87. Johor Bahru 88. Santiago 89. Tiflis 90. Riyad 91. Marakeş 92. Vilnius 93. Muğla 94. Zhuhai 95. Mekke 96. Punta Cana 97. Guilin 98. Hanoi 99. Kahire 100. Maskat

Türkiye'nin dört bir yanından ziyaretçi akın ediyor!  Giriş ücretleri zamlanıyor Haber

Türkiye'nin dört bir yanından ziyaretçi akın ediyor! Giriş ücretleri zamlanıyor

Ailelerin, çocuklarıyla gönüllerince gezip eğlendiği Bursa Hayvanat Bahçesi'nin fiyat tarifesi, 2024 yılında zamlanıyor. Dünya standartlarında modern bahçe olarak 206 bin 600 metrekarelik alan üzerine kurulan Bursa Hayvanat Bahçesi'ne girişlerde yetişkin 15 liradan 24 liraya çıkarken, öğrenci ise 7 liradan 11 liraya yükseldi. 129 türden 969 hayvana ev sahipliği yaptığı hayvanat bahçesinin fiyat tarifesi Bursa Büyükşehir Belediyesi 2024 Mali Yılı Gelir Tarifesi Taslağı'nda yer aldı. Öğretmen nezaretinde gelen ilk, orta, lise ve yaz okulları öğrencilerinden, 0-6 yaş arası çocuklardan, ziyaretçi kafilesi getiren kokartlı tur rehberlerinden, engelli kimlik kartına sahip olan vatandaşlardan ve yanlarından bulunan 1 refakatçıdan, Hayvanat Bahçesi Şube Müdürlüğünün düzenlediği etkinliklere katılan okulların öğretmen, öğrenci ile velilerden, 4 Ekim Hayvanları Koruma Günü, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı günlerinden hayvanat bahçesini ziyaret edenlerden ücret talep edilmiyor. Özellikle çocukların ve ailelerin en çok ziyaret ettiği Bursa Hayvanat Bahçesi giriş ücretleri 2023 yılı itibariyle artırıldı. Yaklaşık 206 bin metrekarelik alanda 135 türden bini aşkın hayvanın bulunduğu ve yılda 1 milyondan fazla ziyaretçiyi ağırlayan Hayvanat Bahçesi’nin bilet ücretlerinde cüzi miktarda artış yapıldı. İşte yeni fiyat tarifesi: Yetişkin : 15 TL Öğrenci : 7 TL (30 yaş altındaki öğrenciler için geçerlidir) Çocuk: (0-6 yaş) Ücretsiz Eğitim ve Öğretim döneminde öğretmenleri nezaretinde gelen grup öğrenciler ücretsizdir. Açılış – Kapanış Saatleri 09:30 – 17:30 Gişelerde bilet satışlarımız kapanış saatinden 1 saat önce (16.30’da) sona ermektedir. Ulaşım • Şehir merkezinden 15, 15/E numaralı otobüsler ile gişe önüne kadar • Kent meydanından Soğanlı-Botanik Park minibüsleri ile yürüme mesafesinde • Şehrin Batı bölümünden Terminal otobüsleri ile yürüme mesafesinde Bursa Hayvanat Bahçesine ulaşabilirseniz.

Dünyanın ilk beyin ameliyatına ait kafatası Haber

Dünyanın ilk beyin ameliyatına ait kafatası

Tarihi geçmişiyle birçok medeniyete ev sahipliği yapan ve Orta Anadolu’nun ilk yerleşim yeri olarak bilinen Aksaray’da yaşanan dünya ilkleri herkesi şaşırtıyor. İlkler arasında yer alan 10 bin 500 yıl önce dünyanın ilk beyin ameliyatına ait kafatası müzedeki ziyaretçilerini şaşırtıyor. Aksaray’ın Gülağaç ilçesine bağlı Kızılkaya köyünde bulunan Aşıklı Höyükte kazı çalışmaları her yıl aralıksız olarak devam ettiriliyor. 1989 yılında başlatılan kazı çalışmalarında birçok yaşam malzemelerinin yanı sıra genç bir kadına ait kafatası bulundu. Kafatasının 2 tarafından yaklaşık 11.2 milimetre genişliğinde bir delgi ile delindiği tıbben de kanıtlanırken, yapılan bilimsel çalışmalarda hasta kadının bu ameliyattan sonra 10 gün daha yaşadığı tespit edilmiş. Aşıklı Höyük ve ilk beyin ameliyatına ilişkin bilgiler veren Aksaray Müze Müdürü Yusuf Altın, kazı çalışmalarının 30 yılı aşkın bir süredir devam ettiğini söyledi. Tespit edilen 10 bin 500 yıl önceki yaşam koşullarını ve mücadelesini de anlatan Altın, ilk beyin ameliyatının burada yapıldığına işaret etti. Aşıklı Höyük’te 1300 yıllık bir yaşam serüveni olduğunun altını çizen Müze Müdürü Yusuf Altın, “Aşıklı Höyük bizim Cumhurbaşkanlığımız kararlı kazılarımızdan bir tanesidir. Kazı çalışmalarına yaklaşık 30 yılı aşkın bir süreçten beri devam edilmektedir. Buradaki kafatasına geldiğimiz zaman milattan önce 8500 yılıyla 7300 yılları arasında 1300 yıllık bir yaşam serüveni var orada. Yani o zamanki neolitik yaşam tarzı olarak normal ilkel kabileler tarafından yaşanmaktaydı. O dönemde ilk önce etçil bir toplum, aynı zamanda otçul bir toplum, avcı toplayıcı bir toplum ile hayvan evcilleştirilmesi var. Obsidyen taşlarımızla kemiklerle birlikte ilk değirmen yapıtlarını görmekteyiz. Sürtme taşlarıyla birlikte buğday ekerek tarım toplumuna da yavaş yavaş geçildiğini görmekteyiz. İlk mimari olarak mimari yapılarını da görmekteyiz. Etçil bir toplum, otçul bir toplum ve daha sonra da sağlık meydana geliyor. Sağlık meydana gelince de ilk beyin ameliyatını bundan 9500 yıl önce Aşıklı Höyük’te görüyoruz. Bu beyin ameliyatına geldiğimiz zaman 25-30 yaşlarında bir hanımefendinin kafatasından 2 tane delik açılarak böyle bir çalışma yapıyorlar. Bu çalışmayı da muhtemelen kemik ve obsidyen madenlerini kullanarak bu çalışma yapılmış. Bu çalışmalar yapıldıktan sonra hastanın 10 gün daha yaşadığı tespit edildi. Peki yaşadığı nasıl tespit ediliyor? Örneğin bir uzvumuz kırıldığı zaman bir kaynama süreci geçer ve yeni bir doku, kemik dokusu oluşma süresi var. Antropologlar ve tıp aleminde bununla ilgili gerekli çalışmalar yapıldı ve 10 gün daha yeni bir doku oluştuğu tıbben ispat edilmiştir. Öyle olunca da ilk beyin ameliyatı olarak müzemizin değerli envanterlerinden bir tanesidir” dedi.

Türk sanayisinin dijital dönüşüm hamlesi! Haber

Türk sanayisinin dijital dönüşüm hamlesi!

