Hava Durumu

#Hasta

Yeni Marmara Gazetesi - Hasta haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Hasta haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

70 yaşındaki İkram Vergili, el sanatları sayesinde sağlığına kavuştu Haber

70 yaşındaki İkram Vergili, el sanatları sayesinde sağlığına kavuştu

Van'ın Özalp ilçesinde ikamet eden Perkinson hastası 70 yaşındaki İkram Vergili, doktorların tavsiyesi üzerine başladığı el sanatları sayesinde sağlığına kavuştu. Özalp ilçesine bağlı Yukarı Mollahasan Mahallesi'nde yaşayan 70 yaşındaki İkram Vergili, 6 yıl önce halk arasında ‘titrek felç' olarak tanımlanan Parkinson hastalığına yakalandı. Tedavisi için SBÜ Van Eğitim ve Araştırma Hastanesine giden Vergili, nöroloji uzmanı tarafından el ve parmak egzersizi tavsiye edildi. Doktorların tavsiyesi üzerine, evinin bir odasını atölyeye çeviren ve atık malzemeden ahşap oymacılığı yapan Vergili, el sanatı sayesinde sağlığına kavuştu. Doğru tanı ve zamanında tedaviyle elindeki titremesi tamamen kaybolan Vergili'nin azmi ise diğer hastalara örnek oldu. Sağlığına kavuşan İkram Vergili, hastalığından dolayı bir elinin çalışmadığını ve sürekli titrediğini belirtti. Doktorun tavsiyesiyle ahşap işleriyle uğraştığını ifade eden Vergili, "Doktor bana Parkinson hastası olduğumu söyledi. Bir elim çalışmıyordu ve sürekli titriyordu. Doktor da bana ‘el işleri yap' dedi. Bende eve gelip ahşap işleriyle uğraştım. Ahşap işleriyle uğraştığımdan dolayı bu kolum şu an çok rahat çalışıyor ve titreme de yok. Yerde gördüğüm eski ahşap malzemeyi zımparayla temizleyerek değerlendiriyorum. Ahşap malzemeden süs eşyası yapıyorum. 6 yıl da yapmış olduğum ahşap oyuncakları ve süs eşyalarını sergileyip yetim ve kimsesiz çocuklar yararına satıp onlara bağışlamak istiyorum. Bu konuda Özalp Kaymakamı ve Van Valisi de öncü olmalarını bekliyorum" dedi. Ellerinin titremesi sonucu çorba dahi içemeyen parkinson hastası Vergili, doktorun tavsiyesiyle başladığı el sanatı sayesinde sağlığına kavuştu.

Gaziantep'te Doktor-Hasta Yakını Tartışması Haber

Gaziantep'te Doktor-Hasta Yakını Tartışması

Gaziantep Şehir Hastanesi'nde görevli bir doktorun, tartıştığı hasta yakınlarına saldırdığı iddia edildi. Hasta yakınlarının cep telefonu kamerasına da yansıyan o anlarda karşılıklı saldırılar ve tehditler dikkat çekti. Olay, sabah saatlerinde Gaziantep Şehir Hastanesi'nde meydana geldi. İddiaya göre, kalp rahatsızlığı bulunan bir hasta geçtiğimiz günlerde Oğuzeli Devlet Hastanesi'nden Gaziantep Şehir Hastanesi'ne sevk edildi. Hasta yakınları, durumu kritik olan ve by-pass operasyonu yapılması gereken hasta ile ilgilenilmediğini iddia etti. Doktordan hasta yakınına: "Benim canımı sıkma seni paramparça ederim" Bu sırada hasta yakınları, kardiyoloji uzmanı doktor M.Y. ve sağlık çalışanlarına tepki gösterdi. Tepki sonrası iki taraf arasında başlayan tartışma fiziki müdahale ve itişmeye dönüştü. Yaşanan kargaşa sırasında, hasta yakınlarının by-passı kabul etmediğini iddia eden doktor M.Y.'nin hasta yakınlarına tepki göstererek yumruk atmaya çalışması ve "Benim canımı sıkma seni paramparça ederim, senin doktorun ben değilim" demesi cep telefonu kamerasına yansıdı. Olaylar sırasında hasta kadının yerde fenalaşması da görüntülerde yer aldı. Görüntülerde hasta yakınları hastalarıyla ilgilenilmediğini iddia ederken, doktor ise hasta ile ilgilenildiğini söyledi. İki tarafından bir biri hakkında şikayetçi olduğu olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