Beşincisi düzenlenen etkinliğin Bursa ayağında dünyada Endüstri 5.0 konuşulurken Türkiye’nin dijital dönüşüm hamleleri görüşüldü. Birçok farklı şehirde düzenlenen ‘Sanayide Dijital Dönüşüm’ etkinliğinin beşincisi Bursa Nilüfer OSB’de gerçekleşti. Farklı sektörlerden çok sayıda firmanın yer aldığı programda Türkiye’nin sanayide dijitalleşme performansı konuşuldu. Programın açılış konuşmacılarından Mert Software & Electronics’in Yönetim Kurulu Başkanı İlhan Özdemir, verilere göre sanayimizin dijital olgunluk seviyesinin Endüstri 2.0 ile Endüstri 3.0 arasında olduğunu söyledi. Yapılan bu tarz organizasyonların Türkiye’nin gelişimi açısından önemli olduğunu vurgulayarak ‘Mert Software & Electronics olarak bir yandan elektronik ve yazılım bütünleşik üretimde dijital dönüşüm teknolojilerini geliştirip hizmete sunarken, bu teknolojilerden en verimli şekilde faydalanmayı bilen nitelikli insan gücü yetiştirmeyi de bir görev addediyoruz’ ifadelerini kullandı. “TEKNİK OLARAK İYİ BİR YERDEYİZ BİRAZ DAHA HIZLANIRSAK DAHA İYİ BİR DURUMDA OLURUZ” Mert Software & Electronics Yönetim Kurulu Başkanı İlhan Özdemir, Türkiye derin üretim deneyimi olan bir ülke profili sergiliyor. Geleneksel üretim yöntemleriyle hareket eden şirketlerin olması dijital sisteme geçmemizi biraz daha yavaşlatıyor. Teknoloji hızla ilerliyor. Süper bilgisayarlar, mikro bilgisayarlar artık sanayiye girmeye başladı. Biz belirli bir olgunluk seviyesine ulaşacağız ancak biraz zaman alacak, daha sonrasında bu süreç çok daha hızlı gelişecek. Biz Türkiye’de öyle bir noktadayız ki yaklaşık üretim maliyet endeksimiz 100 birimlerde. Bu veri batıya doğru gittikçe artar, doğuya doğru gittikçe de düşer. Biz şu anda teknik olarak iyi bir yerdeyiz, biraz daha hızlanırsak daha iyi bir durumda olabiliriz” ifadelerini kullandı. 26 YILLIK TECRÜBESİ İLE MERT SOFTWARE & ELECTRONİCS SANAYİDE DİJİTAL DÖNÜŞÜME ÖNCÜLÜK EDİYOR Yapılan çalışmaların yanı sıra insan kaynağının gelişimine de katkı sağladıklarını belirten Özdemir, “Bizler dijital dönüşüm sürecini hızlandırmak için var gücümüz ile çalışıyoruz. Bu dönüşüm süreci zorlu bir süreç ve elektronik açıdan da çokça desteklenmesi gerek. Biz de Mert Software & Electronics olarak bu konuda bir dizi çalışma yürütüyoruz. 1997 yılından bu yana yazılım ve elektronik tabanlı uygulamalar geliştiriyoruz ve dijitalleştirme sürecini destekliyoruz. Bu tarafta 26 yıla yakın bir deneyim söz konusu ve bu deneyimi tüm paydaşlarımıza aktarıyoruz. Üniversiteler ile birlikte iş birliği içerisindeyiz. Türk Alman Üniversitesi’yle şirketimizde kurulu dijital dönüşüm uygulama merkezimizin birebir aynısını kurmak için anlaşma yaptık. Uludağ Üniversitesi, Bursa Teknik Üniversitesi ve Mudanya Üniversitesi ile sistematik temaslarımız var. Yazılım ve elektronik tabanlı çalışmalarımız şu anda dünya ölçeğinde 18 ülkede uygulanıyor. Dünyaca ünlü bir içecek markası, otomotiv firmaları dünya üzerindeki çoğu tesisinde bizim geliştirdiğimiz yazılım ve elektronik alt yapıları kullanıyor. Biz bu konuda kendimiz ile gurur duyuyoruz. Şu anda bizimle çalışan 115 nitelikli arkadaşımız var ve dijital dönüşüm için sürekli çalışmaya devam edeceğiz” dedi. “DİJİTAL DÖNÜŞÜMÜN ALTYAPISINI OLUŞTURMAMIZ GEREKİYOR” Sanayide dijital dönüşüm ile birlikte kalite, hız ve maliyetlere olumlu yönde katkı sağlanması isteniyorsa kurumsal alt yapının da paralelde yapılandırılması gerektiğini söylen Uludağ Üniversitesi İşletme Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kurtuluş Kaymaz, “Etkinlik, dijital dönüşüm ekseninde oldukça verimli geçiyor. Çeşitli firmalar kendi yetenek ve kapasitelerini sergiliyorlar. Dijital dönüşüm olgusu ile ilgili daha fazla bir araya gelmeye ve fikir alış verişinde bulunmaya ihtiyacımız var. Bu tarz etkinliklerle özellikle belirgin kavramlar üzerinden aynı dili konuşmaya çalışmalıyız. Sayısallaştırma, dijitalleşme ve dijital dönüşüm kavramlarını bir bütün olarak değerlendirmek ve çeşitli alanlara yayılı bir dönüşüm süreci olarak görmek gerek. Dijital dönüşüm meselesini salt bir teknoloji kazanımı olarak algılamamak en önemlisi. Bunun arka planında örgütsel yapıyı da inşa etmek gerekiyor. Bu anlamda iyi bir stratejik kurgu, insan kaynağı pratikleri ve kültür oluşturmaya dönük unsurlar son derece önemli. Benzer şekilde iş birlikleri üzerine kurulu bir biçime de ihtiyaç var. Veri ve veri yönetimi elbette bu işin odağında yer alıyor. Operasyonel etkinlik istiyorsak yani dijital dönüşümün kaliteye, maliyetlere, hıza ve dolayısıyla karlılığa, pazar payı artışına ve büyümeye evrilmesini bekliyorsak arka planı da buna göre oluşturmamız gerekir” şeklinde konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Dünyanın geleceği 5 ülkenin insafına bırakılamaz Haber

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Dünyanın geleceği 5 ülkenin insafına bırakılamaz