Türkiye'de 82 bin, Antalya'da ise 2 bin 219 kayıtlı MS hastası bulunuyor Haber

Türkiye'de 82 bin, Antalya'da ise 2 bin 219 kayıtlı MS hastası bulunuyor

Dünya MS Günü kapsamında açıklamalarda bulunan Nöroloji Uzmanı Dr. Esra Taşkıran, Türkiye'de 82 bin, Antalya'da ise 2 bin 219 MS hastası bulunduğunu belirterek erken tanının önemine dikkat çekti. Taşkıran, "Erken tanı ve tedaviyle birlikte engellilik oranlarında da düşüş olduğunu görüyoruz" dedi. MS hastası öğretmen Derya Kaya ise, "Bu hastalık bana 'biraz yavaşla' dedi ama bu yolda yalnız değildim" dedi. Her yıl 30 Mayıs'ta kutlanan Dünya Multipl Skleroz (MS) Günü kapsamında Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Multiple Skleroz ve Demiyelinizan hastalıkları polikliniğinde farkındalık etkinliği düzenlendi. MS hastalığı hakkında bilgi vermek ve toplumsal bilinci artırmak amacıyla düzenlenen etkinlikte, Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Esra Taşkıran ve hastalarından ingilizce öğretmeni Derya Kaya süreç hakkında bilgi verdi. Uzm. Dr. Esra Taşkıran, MS'in beyin ve omuriliği etkileyen, sinir sistemi hasarına yol açan kronik bir hastalık olduğunu söyleyerek, "MS hastalığı, çoğunlukla 20-40 yaş aralığında başlıyor. Kadınlarda iki kat daha sık görülüyor. Hastalar genç yaşta olduğu için çoğu zaman yaşadığı atakları fark etmeyebiliyor ya da önemsemiyor" şeklinde konuştu. Tanı nasıl konur? Atakların motor kayıplar, dengesizlik, görme bozuklukları, idrar kaçırma veya cinsel işlev bozuklukları şeklinde ortaya çıkabileceğini belirten Uzm. Dr. Taşkıran, "Bu semptomlar en az 24 saat sürüyorsa ve başka bir hastalıkla açıklanamıyorsa, bu bir atak olabilir" diye konuştu. Taşkıran, tanı sürecinde kranial ve spinal MR görüntülemeleri, kan testleri ve beyin omurilik sıvısı (BOS) analizlerinin önemli rol oynadığını ifade etti. MS kronik bir hastalık Taşkıran, MS'in bulaşıcı bir hastalık olmadığını vurgulayarak, şöyle devam etti: "Genetik geçiş oranı yüzde 1 ila 5 arasında. Bu bir kronik hastalık. Tanı alan bireyin uzun yıllar hatta ömür boyu ilaç kullanması gerekebilir. Düzenli takip bu süreçte çok önemli. Dünya genelinde 3,5 milyon, sağlık bakanlığı ile yaptığımız MS epidemiyoloji çalışmamıza göre de Türkiye'de 82 bin MS hastası var. Görülme sıklığı 100 binde 96. Yani 100 bin kişiden 96'sında MS hastalığı görülüyor. Antalya bölgemizde ise 2 bin 219 MS hastası var. Bu da bizi büyükşehirlerin hemen ardından Türkiye'de ilk altıda yer alan illerden biri yapıyor. Çok da nadir bir hastalık olduğunu söyleyemeyiz" Hastalık artış gösteriyor MS hastalığının görülme sıklığının yıllar içinde arttığını vurgulayan Taşkıran, "Çünkü gençler arasında uyku hijyeninde bozulma, beslenme düzensizliği, madde kullanımı, sigara, alkol tüketimi çok arttı. Bunlar yeni nesil arasında kontrolsüz bir şekilde yayılıyor ve MS hastalığı da bu genç yaş aralığını etkiliyor. Önüne geçmek oldukça zor ve dolayısıyla da hastalık riskini artıyor" ifadelerini kullandı. MS hastalığında yaşam alışkanlıklarının belirleyici olduğunu vurgulayan Taşkıran, "Özellikle sigara tüketimi bizim için önemli risklerden biri. Genç yaş grubunu ilgilendirdiği için maalesef sigara tüketimi de çok fazla. Bu, MS hastalığıyla direkt ilişkilendirilmiş bir durum. Hastaların D vitamini takviyelerini, fizyoterapiyi çok düzenli alıyor olması lazım. Yani bu bir fizik tedavi ünitesinde sürekli almaktan ziyade egzersiz programının hastanın hayatının bir köşesinde olması gerekiyor. En az bir gününün 40-60 dakikasını ayırmalı. Beslenme alışkanlıkları da önemli. Akdeniz diyeti özellikle önerdiğimiz bir beslenme programı" diye konuştu. Risk faktörleri ve gebelik MS'in kesin nedeninin bilinmediğini ancak bazı risk faktörlerinin hastalığı tetikleyebileceğini kaydeden Uzm.Dr.Taşkıran, "Epstein-Barr virüsü(EBV), D vitamini eksikliği, beyaz ırk, obezite, sigara, alkol kullanımı ve erken ergenlik gibi birçok faktör MS ile ilişkilendiriliyor" dedi. MS hastalığının kadınlarda iki kat daha sık görüldüğünü hatırlatan Taşkıran, hastaların gebelik süreciyle ilgili çeşitli kaygılar taşıdığını söyledi. "Doğurabilir miyim? Doğurduğum çocuğun engelliliği var mı? Ne kadar çocuk doğurabilirim?" gibi sorularla sıkça karşılaştıklarını belirten Taşkıran, "MS hastaları doktorlarının kontrolünde herhangi bir hasta gibi normal doğurabilir. Gebelik sayısı da aynı şekilde hekimleriyle planlanabilir. Gebelik süreciyle ilgili, bu hastalar doğurduklarında çocuklarında normal toplumdaki gebelikle karşılaştırıldığında bir malformasyon artışı yok." dedi. Gebelik sürecinin doktor kontrolünde yürütülmesinin önemine değinen Taşkıran, "Gebelikle ilgili birtakım riskler var. Bununla ilgili çok fazla yazı ve yayın mevcut. Biz olabildiğince postpartum döneme, özellikle ilk üç aylık sürece dikkat çekiyoruz. O dönemde atak riski gerçekten bir miktar artıyor. Hem uykusuzluk hem hormonal değişiklikler tetikleyici olabiliyor" diye konuştu. Postpartum dönemde emzirmenin önemine de dikkat çeken Taşkıran, "Bu dönemde emzirme de koruyucu olabilmektedir" Tedavide önemli gelişmeler Tedavi sürecinde gelinen noktaya dikkat çeken Uzm. Dr. Esra Taşkıran, 1993 yılından önce MS için