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suudi Arabistan ziyareti dönüşünde uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamaları şöyle: Basın mensubu arkadaşlarım, sizleri en kalbi duygularımla, hürmetle selamlıyorum. Filistin'e yönelik İsrail'in saldırılarını ele aldığımız 8'inci Olağanüstü İslam Zirvesi'ni hamdolsun başarıyla tamamladık. Kaldı ki bu İslam İşbirliği Teşkilatı ile Arap Birliği'nin müştereken düzenledikleri bir çalışma oldu. Tabii bu vesileyle de Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatının müşterek çalışmasının, bugün değerlendirmesini de 25-26 ülke ele aldık. Bildiğiniz üzere on yıllardır işgal ve baskı altında var olma mücadelesi veren Filistin'de tam 36 gündür tarifi imkansız bir zulüm yaşanıyor. Gazze'de masum siviller, ayrım göz etmeyen ağır bombardıman altında hayatlarını kaybediyor, kendi topraklarında ayrıca göçe zorlanıyor. İsrail, hastaneleri, okulları, ibadethaneleri, cami, kilise ayırt ekmeksizin hatta hasta, ölü taşıyan ambulanslara varıncaya kadar, mülteci kamplarını hedef almak suretiyle bütün dünyanın gözleri önünde savaş suçu işliyor. Batı ülkeleri, yaşanan tüm vahşeti sadece tribünden seyrediyor. Bütün bunlar karşısında vicdan sahibi olanların, sessiz kalması mümkün değil. Bu anlayışla ilk günden beri Gazze'deki katliamı dünyaya duyurma, Filistin davasının sesi olma gayretinde oldum. Bunları gerek ziyaretler vasıtasıyla gerek telefon diplomasisiyle yürütme gayreti içindeyim. Bunu yaparken sivilleri hedef alan saldırıları hiçbir şekilde tasvip etmediğimizi ve bütün bunları gerek yazılı gerek görsel medya çalışmalarıyla da ifade ettik. 7 Ekim'den bu yana diplomasi ve diyalog kulvarlarını kullanarak insani ateşkesin tesisi için yoğun çaba sarf ettik. Temaslarımızda, ateşkes sağlanmasının, çatışmaların sona erdirilmesinin ve insani yardımların Gazze'ye kesintisiz şekilde ulaştırılmasının önemine vurgu yaptım. Şimdiye kadar 10 uçak dolusu, yaklaşık 230 ton insani yardım malzemesini, Gazze'ye ulaştırılmak üzere Mısır'a gönderdik. Sahra hastaneleri, tıbbi ve diğer yardım malzemeleriyle dolu 50 konteyner taşıyan büyük bir gemimiz dün sabah Mısır'a hareket etti ve büyük ihtimalle de yarın sabah bunlar El Ariş'e ulaşmış olacak. Gemimizin El Ariş Limanı'na ulaşması şu anda bütün gayretlerimizin neticesiyle 660 ton, malzeme yüklü. Uluslararası toplumun yaşanan katliamlar karşısında artık icraat üretmesi gerekiyor. Ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin bir kez daha işlevsiz kaldığını görüyoruz. 27 Ekim'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda ateşkes ve engelsiz insani yardım çağrısı yapan kararın, 121 üye ülkenin "evet" oyuyla kabul edilmesi umut vericidir. Uluslararası camianın geniş çoğunluğunun yaklaşımını yansıtan bu kararı önemli buluyorum, değerli buluyorum. Kararın hayata geçirilmesi sürecinde, İslam dünyasının tek vücut, tek ses olması şarttır. Bugünkü zirvemizde buna dikkat çektim. GAYRETLER TAKDİRE ŞAYAN Kuruluş nedeni Filistin davası olan İslam İşbirliği Teşkilatı'na büyük sorumluluklar düştüğünün de altını çizdim. Gerek zirve toplantısında gerek mevkidaşlarımla yaptığım ikili görüşmelerde, Filistin meselesi çözülmeden normalleşme adımlarının akim kalacağını ifade ettim. Bölgemiz ancak 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan, coğrafi bütünlüğe sahip, bağımsız ve egemen Filistin devletinin vücut bulmasıyla kalıcı barışa kavuşabilir. Bu konuda herkesin elini taşın altına koyması gerektiğine işaret ettim. Gerek Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'la yaptığım görüşmede ki düşüncelerimiz mutabık, gerek Endonezya Cumhurbaşkanı Joko Widodo ile yaptığım görüşmede bunları ele aldık. Gerekse Mısır Devlet Başkanı Sayın Sisi'yle yaptığım görüşmede yine bunları görüştük. Tabii Mısır Devlet Başkanı'nın özellikle Refah Kapısı'nı bütün olumsuzluklara rağmen işletmesi, burayı devreye sokması çok büyük önem arz ediyor. Bu konuda da şu ana kadar yaptığı gayretler takdire şayandır. Kendileriyle de irtibatlarımızı gerek dışişleri bakanlarımız gerek istihbarat başkanımız, onlar sürdürüyorlar ve biz de sürekli irtibat halinde kalacağımızın teyidini yaptık. Türkiye olarak varılacak bir çözümün uygulanması aşamasında, garantör sıfatıyla sorumluluk almaya hazır olduğumuzu tekrar dile getirdik. İslam İşbirliği Teşkilatı'ndaki dostlarımızla koordinasyon halinde, daha fazla kanın akmaması için üzerimize düşeni yapmaya devam edeceğiz. Zirvede alınan kararların hayırlara vesile olmasını diliyorum. Türkiye olarak bu sürecin takipçisi olacağız. Teşekkür ediyorum ve sözü şimdi de sizlere bırakıyorum. "BÜTÜN TEKLİFLER BİZDEN GİTTİ" Efendim, benim ilk sorum, bu toplantıdan çıkan sonuç bildirisi ile ilgili olacak. Biz bu zamana kadar İslam İşbirliği Teşkilatı'nın sonuç bildirilerini okuyorduk, görüyorduk. Oralarda sadece kınamakla yetiniliyor, bunun dışında yapıcı, yol gösterici, icraat üretici bir yaklaşım görmüyorduk. İlk kez, bu toplantıdan çıkan sonuç bildirisi çok etkileyiciydi. Ben çok beğendim. Yani okuduğum her cümle çok önemliydi, ortaya konulan öneriler de önemli. Mesela, "Filistinlilerin yerlerinden edilmesi veya sürgüne gönderilmesi kırmızı çizgimizdir, bunu savaş suçu sayarız." diyor. Tüm ülkeleri, İsrail'e yaptıkları silah ve mühimmat ihracatını durdurmaya çağırıyor. Ayrıca uluslararası alanda neler yapılabileceğini tek tek anlatan bir bildiri. Türkiye'nin, bu bildirinin ortaya çıkmasındaki tavrı, tutumu ne oldu, nasıl oldu? Diğer ülkeler, bu bildirideki bütün maddelere rahatlıkla ikna oldular mı? Yoksa bir ikna süreci yaşandı mı? Nasıl bir süreç, bu bildirinin ortaya çıkmasını sağladı? Teşekkür ederim. Öncelikle bizler Riyad'a, Filistin'de yaşanan katliama karşı ortak ses verip, ortak çözümler üretmek için geldik. Bir gün önce de Dışişleri Bakanım Hakan Fidan buradaydı ve İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği'nin Dışişleri Bakanları ile orada bir toplantı yaptılar. Bu toplantılarda, sonuç bildirgesinin bütün çerçevesini çizdiler. Evet, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın geleneğinde genelde kınamak vardır. Devletler, çeşitli nedenlerle çok fazla aksiyona girmezler. Ama geçen Olağanüstü İcra Komitesi Toplantısı'ndan itibaren bizim kafamız ne yapılması gerektiği konusunda netti ve son gelişmelerin detaylı bir biçimde sonuç bildirgesine eklenmesini talep ettik ve kabul ettirdik. Ülkelerin sonuç bildirgesi için hazırlıkları vardı. Yaptığımız toplantılarda herkes bu metinlerini tekrar gözden geçirdi. Hemen hemen icra ile ilgili bütün teklifler bizden geldi. Böylelikle zirveye gitmeden önce planladığımız konuların hepsinin nihai metne konulması sağlandı. Gerçekten çok fazla eylem noktası içeren, bugüne kadar hiç söylenmemiş, yerleşimcileri terörist olarak tanımlayan, hatta jeostrateji üreten bir metin var burada. İlk defa İsrail'in nükleer silahlarından hareketle bölgede "Nükleer Silahlardan Arındırılma Konferansı"nı teklif ediyoruz. Yani olayın hem taktik kısmı var hem stratejik kısmı var. İkisi iyi bağlandı birbirine. Özellikle yardım nasıl götürülecek konusunda daha da ileriye gidildi, "ablukayı kırma" diye bir ifade konuldu mesela. Diplomatik tanımlamanın önüne çok giderek eyleme yönelik bir tanımlanma getirildi. Üye ülkeler ilk önce bize, "Ya bunların bir kısmı yapılmazsa niye yazıyoruz biz." dediler. Biz de hep şunu söyledik, "Ortaya söylemin çıkması lazım ki arkasından eylem gelsin. Bir şey yapmak isteyen bir ülke olursa, bu metnin referans noktası olması lazım. Daha da önemlisi, Batı şunu görsün, Filistin'den dolayı onlarla bizim aramızdaki mesafe giderek açılıyor ve bu da onun göstergesi. Bu argümanlar üzerine bu ağır maddeleri kabul ettiler. Hep söylerim, İranlıların bir atasözü vardır "Oturdular, konuştular, dağıldılar." diye. Şimdi bu bildiri, yani oturulup, konuşulup, dağılınan bir zeminde oluşan bir bir bildiri olmadı. Tam aksine, eyleme geçirilmesi gereken başlıklar var. Hele hele o işgalci yerleşimcilerle ilgili, onları terörist olarak ilan etmek ki, o çok çok önemli. Bir de tabii o ablukayı kırma, yarma hareketi burada büyük bir önem arz ediyor. Nükleer silahlardan arındırma meselesi de çok çok önemli ve bu orada gerek İsrail gerekse İsrail'in arkasında olanları da bir yerde deşifre ediyor. Mesela, Macron şu anda değişik açıklamalar yapmaya başladı. Ama sen baştan hemen gittin, ziyaret ettin ve her türlü desteği verecek havasında gözüktün. Ama bu defa buralardaki ölümlerin, katliamın boyutunun çok çok ileri olduğunu söylemek suretiyle, ona karşı o da bir eylem politikası geliştirmenin havasına girdi. Şimdi burada özellikle gerek İslam İşbirliği Teşkilatı ile Arap Ligi'nin bir araya gelerek bu adımı atmış olması büyük önem arz ediyor çünkü iki teşkilatın tarihinde ilk kez böyle bir toplantı gerçekleşti. "YOĞUN BİR ŞEKİLDE GÖRÜŞMELERE BAŞLAYACAĞIZ" Sayın Cumhurbaşkanım, Özbekistan dönüşü yine çok önemli mesajlar verdiniz. Hatta Riyad zirvesinden sonra, "Arkadaşlarımla yine telefon diplomasisini sürdüreceğiz ve Birleşmiş Milletlerde hakkı ve adaleti savunanların sayısını daha da arttırmaya yönelik birçok çalışma başlatacağız." açıklamasında bulundunuz. Zirve bitti. Biraz önce biraz değindiniz ancak, bundan sonra barışı sağlamaya yönelik Türkiye'nin yol haritası ne olacak? Bunu merak ediyoruz. Şu anda Birleşmiş Milletlerde yapılan oylamada Filistin'in yanında duran 121 ülke bizim için önemli. Burada 40 ülkenin malum çekimser oyu, 14 de karşı oy var. Karşı olanların başını da Amerika Birleşik Devletleri çekiyor. Fakat biz "bu 121 ülkeye acaba 40 çekimser ülkeden ne kadar daha ilave edebiliriz?" meselesine odaklandık. Onlarla bir telefon diplomasisi veyahut da görüşme söz konusu olabilir. Örneğin, şimdi biz bu akşam Endonezya'yla görüştük ama Endonezya'yla ilgili zaten sıkıntı yok. Örneğin çekimser ülkeler arasında Macaristan bulunuyor. Onlarla görüşsek, olumsuz davranmasına rağmen, acaba yanımıza çekebilir miyiz? Ayrıca çekimser olanlardan yanımıza çekebilecek olduklarımız var mı, yok mu? Bunun arayışı içindeyiz, şöyle bir gözden geçirelim istiyorum. Bu telefon diplomasisine de Riyad zirvesinden sonra başlayalım istiyorum. Yoğun bir şekilde inşallah buna da başlayacağız. Ayrıca ayın 28'inde de İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi bize geliyor. Yani bunları sağlayabilirsek, bunlar da tabii çok daha farklı bir ses inşallah çıkaracaktır. Türk Devletleri'nde zaten fire yok, orada sıkıntı olmadı. Rusya-Ukrayna meselesinde Ukrayna'nın yanında duran bugün çekimser olanlarla konuşup "Bak siz orada Ukrayna'nın yanında yer aldınız, şimdi Filistin'de de binlerce insan öldürülüyor, burada da siz sessiz kalamazsınız. Biz ne Ukrayna ne Rusya'da ayrım yapmadık ve tahıl naklini tüm Afrika'ya, Avrupa'ya biz sağladık. Şimdi sesinizi çıkarın" deme imkanımız olacağını düşünüyorum. Ve tabii bu adımları attığımızda Afrika ülkelerinden ciddi bir fire vereceğimizi zannetmiyorum. Çünkü Afrika ülkelerinin bize bakışı çok daha iyi. Kaldı ki Mısır'la ilişkileri gayet iyi. Burada inanıyorum ki Katar'ın devreye girmesi de Afrika ülkelerinin bu sürece destek vermesini ciddi manada sağlayacaktır. 15 Kasım'da, eşimin, lider eşleri ile toplantısı var. Kaç lider eşi gelecek bilemiyorum. Şu anda görüşmeler devam ediyor. Bundan sonra 17 Kasım'da bizim bir Almanya ziyaretimiz var. Bu Almanya ziyaretimizde de tabii Batı'ya yönelik bazı mesajlarımız olacak. Veyahut da Batı'nın en güçlü ülkesi Avrupa'nın Almanya olması hasebiyle de tabii oradan Avrupa'ya bir ses olur. Ama 21 Kasım'da da inşallah bizim bir Cezayir ziyaretimiz olacak. Cezayir ziyaretini çok önemsiyorum. Çünkü bu ülkeler arasında gerçekten Cezayir, duruşunu her zaman net ortaya koyabilen bir ülke. Afrika'da tesir alanı geniş bir ülke. Onun için Sayın Tebbun'la da bu görüşmeyi çok çok önemsiyorum. İnşallah bu takvimi de başarılı bir şekilde sürdüreceğiz. "AVRUPA BİRLİĞİ'NİN TUZAĞINA DÜŞMEYİZ" Sizin de bahsettiğiniz gibi bir Almanya ziyaretiniz var. Bu ziyaretin öncesinde Avrupa Birliği Komisyonu 2023 raporunu açıkladı. Bu raporda özellikle Hamas'la ilgili bir bölüm vardı. Çünkü Avrupa Birliği, yaşanan bu süreçte Hamas'la ilgili, Türkiye'nin açıklamalarından çok ciddi derecede rahatsızlık duyduğunu dile getiriyor. Avrupa Birliği Hamas konusunu, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri denkleminin içerisine sokmaya mı çalışıyor? Son komisyon raporuna bunun yansımasını nasıl değerlendirirsiniz? Ayrıca 7 Ekim öncesi ve 7 Ekim sonrası yapılanlara hiç değinmiyorlar. Sadece 7 Ekim'de İsrail'e yapılan saldırıdan bahsediyorlar. Bu tutumlarını da nasıl değerlendiriyorsunuz? Her meselede malum Avrupa Birliği'nin, bir defa Türkiye'ye bakışı ne yazık ki ters. Burada da yine o tersliği görüyoruz. Biz Avrupa Birliği'nin bu tuzağına kesinlikle Türkiye olarak düşmeyiz, düşemeyiz. Avrupa Birliği, İsrail'in katliamında insanlık onurunu acaba görebildi mi, buna saygısı oldu mu? Bunları bizim tersten Avrupa Birliği'ne sormamız lazım. Ben Avrupa Birliği üyesi ülkelerden maalesef şu ana kadar bir tavır ortaya koyabilen göremedim. Yeni yeni şimdi çıkmaya başladılar. İşte Macron'un yaptığı son açıklamalar gibi. Ama Almanya Cumhurbaşkanı ve Başbakanı her ikisi de acaba ne gibi bir tavır içindeler? Bunu Almanya ziyaretinde çok daha net göreceğiz. Ama şu ana kadar onlarda da bir netlik henüz yok. Avrupa'ya göre uluslararası hukuku kimin ayaklar altına aldığı çok önemli. Şu an itibarıyla Avrupa Birliği'ndeki yaklaşım tarzı, ne yazık ki bizim yaklaşım tarzıyla örtüşmüyor. Fakat Almanya ziyareti birçok şeyleri deşifre edecek diye düşünüyorum. Hamas'la ilgili Avrupa Birliği, aynen İsrail gibi düşünüyor. Ama biz onlar gibi düşünmedik, düşünmüyoruz, düşünemeyiz. Çünkü ben Hamas'a Filistin'deki