onaylanmış hiçbir tedavi bulunmazken bugün, hastalığın farklı gidişine ve aşamalarına yönelik olarak farklı tedavi alternatifleri olduğunu,dünya’da kullanılan neredeyse tüm tedavi seçeneklerine Türkiye’de de erişim sağlandığını söyledi. İlaç formlarında da önemli gelişmeler yaşandığını belirten Taşkıran, eskiden enjeksiyon şeklinde uygulanan tedavilerin hem fiziksel hem psikolojik açıdan hastaları zorladığını, ancak artık tablet ve infüzyon tedavileriyle daha konforlu bir süreç sunulduğunu ifade etti. Taşkıran, "Altı ayda bir ya da dört haftada bir uygulanan infüzyon tedavileri sayesinde hastalar sürekli hastalığını hatırlamak zorunda kalmıyor, hayatını daha kolay yönetebiliyor" dedi. MS hastalığının toplumda daha sık görülmesine rağmen engellilik oranlarında önemli düşüş yaşandığını söyleyen Taşkıran, "Mesela hastalık artıyor ama hastaların engellilik oranı çok düştü. Eskiden kapıda tekerlekli sandalyeyle MS hastaları görürdünüz. Erken tanı ve tedaviyle birlikte engellilik oranlarında da düşüş olduğunu görüyoruz, hastaların çoğu mobil, sosyal hayatın da içindeler" dedi. MS’in kronik bir hastalık olduğunu hatırlatan Taşkıran, "Bu tıpkı diyabet, tıpkı guatr gibi. Devam eden, sürekli ilaç kullanması gereken bir durum. Bu grip gibi değil, antibiyotik kullanılıp iyileştim diyebileceğimiz bir hastalık değil" diye konuştu. "Süreci kabullenmek zaman aldı" 42 yaşındaki MS hastası İngilizce öğretmeni Derya Kaya, hastalığa ilişkin ilk belirtilerin 2018 yılında ortaya çıktığını belirterek, şu ifadelere yer verdi: "Birdenbire bir sabah uyandığımda ellerimde uyuşma olduğunu fark ettim. Uzun süre yazı yazamadım. Anlamsız yorgunluklarım vardı, yıllar böyle geçti. Çok fazla kendimi dinleyen bir kişi değilim. Vitamin eksikliğine bağladım. Uykusuzluğa, strese, yorgunluğa, aşırı yoğun tempoda çalışmaya bağladım. Dolayısıyla kendimi o şekilde giderdim. Ta ki 2021 yılına kadar." 2021 yılında yaşadığı görme sorunu sonrası tanı sürecinin başladığını aktaran Kaya, "Görmeyle alakalı bir sıkıntı yaşadım. Bulanık görmeye, net görememeye başladım. Ve göz hekimine muayene için gittim. Oraya gittiğimde optik nevrit geçirdiğimi öğrendim. Bu şekilde 2021 yılında sürecim başladı" dedi. Tanı aldıktan sonra yaşadığı farkındalığı da paylaşan Kaya, "2021 yılının Ağustos ayında Esra Taşkıran hocam tarafından hastalığımın tanısı kondu. Tanı sonrası yaşam alışkanlıklarını değiştirdiğini aktaran Kaya, "D vitamini takviyesi aldım, spora başladım, düzenli beslenmeye özen gösterdim. Bu hastalık bana 'Derya biraz yavaşla' dedi. Ben de yavaşlamayı öğrendim" dedi.