seçimlerin galibi bir siyasi parti olarak bakıyorum. Onların bakışıyla aynen bakmıyorum. Şimdi oradaki seçimi kazanan bir Hamas var, o zaman bir siyasi parti, öyle bakılıyor. Şimdi ise bizi öyle bir yere getirmek istiyorlar ki "Hamas bir terör örgütüdür" diyelim istiyorlar. Hayır arkadaş terör örgütü değildir. Tam aksine topraklarını koruma mücadelesi veren, müdafaa eden, vatanları için savaşan insanlardır. Aramızdaki bakış açısı bu kadar farklı. Şunu söyleyeyim, dün de söyledim. Malum Charlie Hebdo olayı. Orada ne oldu, bütün dünya liderleri, cumhurbaşkanları, başbakanları Paris'te yürüdüler. İçinde Müslüman ülkelerin liderleri de vardı. Bugün Gazze'de çocuk, kadın, yaşlı hepsini bir araya getirdiğinizde 13 bin'e ulaştı şu anda ölenlerin sayısı. Böyle bir tablo ortada. Ama şu anda dünya liderleri özellikle Filistin'deki bu olaylarda hiç sesini çıkarıyor mu? Kalkıp da İsrail'e yükleniyorlar mı? Hayır. Niye? Arkadaşlar şunu artık tespit etmemiz lazım. Burada akan kan, ölenler, şehitler, bunlar Müslüman. Ama orada ölenler, Fransız'dı veya başkalarıydı ama her şeyden önce orada da ölenler insandı. Yani onu da biz değerlendirirken, insan olması açısından bakarak değerlendirdik. Fakat burada dünya liderleri niye olaya "bu kadar insan öldü" diye bakmıyorlar? Bunların içerisinde yavrucuklar, çocuklar var ya! Çocuklar var. Bakıyorsun, beyaz kefene sarmış baba, anne almış kucağına bir taraftan öpüyor, bir taraftan çocuğunu mezara götürüyor. Sıra sıra dizmişler. Bunları gördük. Anneleri gördük, çocuğunun cesedini koklayarak, öperek onu mezara götürmeye gayret edenleri gördük. Ya bunlar sizin vicdanınızı sızlatmıyor mu? Bunlardan size bir nasip yok mu? Yok. Çünkü bunlar nasipsiz. Onun için de burada büyük bir trajediyi, büyük bir dramı yaşıyoruz. Bu dram, bu trajedi karşısında sessiz kalmak, eli kolu bağlı kalmak mümkün değil. Çok çalışacağız, gayret edeceğiz ve belki bu olay daha başka gelişmelere vesile olabilir. Bu akşam arkadaşlara, Sisi ile yaptığım görüşmeden sonra dedim, şimdi herhalde bir başka kapı açılacak bize. Mısır ziyareti ve bu adımla beraber bölgede neler yapabiliriz? Bunları inşallah yerinde konuşmak, görüşmek noktasında bu adımı da inşallah atarız. "KİLİT ÜLKE TÜRKİYE" İki gün önce Amerikan Bloomberg'de bir yazı yayımlandı. "Gazze krizini çözmenin anahtarı Türkiye'de" yazıyordu. "Biden, bu krizin çözümü için Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı aramalıydı, bunu yapmamış olması diplomatik bir hataydı diye ifade ediliyordu ve şimdiye kadar aramadı ama bundan sonrası için ne kadar erken ararsa o kadar iyi diye belirtiliyordu bu yazıda. Siz de az önce söylediniz, zaten sürecin en başından bu yana yoğun bir diplomasi trafiği yürütüyorsunuz. Bundan sonra da hız vereceğinizi ifade ettiniz. Bu kapsamda başlayacağınız bu diplomasi trafiğinde Biden'la görüşme de var mı? Görüştüğünüzde ona ne mesaj vereceksiniz? ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken daha yeni buradaydı. Herhalde bizi bundan sonra Biden ağırlar. Benim Biden'ı aramam şık olmaz. Ortadoğu'da, Doğu Akdeniz'de, bölgemizde kilit ülke konumunda olduğumuzu sadece biz söylemiyoruz. Bu coğrafyada Türkiye'ye rağmen bir girişimde bulunmak, plan yapmak mümkün değil. Bizim durduğumuz yer, takındığımız tavır, değerlerimiz ve ilkelerimiz bellidir. Bizim çabamız insan hayatını korumak, barışı sağlamak, savaşları sonlandırmak ve masumların gözyaşlarını silmek içindir. Tüm kriz bölgelerine yönelik bir çözümümüz, hamasi söylemlerden tamamen arındırılmış, derde derman reçetelerimiz mevcuttur. Dinlemek isteyenlere anlatıyor, bizi anlayabileceklere ulaşıyoruz. Bizim durduğumuz yerin kıymetini anlayabilecek herkese kapımız açıktır. Samimi çözüm için bizimle irtibat kurmak isteyen herkesle bugüne kadar olduğu gibi konuşmaya ve insanlığın itibarını kurtarmak için çabalamaya devam edeceğiz. Sorunun çözümü için en uygulanabilir önerileri sunan ülke Türkiye. Bölgedeki krizlerin, sorunların çözümü için kilit ülke Türkiye. Coğrafyamızdaki tüm ülkelerle görüşebilen, çatışan, savaşan tarafları aynı masada toplayabilen tek ülke Türkiye. "İŞİMİZ ATEŞKESİ SAĞLAMAKLA BİTMEYECEK" Büyük Filistin Mitingi'nde oradaki konuşmanızda İsrail'e, Gazze'ye yönelik saldırıları üzerinden durumu hilal ve haç savaşı haline sokmayın uyarısında bulunmuştunuz. Bu uyarınız Batılı medya organları tarafından yakından takip edildi ve gündemde oldukça yer aldı. Böylesine kritik bir dönemde siz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın 16'ncı Zirvesi dolayısıyla Özbekistan'da İran Cumhurbaşkanı Reisi'yle de bir araya geldiniz. O görüşmede önemli vurgularınız vardı. İslam dünyasının ortak tutum alarak İsrail üzerindeki baskıyı arttırması gerektiğini vurguladınız. 28'inde de Reisi'nin buraya geleceğini şimdi sizden öğrenmiş bulunduk. Dolayısıyla bu kapsamda Gazze konusunda İran'la ortak adımlar atılabilir mi? Atılmaması için hiçbir sebep yok. Tüm mesele bu ortak adımları atarken, öyle adımlar atalım ki, yani affınıza sığınıyorum hem nalına hem mıhına olmasın. Netice alıcı adımlar atalım ve bu adımları atarken duygusallıktan uzak, uluslararası diplomasiyi harekete geçirecek ve bütün bunları yaparken de gerek İran halkına gerek Türkiye halkına burada mesajlar verebilelim. Eğer bunu başarabilirsek bu tabii çok çok isabetli olur. Şu anda ayni ve nakdi bu Filistin'deki Gazze'deki vatandaşların ciddi ihtiyaçları var. Az önce de söylendiği gibi. Burada susuzluk var. Burada acaba yakıt sıkıntısını nasıl gideririz? Jeneratörler hastanelerde çalışmıyor, böyle bir durum var. Devreye sokulması gereken en önemli ülke malum İsrail üzerinde etkisi olan Amerika. Şimdi Amerika'nın üzerine Dışişleri Bakanım muhatabıyla gidiyor. Biden'a da biz aynı şekilde bunu söyleriz. Tabii Biden'la görüşmede İran'ın devreye girmesi zaten söz konusu değil. Ancak biz Biden'la görüşmede bunları onlara iletiriz, söyleriz ve bütün bunlarla birlikte şunu ifade etmemiz lazım. Gazze bir defa Filistin halkının toprağıdır. Amerika'nın bu kabullenmesi lazım. Eğer Gazze Filistin halkının değil de kalkıp hayır bu işgalci yerleşimcilerin veya İsrail'in toprağıdır diye bir yaklaşım Biden'da varsa, zaten anlaşmamız mümkün değil. Şimdi kuzeyden güneye sürüklediler. Kuzeye dönüş şu an itibarıyla ne yazık ki söz konusu değil ve ciddi sıkıntı var. Bunun da önünü açmak lazım. Burada bir taraftan Mısır'la görüşmeler yapıp bir taraftan Körfez ülkeleriyle görüşmeler yapıp Amerika'yı bizim baskı altına almamız lazım. Amerika'yı baskı altına alarak Amerika'nın İsrail'e baskısını artırması lazım. Batı'nın İsrail'e baskısını artırması lazım. Hangi Batı ülkesiyle Körfez ülkeleri eğer ilişki halindeyse oraya yapacakları baskıyla İsrail üzerindeki etkilerini arttırmak lazım. Ateşkesin sağlanması bizim için hayati derecede önemlidir. İşimiz ateşkesi sağlamakla da bitmeyecek, aksine daha da yoğunlaşacak. Gazze'deki kardeşlerimize ulaşıp yaralarını sarmak için bölge ülkelerinin dayanışması çok önemli olacak. Gazze'nin altyapısının ayağa kaldırılmasından tutun, enkaza dönen yerleşim yerlerinde yeniden yaşamın başlaması için yapılacaklar bulunuyor. Akan kanın durması, sivil ölümlerinin son bulması için İran ya da başka devletlerle atılacak her adımı görüşmeye, harekete geçmeye hazırız. Diğer yandan bu savaş, hilal-haçlı savaşına dönmeyecek. Çünkü bu savaş iyi ile kötünün, yalan ile hakikatin, mazlum ile zalimin, hak ile batılın savaşı haline gelmiştir. Nihayetinde inanıyorum ki iyiler, hakikatin yanında saf tutanlar, mazlumlar ve hakkın savunucuları yani Filistinliler ve tüm mazlumlar kazanacaktır. "GEÇMİŞİMİZ KARANLIK DEĞİL" Bir eylem planı ortaya koydunuz ve bu plan anladığımız kadarıyla sadece insani yardımın oraya ulaşması ve ateşkesin sağlanmasıyla sınırlı değil. Bunun bir siyasi süreci olacak. İki devletli çözüm, bunun sağlanacağı bağımsız Filistin Devleti'nin sağlanacağı bir siyasi çözümden bahsetmiştiniz. Bir de Barış Konferansı adımı atmayı planlıyorsunuz. Bu Barış Konferansından tam olarak beklentiniz nedir? Ateşkes, insani yardım ve sonrasındaki siyasi süreç yani iki devletli çözüme gidecek, onu sağlayacak olan siyasi sürecin bu Barış Konferansı'yla birlikte başlamasını mı hedefliyorsunuz? Bu konferansın katılım düzeyinin nasıl olmasını umuyorsunuz? Bu bizim çözüm önerilerimizden biri. Bu konuyla ilgili olarak şu anda dayanışma halinde olduğumuz, meseleleri konuşabileceğimiz, çözebileceğimiz ülkelerle bu adımı atmanın planlarını yapıyoruz. Bu konuda Dışişleri Bakanlığımız çalışmalarını daha da geliştiriyor. Bu da muhataplarıyla çok daha farklı bir zemine inşallah taşıyacak. Tabii biz adil bir barışın kaybedeni olmaz, bunu başından beri hep söyledik. Söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz. Çünkü buna samimiyetle inandık, inanıyoruz. Savaşan taraflar dahil bölgede tüm aktörlerin katılacağı bir toplantıdan daha fazla barışa hizmet eden bir zemin olamaz. Bunları sağlamaya gayret edeceğiz ve topraklarımız tarih boyu nice büyük barışlara beşiklik etmiştir. Bunu bundan sonra da devam ettirmek bizim boynumuzun borcudur. Bunu yapabilecek güçteyiz. İnsan gücü olarak bizde var, beyin gücü olarak bizde var. Bu noktada herhangi bir sıkıntımız söz konusu değil ve geçmişimiz karanlık değildir. İslam İşbirliği Teşkilatı'yla Arap Ligi'nin işte dün birlikte yaptığı çalışmada ortaya çıkan tablo görünüyor. Bütün mesele demek ki işin içerisinde olunca bir şeyler değişiyor. İnşallah bu barış konferansında da böyle bir neticeyi alabiliriz. "ALAN MARKAJI YAPACAĞIZ" 7 Ekim'den bu yana insanlık ve küresel vicdan adına sergilediğiniz duruşunuzu ikinci bir "One minute" olarak değerlendirebilir miyiz? Sizce Ortadoğu'da bundan sonra ne olacak ne değişecek? Bir de bugün siz de belirttiniz, zirve marjında Sisi'yle bir araya gelmiştiniz. Aslında biraz siz de anlattınız ama görüşmenizin detayını biraz aktarabilir misiniz? Refah Sınır Kapısı, yaralılar, kanser hastalarının nakli ve insani yardım bağlamında Sisi ile somut bir planı ele aldınız mı? Davos'ta İsrail tarafından o dönemde yine çocukların öldürülmesi konusu vardı biliyorsunuz. Samimiyetle oluşmuş ve insanlığın adeta vicdanı olmuştu ve ben ondan sonra dedim ki bu Davos'a son gelişimdir. Dedim bir daha ben Davos'a gitmem. O kapıyı kapattım. O zat da zaten artık ortalıktan kayboldu, yok. Ama Allah ömür verdi bu zat ise burada... Şimdi de aslında kurduğumuz her cümle, attığımız her adım insanlık görevimizi yerine getirmek için. Filistin'de yaşananları görmezden gelmek, onların çığlığını yok sayıp yüz çevirmek bizim için imkansızdır. O zaman Davos'ta da, şimdi dünyanın çeşitli yerlerinde de bu vicdan çağrısını dillendirmiyor olsaydık, bu tutum kendimizi inkar anlamına gelirdi. İsrail, son Gazze saldırılarıyla uluslararası kamuoyunun desteğini yitirmiştir. Ülke yönetimleri emperyalist çıkarları doğrultusunda İsrail yönetimiyle kucaklaşma yarışına girse de toplumların nezdinde İsrail artık bebek katili bir ülkedir. Bundan sonraki süreç içerisinde de attığımız adımlarda dikkat etmemiz gereken hususlar var. Kesinlikle yani tükürdüğümüzü yalamamak gerekir. Çünkü burada da nasıl bir vicdan çağrısını o zaman yaptıysak bugün yine aynı şekilde bir vicdan çağrısı yapıyoruz. Vicdanlara sesleniyoruz. Herhalde bu insanların tamamı vicdansız değil. Tamamı vicdansız olsa 121 ülke burada Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda bizim gibi düşünmezdi. Hatta ben çekimserleri dahi adeta yanımızda hissettim. Onun için ne yapacağız? Markajımızı devam ettireceğiz. Adam adama markaj, alan markajı yapacağız. Çünkü bu topraklarda özellikle yıllar önce atılmış fitne tohumları var. Bu fitne tohumlarını temizlememiz lazım. Bunu da yapar mıyız? Ben yapacağımıza inanıyorum ve bu güç, bu kalite, bu kapasite, bölgede diğer ülkelerde de var. Fakat hepsinde endişe var ve bu endişe ortadan kalkmalı. Türkiye böyle düşünüyorsa biz de aynı şekilde bu adımı atabiliriz dedirtmemiz lazım. Bölgemizdeki çatışmaların, savaşların, ihtilafların ve gerilimlerin tek bir panzehiri vardır, birlik. Bir olur, iri olur ve diri olursak bölgemizdeki ateşler bir bir söner. Yangın yerine dönen bu coğrafya geçmişte olduğu gibi gül bahçesi, medeniyet güneşi haline gelir. Bütün farklılıklarımızı zenginlik kabul ederek bir kenarda tutup ortak müştereklerimizi ön plana çıkartırsak emin olun bütün sorunlarımızın çözüm yoluna girmeye başladığını görürüz.Bölgemiz, on binlerce kilometre öteden gelerek burada güç devşirmek isteyen ülkelerden bir an önce kurtulmalı. "ADALET MANİFESTOSU" Siz yıllar önce, yanılmıyorsam 2013 yılında, Birleşik Milletler Genel Kurulu'nda New York'ta Dünya 5'ten büyüktür dediniz. Şimdi bu çok küresel sisteme meydan okuyan, öncü, devrimci bir motto. Ama aynı zamanda da yeni bir güvenlik mimarisinde de dikkati çeken politik bir doktrin. Sonrasında Suriye, Ukrayna ve şimdi de Filistin'de yaşananlar karşısında aslında teziniz doğrulandı. Yani BM iyi bur duruş sergileyemedi. Sizin doktrininizin temeli de "5 daimi ülke temelindeki sistemle BM'nin etkisi kırılıyor." Bu işin öncüsü olarak Dünya 5'ten büyüktür tezinin öncüsü olarak ne olmalı? Yani BM'nin daha işlevsel hale gelmesi için somut olarak ne olmalı? Her şeyden önce dünyanın beşten büyük olduğunu kabullenenler bu 121 ülke oluyor. Ortaya koydukları tavırla dediler ki "evet dünya beşten büyüktür". 