Nöroloji Uzmanı Kumcu:  "Parkinson bir son değil" Haber

Nöroloji Uzmanı Kumcu: "Parkinson bir son değil"

Medicana International Ankara Hastanesi'nde ileri evre Parkinson hastalarına yönelik nöroloji ve gastrenteroloji bölümlerinin iş birliğiyle Levodopa-Karbidopa İntrajejunal Jel (LCIG) uygulamaları yapılmaya başlandı. Babası 10 senedir Parkinson hastası olan Ümit Turgut, "Tedaviye başlamadan önce günlük 10-12 ilaç kullanırken şu an sadece bir kaset jel kullanıyoruz" dedi. Parkinson hastalarına yönelik dünya çapında etkinliği kabul edilen Levodopa-Karbidopa İntrajejunal Jel (LCIG) tedavisi Medicana International Ankara Hastanesi'nde gerçekleştirildi. Ağız yoluyla alınan ilaçların çok sayıda ama yetersiz olduğu durumlarda bu tedavi ile bir bağırsak tüpü takılıyor ve tüpün dışarıda kalan ucuna apomorfin pompası bağlanarak hastaya ilaç yerine jel buradan veriliyor. İleri seviye Parkinson tedavisinde dünyada son yıllarda yaygın kullanılan bu tedavi yöntemi, Türkiye'de sayılı merkezde yapılabiliyor. "İlacı hastanın bağırsağından vermeye başladık" Nöroloji Uzmanı Doç. Dr. Müge Kuzu Kumcu, İhlas Haber Ajansı (İHA) muhabirine yaptığı açıklamada Hasan Turgut'un 10 senedir Parkinson hastası olduğunu belirterek "Levodopa, Karbidopa, İntestinal Jel tedavisi Parkinson'da altın standart olarak kullanılan bir tedavi. Biz bağırsağın ‘jejunum' denilen ilk kısmından yani ilaçların emildiği bölgeden sürekli bir şekilde kesintisiz tedaviyi uygulamayı planladık. Bunun için bir peg yardımı ile pegin ucunu bağırsağın ucuna yerleştirdik. Böylelikle biz sürekli olarak bu ilacı bir kaset yardımıyla minik minik hastanın bağırsağından vermeye başladık ve bu sayede hastanın iyilik halinin devamlılığını planladık" diye konuştu. Doç. Dr. Kumcu, ağız yoluyla alınan ilaçların yeterli olmadığı anlarda bu tedavi yönteminin kullanıldığını dile getirerek, hedeflerinin hastanın iyilik halinin sürekliliğini sağlamak olduğunu aktardı. Jel tedavisinin her hastaya uygulanmadığının altını çizen Doç. Dr. Müge Kuzu Kumcu, "Yaştan fayda görmesi ve motor dalgalanmalarına ağızdan tedavilerle başa çıkılamaması gerekiyor" dedi. "2-3 hafta içinde hastayı istediğimiz düzeye getiriyoruz" Hasta Hasan Turgut'un durumunun ilk geldiği haline göre daha iyi olduğunu ve ilaç dalgalanmalarının azaldığını söyleyen Doç. Dr. Kumcu, "İlacın tedavi süreci devam ediyor. Önümüzdeki günlerde daha iyi olacağını düşünüyoruz. Vakit gerekiyor. Yavaş yavaş ilacı kanda istediğimiz konsantrasyonu çekerek en iyi hali sağlamaya başlıyoruz. Bunun için de sanırım 1-2 haftaya daha ihtiyacımız var. Genelde 2-3 hafta içinde hastayı istediğimiz düzeye getiriyoruz" ifadelerine yer verdi. "Parkinson bir son değil" Doç. Dr. Müge Kuzu Kumcu, bu tedavilerin hastanın durumunu en iyi seviyede tutan tedaviler olduğuna dikkati çekerek, şöyle konuştu: "Parkinson hastalığı aslında bütün bir süreçte ilerleyici bir hastalık olduğu için kendilerini çok umutsuz hissediyorlar. Ama Parkinson bir son değil aslında. Biz bu hastaları en iyi seviyede tutarak, genel olarak bütün o semptomatik şikâyetlerini mümkün olduğu kadar minimale indirerek hayat kalitelerini artırmalarını ve normal bir hayat sürmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Bütün bu ekstra tedavilerin amacı da bu. Hastalığın ilerlemesini önleyemezsek de hastalığın etkilerini