121 ülke "bak biz sizin gibi düşünmüyoruz, biz burada adaletin yanında daha adil bir dünya mümkündür anlayışıyla adım atıyoruz ve oylarımızı İsrail-Filistin arasındaki bu adeta savaşta, mazlumların yanında yer almak suretiyle tavrımızı koyuyoruz." dediler. Bu bana göre önemli bir sınavdı. Fakat şimdi yine diyorum. Bu işi devam ettirmemiz ve daimi üyeler de dahil bu 194-195 ülkenin burada adeta yanımızda yer aldığını görmek, ona göre adımları atmamız gerekiyor. Çünkü Birleşmiş Milletler'in kuruluş amacı işlevsiz bir duruma şu anda gelmiş vaziyette. Yani Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi dahi şu anda bir netice alamıyor. Yani bir tane üye orada ters davransa hiçbir şey yok. Şimdi bunları bizim Birinci Dünya Savaşı sonrasına değil sıfırdan başlayacak bir adımı önce ülkelere kabul ettirmemiz lazım ve hep birlikte de bu adımın atıldığını bütün dünyanın görmesi lazım. Barışı korumak üzere kurulmuş bir uluslararası yapının ardı ardına çıkan savaşları seyretmesi ne anlama geliyor?Birleşmiş Milletler'in de günün sonunda dağılıp tarihe karışmaması için revize edilmesi, adaletsiz yapısının değiştirilmesi ve yaptırım gücü olan, işlevsel hatta caydırıcı bir yapı kazanması şarttır.Birleşmiş Milletlerin ve diğer uluslararası örgütlerin işlevsiz olduğunu, ölen Müslüman olduğunda körleştiğini bir kez daha gördük. Küresel sistemin adaletsizliği, uluslararası kuruluşların güçten yana olduğunu, 5 ülkenin menfaatleri doğrultusunda küresel nizama yön verdiklerini hep söyledim, söylemeye devam edeceğim. Dünyanın beşten büyük olduğunu söylediğimizde bazıları bunu kuru bir slogan zannediyor.Bu aslında bir adalet manifestosudur.Kendini güncellemeyen, yenilemeyen hiçbir yapı yeni dünya düzeninde varlık gösteremez.İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan bir yapının da güncellenmesi artık elzemdir. Birleşmiş Milletlerdeki daimi üyelik ve veto sistemi değiştirilmeli. Dünyanın geleceği, halkların yaşamları veto hakkına sahip 5 ülkenin insafına bırakılamaz.Dünyada kimin hayatta kalacağına, kimin öleceğine, kimin kıtlığa mahkum olacağına, kimin zengin ve refah içinde bir yaşam süreceğine beş ülkenin karar vermesi kadar saçma bir şey olabilir mi?Beş ülkeden biri savaş olsun derse diğer bütün ülkelerin eli kolu bağlanıyor.Beş ülkeden biri "bu benim himayemde buna dokunamazsınız" derse himaye edilen ülkenin terörist yöntemleri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi zemininde meşru sayılıyor. Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in de dediği gibi "Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa" "KÜRESEL MESELELERİN ÇÖZÜMÜNDE ROL OYNAYAN BİR TÜRK DÜNYASI" Efendim siz de belirttiniz, Birleşmiş Milletler sistemi bir noktada tıkandı. Bir taraftan da dünyada çok ciddi kriz alanları bulunuyor. Takdir edersiniz ki bu konulara eğilecek, etkin çözümler bulabilecek uluslararası kuruluşlara da ihtiyaç var. Bu noktada Türk Devletleri Teşkilatı öne çıkmaya başladı. Mesela "İsrail meselesinde Türk Devletleri Teşkilatı olarak sergileyeceğimiz duruş, diğer kuruluşlara örnek teşkil edecektir." demiştiniz. Bundan hareketle Türk Devletleri Teşkilatı bundan sonra küresel ve bölgesel tıkanıklıklarda daha ön planda olacak diyebilir miyiz? Bizler Türk Devletleri Teşkilatı'nın güçlenmesini, birlik içinde gücünü ortaya koymasını bu nedenlerle de istiyoruz. Uluslararası kuruluşlara örnek olacak kararlar almalı ve bölgesel, küresel sorunlara somut çözümler üretmeliyiz. En son "Türk Devri" teması ile toplantı yaptık biliyorsunuz. Türk Devri söylemi aslında bütün bunları da kapsıyor. Her alanda verecek güçlü mesajlarımız var ve bundan sonra da Birleşmiş Milletler başta olmak üzere bütün uluslararası kuruluşlara örnek olacak adımlar atmak için çabalayacağız. Bu nedenle bizler Türk Devletleri Teşkilatımızı 21. yüzyılın parlayan yıldızı olarak tanımladık. Siyasi ve stratejik iş birliklerini her geçen gün artırıyoruz. Teşkilat üye ülkeleri olarak ekonomiden politikaya, kültürden turizme, eğitimden spora kadar birçok alanda iş birliği yapıyoruz. Türk devletleri olarak birliğimizin, beraberliğimizin ve kardeşliğimizin perçinlenmesi sadece teşkilatımıza değil dünyaya da bir anlamlı yol açacaktır. Savaşları, yıkımları, küresel felaketleri, politik açmazları seyreden değil kapsamlı olarak değerlendiren, uygulanabilir ve sürdürülebilir çözümleri yol haritalarına dönüştürebilen bir teşkilattan söz ediyoruz. Birlikten doğan gücümüzün etkisiyle de uluslararası meselelerde söz sahibi olacak ve insanlığa anlamlı çıkış yolları sunabiliriz. Çünkü biz barış ve istikrara katkı yapan, küresel meselelerin çözümünde öncü rol oynayan bir Türk dünyası hedefliyoruz. "GEREKİRSE İKİSİYLE DE GÖRÜŞÜRÜM" Efendim benim sorum Türkiye'de son birkaç gündür devam eden yargıyla ilgili tartışmalar konusunda. Siz bir hakem rolü oynayabileceğinizi, iki tarafla da görüşebileceğinizi söylediniz. Yüksek yargıyla ilgili sorunların anayasal ve yasal zeminde çözülebileceğini vurguladınız. Şimdi Anayasa çalışmasının zaman alacağından yola çıkarak soruyorum. Acaba öncelikle hızlı bir şekilde yetki çatışmalarının önüne geçmek adına bireysel başvuru konusunda bir yasal düzenlemeye gidilebilir mi? Yargı kurumlarının başkanlarıyla görüşecek misiniz? Yani bireysel başvuruyla ilgili yasal düzenlemeye gitmek zor bir olay değil. Bütün iş Cumhur İttifakı'nın alacağı karara bağlı, atacağı adıma bağlı. Fakat bireysel başvuruyu hallettikten sonra iş bitmez. Bundan sonra bu bireysel başvurunun dayandığı kapı neresi olacak? Yine Anayasa Mahkemesi olacak. Önce Anayasa Mahkemesi'nin buna hazır hale gelmesi lazım. Zira birçok yasal düzenlemeler Anayasa Mahkemesi'ne gidiyor. Anayasa Mahkemesi'nde ters yüz ediliyor. Burada da parlamento böyle bir kararı alır ama bu karar Anayasa Mahkemesi tarafından ters yüz edilirse, bu zaman kaybından başka bir şeye yaramaz. Onun için parlamento şu anda malum plan bütçe çalışmalarına devam ediyor. Ama bireysel başvuruyla ilgili olarak, bunu zamanında Anayasa Mahkemesinin çalışmalarına hız kazandırır diyerek çıkarttılar. Şu anda bir öğrendim. Dedim ne kadar bireysel başvuru var? Yanıt 130 bin. Demek ki Anayasa Mahkemesi'nin çalışmalarını hızlandırma hedefini sağlamamış maalesef. Bunların üzerinde durmak, hayali davranmamak lazım ve benim tabii en son Yargıtay Başkanı'nın yaptığı açıklama, bu da tabii manidar. Bir önceki seyahatimizde ben bir ifade kullanmıştım. Demiştim ki Yargıtay üyeleri sadece hukukçulardan oluşuyor. Ama Anayasa Mahkemesi üyelerinin içinde hukukçular olduğu gibi bunların yanında valiler vardır, bunların yanında iktisatçılar vardır, sosyologlar vardır vesaire böyle de olması zaten gerekir. Ama misyonu noktasında ağırlık nerededir? Yargıtay'dadır. Orada Anayasadan tutun, Ticaret Hukukuna, İş Hukukuna varıncaya hepsi Yargıtay'da. Buradaki kavganın tarafı olacak halim yok, o ayrı bir şey. Ama işin hakemliğine gelince bu hakemliği yapma da tabii bize görev düşebilir. O da bize yine Anayasa'nın yüklediği bir görevdir Cumhurbaşkanı olarak. Temennimiz odur ki tabii böyle bir gerilim olmasaydı. İki yargı kurumunun başkanlarıyla görüşme konusuna gelirsek. Gerekirse her ikisiyle de görüşürüm. Yargıtay Başkanı'yla zaten görüştük. Anayasa Mahkemesi Başkanı'yla da gerekmesi halinde görüşürüz. Görüşmemek diye bir şey söz konusu değil.