minimale indirip hastayı olacak en iyi halinde yaşamasına yardımcı olmayı sağlıyoruz." "Günde 10-12 ilaç kullanırken şu an sadece bir kaset jel kullanıyoruz" 10 senedir babasının hastalığıyla bizzat ilgilenen Ümit Turgut ise, babasını hem tedavi sürecinde hem de evde bakımı konusunda yalnız bırakmadığını belirtti. Jel tedavisinin geçen hafta uygulanmaya başladığını aktaran Turgut, hasta yakınlarının bu tarz tedaviler konusunda iyi araştırma yapması gerektiğine dikkati çekti. Belirli bir ilaç dozuna gelindikten sonra daha da ileriye gidilmediğini dile getiren Turgut, "Tedaviye başlamadan önce günlük 10-12 ilaç kullanırken şu an sadece bir kaset jel kullanıyoruz. Bu süreç hasta yakını olarak hem beni hem de babamı yıprattı" şeklinde konuştu. "Telaşa kapılmadan tedavi araştırılmalı" Hastalığın kendini gün içinde hafıza kaybına bağlı tekrarlamalar, yemede birtakım yutkunma bozuklukları gibi şikâyetlerle aşama aşama karşılarına geldiğini anlatan Turgut, "İlk önce kabullenme süreci yaşıyorsunuz. Çünkü benim babam dünyayı belki iki tur atmış bir insan. Yurt dışında elektrik elektronik mühendisi, yurt dışında çok büyük işlere imza atmış birisi ve bir anda bir bakıyorsunuz eve bağlanmış durumda ve istediği yaşam standardına sahip değil ve bu giderek de geriliyor. Bunları kabul etmek hem onun için çok zor hem bizim için çok zordu. Önemli olan burada telaşa kapılmadan çok iyi analizler yaparak, iyi tedavi yöntemleri ülkemizde var. Çok iyi nörologlar var. İyi araştırılıp hastaya en uygun tedavi protokolü oluşturulduğunda hem yaşam kalitesini hem yaşam süresini çok rahatlıkla artırabilecek tedbirleri alabiliyorsunuz" dedi. "Daha fazla yanıt elde etmek amaçlı uyguladığımız bir endoskopik durumudur" Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Fatih Karaahmet de nöroloji ekibiyle koordineli çalıştıklarından bahsederek, "Biz bunu, nöroloji ekibimizle birlikte önce mideye bir geçiş yaparaktan rutin yapılan hastalarda peg takılarak bu pegin içinden de yaklaşık olarak bir 75 santimetre bir kateter geçirip ince bağırsakların son kısmına bırakarak oraya belli saatlerde, belli sürelerde o ilacın direkt maruziyetiyle birlikte daha fazla emilimi, daha fazla yanıt elde etmek amaçlı uyguladığımız bir endoskopik durumudur" şeklinde konuştu. "Ne kadar hızlı bir şekilde iyileşmeyi sağlayabilirsek maddi ve manevi de büyük katkılar sunmuş oluyoruz" Prof. Dr. Karaahmet, "Kazanılan bu tecrübe, Parkinson hastalarında tedavi amaçlı ince bağırsaktan ilaç emilimini en üst düzeyde sağlamak amaçlı kullanmak tedavinin başarısını arttırmakta ve invaziv bir yöntem olduğundan oluşacak komplikasyonların yönetimini kolaylaştırmaktadır. Bazen endoskopik olarak da kontrol etmemiz gerekebiliyor. Ama hastanede kısa bir süreli yatışta hızlı bir şekilde müdahalelerde ve hasta yakınlarına planlar anlatıldıktan sonra yakın izlem, takip altında hastalardaki yanıt daha iyi olacağı kanısındayım. Özellikle Parkinson grubu, nöroloji, fizik tedavi ve diğer ek hastalıkları yönetecek grupların ortak hareket etmesi gereken gruplardır. Aileleri ve yakınları da süreçte çok yıpratan bir hastalık grubu. Ne kadar hızlı bir şekilde bu hasta gruplarında iyileşmeyi sağlayabilirsek maddi ve manevi de büyük katkılar sunmuş oluyoruz. Süreçlerin yönetiminde ekip olarak kalmak da en büyük fayda diye düşünüyorum" dedi.

Filistinli 2,5 Yaşındaki Jad, Türkiye’de Gerçekleşen Karaciğer Nakliyle Hayata Tutundu Haber

Filistinli 2,5 Yaşındaki Jad, Türkiye’de Gerçekleşen Karaciğer Nakliyle Hayata Tutundu

Doğuştan safra kanalları olmadan dünyaya gelen 2,5 yaşındaki Filistinli Jad Ahmed Said Deek, ülkesinde tedavi imkanı bulamayınca çareyi Türkiye'de aradı. İ.A.Ü. VM Medical Park Florya Hastanesi'nde annesinden nakledilen karaciğerle sağlığına kavuşan küçük çocuk, yeniden yaşama tutundu. Filistinli 2 buçuk yaşındaki Jad Ahmed Said Deek safra kanalları olmadan dünyaya geldi. Doğumdan kısa süre sonra rahatsızlanmaya başlayan çocuğun ailesi hemen Jad'ı hastaneye götürdü. Hastanede yapılan tetkiklerin ardından talihsiz çocuğun safra kanalları olmadan dünyaya geldiği anlaşıldı. Hemen doktorlar çocuğu ameliyata alarak "Kasai" adı verilen bağırsaklarla safra yolu arasında yeni bir yol yapma operasyonu gerçekleştirdi. Ancak yapılan ameliyatın başarılı olmaması sonucunda Jad 2 yaşına geldiğinde yeniden rahatsızlandı. Hastaneye kaldırılan çocuğun karaciğer nakli olması gerektiği anlaşıldı. Ancak Filistin'de bu ameliyatı yapacak hastanenin bulunmaması üzerine Baba hemen Filistin Sağlık Bakanlığı'na başvurdu. Türk makamlarıyla iletişime geçen Filistin Sağlık Bakanlığı, çocuğu Türkiye'ye sevk etti. İ.A.Ü. VM Medical Park Florya Hastanesi'ne getirilen küçük Jad'a burada yapılan ilk müdahale ve tetkiklerin ardından acil karaciğer nakli kararı alındı. Küçük çocuk, annesinden alınan karaciğer sayesinde yeniden sağlığına kavuştu. "Ülkesinde yapılan ameliyat başarılı olmadı" Jad'ın safra yolları olmadan doğduğunu ve üç aylıkken Filistin'de bağırsaklarla safra arasında bir yol oluşturmak için Kasai ameliyatı geçirdiğini dile getiren nakil ekibinden Doç. Dr. Hasret Ayyıldız Civan, ancak bu ameliyatı olan hastaların yaklaşık yüzde 80'inin karaciğer nakline ihtiyaç duyduğuna dikkat çekerek Filistin'deki ameliyatın yeterince başarılı olmadığını ifade etti. Doç. Dr. Ayyıldız Civan, "Bize başvurduğunda karaciğer yetmezliğiyle başvurdu, geldiğinde ciddi derecede karında asit, karaciğer enzimleri ve sarılık değerlerinde ciddi yükseklik vardı. Bu yüzden hastayı ‘karaciğer nakil adayı olarak' kabul ettik. Annesiyle kan grubu uyduğu için canlı vericili karaciğer naklini gerçekleştirdiğimiz bir hastamız oldu" dedi. "Küçük yaşı ve düşük kilosu zorluk oluşturdu" Jad'ın küçük yaşı ve düşük kilosunun zorluk oluşturduğunu vurgulayan Doç. Dr. Ayyıldız Civan, Türkiye'de bu problemle doğan çocukların genellikle daha ileri yaşlarda nakil olduğunu ancak birimlerinin çocukluk çağı karaciğer nakillerinde oldukça yetkin olduğunu belirterek, "En küçük karaciğer naklimiz 5 kilogram ağırlığındaki bir çocuğumuzdu" diye konuştu. Nakil sonrası Jad'ın 1 ayda 1 kilo aldığını ve keyfinin yerinde olduğunu belirten Doç. Dr. Civan, "Şu an aldığı karaciğer gayet sağlıklı bir karaciğer ve şu an için oldukça sağlıklı" ifadelerini kullandı. Doç. Dr. Civan, Jad'ın düzenli doktor kontrolleri ve ilaç kullanımına devam edeceğinin altını çizdi. "Jad savaşta yaşamını sürdürmeye çalışan, bizim için çok özel bir çocuk" Doç. Dr. Ayyıldız Civan, "Biz çok mutluyuz, bizim için bütün hastalarımız çok kıymetli ama bu