Bursa'nın o hastanesinde bir ilk: "Dijital Hastane"  ünvanı aldı Haber

Bursa'nın o hastanesinde bir ilk: "Dijital Hastane" ünvanı aldı

Bünyesinde yer alan 600 şirket ve 450 sivil toplum kuruluşu ile küresel çapta bilgi teknolojileri hizmeti sunan HIMMS grubunun uluslararası yetkililerinin Bursa’ya gelerek yaptığı değerlendirme sonucunda EMRAM 22 adı verilen kriterlerin tamamını karşılayan Bursa Şehir Hastanesi, “Dijital Hastane” oldu. Hekimlerin, hastalarına ait bilgilere zaman ve mekân kısıtlaması olmadan güvenli bir şekilde erişebilmesi, konsültasyon süresinde iyileşme, elektronik sağlık kayıtlarının güvenilir bir şekilde tutulması gibi birçok fayda sağlayacak olan “Dijital Hastane” ile tıbbi ve idari hataları en aza indirecek bir bilişim altyapısının kurulması sağlandı. Dijital Hastane olma süreci ile ilgili açıklamalarda bulunan Bursa Şehir Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Dursun Topal, özellikle tıbbi cihazların entegrasyonunun yapılmasıyla beraber bilgiye hızlı ulaşma ve bilgi güvenliğini sağlama noktasında önemli adımlar attıklarının altını çizdi. Entegrasyon ile birlikte sağlık kayıtlarına daha güvenilir bir şekilde depolandığına dikkat çeken Doç. Dr. Topal, “Bu da performans izlememize ve bu konudaki değerlendirmemizi daha rahat yapmamıza neden oluyor. Ayrıca tıbbi ve idari hataları en aza indirmemize sebep oluyor. Sağlıkta nicelik ve nitelik olarak daha iyi bir noktaya ulaşmamızı sağlıyor” dedi. Dünyada ciddi bir network’a sahip HIMSS’in, Bursa Şehir Hastanesi’ni yerinde değerlendirdiğini vurgulayan Doç. Dr. Topal, “HIMSS dünyada bilgi teknolojisi ve sağlık yönetim sistemlerini en iyi şekilde kullanımını hedefliyor. Bu çerçevede kalite, güvenlik ve maliyet etkinliği iyileştirme yönünde seviyelendirme yapıyor. Yeni kriterlere göre HIMSS seviye 6 belgesini almaya hak kazanan ilk şehir hastanesi olduk. Bu anlamda gururluyuz. Bu süreçte desteğini esirgemeyen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum” şeklinde konuştu.

Organ bağışında lideri o il yine zirvede Haber

Organ bağışında lideri o il yine zirvede

Bursa Bölgesi yaptığı organ bağış ve nakil çalışmalarıyla organ bağışına yıllardır öncülük etmeye devam ediyor. Bursa, Balıkesir, Çanakkale, Yalova, Düzce ve Bilecik illerinin yer aldığı Bursa Bölgesi 2023 yılında da beyin ölümü tespiti ve aile bağış oranlarında liderliğini korumaya devam etti. Bursa bölgesinde bulunan hastanelerin yaptıkları donör bildirimleri ile listenin başında yer alarak Türkiye’nin bu anlamda yüz akı olduklarını belirten Bursa İl Sağlık Müdürü Dr. Orkun Yıldırım, “ Başta Bakanlığımız olmak üzere Bursa, Balıkesir, Çanakkale, Yalova ve Bilecik illerinde yıllardır sürdürülen organ bağışı farkındalık çalışmalarına destek veren Sağlık Müdürlükleri, hastane yöneticileri, yoğun bakım hekim ve hemşireleri ile büyük özverilerle çalışan organ nakli koordinatörlerimizin bu başarıda katkıları çok büyüktür. Bölgemizin senelerdir organ bağışında zirvede kalmasını sağlayan tüm çalışma arkadaşlarımıza teşekkürü bir borç bilirim” dedi. Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de organ ve doku bekleyen hasta sayısının her geçen gün arttığını söyleyen Dr. Yıldırım, “Bekleme listelerine bakıldığında tüm Türkiye’de 2023 yılı itibari ile 24 bin 449 kişi böbrek, bin 422 kişi kalp, 2 bin 600 kişi karaciğer, 204 kişi akciğer, 277 kişi pankreas, 3 bin 963 kişi kornea nakli için bekliyor. Bursa Bölgesinde ise 2 bin 341 kişi böbrek, 337 kişi karaciğer, 138 kişi ise hala kornea beklemektedir” ifadelerini kullandı. ‘HERKESİN BİR GÜN ORGAN İHTİYACI OLABİLİR’ Geçtiğimiz yıl Türkiye'de bin 711 kişiye beyin ölümü tanısı konulmasına rağmen vefat eden bu kişilerin sadece 289’unun yakınlarının organ bağışına onay vererek başka yaşamlara umut olduğunu söyleyen Dr. Yıldırım “Buradaki rakamlarda da anlaşılacağı üzere ülkemizdeki kadavradan bağış oranları maalesef hala çok düşük oranlarda seyretmekte. Hastalarımız sağlıklarına ancak sağlıklı olan başka bir yakınlarının organı ile hayata tutunabilmektedir. Sağlık Müdürlüğü olarak organ bağışına yönelik toplumsal farkındalık çalışmaları en önem verdiğimiz konuların başında geliyor. Hastalarımızın bir an önce sağlıklarına kavuşabilmesi için organ bağışının yapılmasına her zaman ihtiyaç duymaktayız. Yapılan bağışların sayısının azalması birçok hastanın organ nakli yapılmadan vefat etmesine neden olmakta. İnsanlarımızın bu noktada hassasiyetle davranacağına, özellikle vefat eden yakınlarının organlarını bağışlama noktasında bir gün kendilerine ya da bir yakınlarına organ ihtiyacı olacağı düşüncesiyle hareket edeceklerini inanıyorum” şeklinde konuştu.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.