hastanın en özel durumu Filistin'den gelmiş olması. Filistin hem savaş altında olan bir ülke hem de çocukluk çağı karaciğer nakillerinde ünitesi olmayan bir ülke. Bu açıdan hastaya faydalı olduğumuzu düşünüyoruz. Ben bu anlamda çok mutlu hissediyorum kendimi" dedi. "Geldiğinde acil ameliyata ihtiyacı vardı" Prof. Dr. Abuzer Dirican ise "Ülkesinde yapılan ameliyat bir süre işe yaramış ancak geldiğinde ameliyata ihtiyacı vardı. Karaciğerin sirozundan kaynaklanan bir kanama geçirmişti. Dalağı büyüktü, karnında sıvı vardı, mevcut karaciğer daha fazla idare etmeyecekti" diye konuştu. Annesinden alınan karaciğerin sol yan tarafının başarıyla nakledildiğini ve hastanın hızlı toparlandığını aktaran Prof. Dr. Dirican, "Ameliyattan sonra 5. haftanın sonundayız, çok sağlıklı görünüyor. Kontrolleri de gayet güzel, ülkesine göndereceğiz. Kontrollere ülkesinde devam edecek, buraya geldiğinde de biz bakacağız" dedi. Prof. Dr. Dirican, Filistin'deki şartların takibi zorlaştırabileceğini ancak her zaman iletişimde kalmaya çalışacaklarını da sözlerine ekledi. "Türkiye nakil alanında dünyada çok iyi bir noktada" Prof. Dr. Bülent Ünal ise Türkiye'nin canlı vericili karaciğer naklinde dünyada çok önemli bir konumda olduğunu vurguladı. "Özellikle pediatrik nakil farklı bir özen gerektiriyor. Biraz daha komplike bir işlem" diyen Prof. Dr. Ünal, Jad'ın küçük karnına büyük bir karaciğerin yerleştirilmesi zorluğuna değinerek "Anne burada kahraman, sol tarafını çıkardık. Onu küçültüp ondan sonra karnına yerleştirmeniz gerekiyor" ifadelerini kullandı. "Normal bir çocuğun ten rengine sahip" Çocukluk çağı nakillerinin önemini vurgulayan Prof. Dr. Ünal, "Pediatrik nakilleri çok önemsiyoruz çünkü nakil sonrası çocuklar normal hayatlarını sürdürüyor. Biz onları izliyoruz, yetişkinlerde bunu fark etmek biraz daha zor ama çocuklar okula gitmeye başlıyor" şeklinde konuştu. Jad'ın nakil öncesinde çok zayıf, sarılığı olan ve siroza bağlı mide kanaması geçirmiş bir hasta olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Ünal, "Şu an da normal bir çocuğun ten rengine sahip, o yüzden hakikaten bizim için çok değerli" dedi. Prof. Dr. Ünal, dünyada pediatrik karaciğer naklinin yapıldığı merkez sayısının çok fazla olmadığını ancak Türkiye'de oldukça iyi merkezler olduğunu belirterek bununla gurur duyduğunu ifade etti. "Jad Filistin'den geliyor, savaşın olduğu karmakarışık bir ülke, orada trajedi devam ediyor ama bir yandan da sağlık sorunları da yaşanıyor. Bu sorunları çözmekte zorluk çekiyorlar. Biz de bu anlamda faydalı olduysak ne mutlu bize" sözleriyle konuşmasını tamamladı. "Karaciğerimi hiç düşünmeden verdim" Oğlu sağlığına kavuşan anne Walaa Deek, Jad'ın ilk doğduğunda yaşadıkları şoku şöyle anlattı: "Jad ilk doğduğunda safra yolları olmayan bir çocuktu, biz çok şaşkındık. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Hastaneye gittiğimizde bazı tahliller yapıldıktan sonra orada bize söylediklerine göre safra yolları yoktu. Bizi başka bir hastaneye sevk ettiler. Ondan sonra tedavi süreci başladı. Bizim için şaşkınlık vericiydi çünkü biz böyle bir hastalığı bilmiyorduk." "Sonunda Türkiye'ye başvurduk. Neredeydik şimdi nereye geldik. Ama Allah'a şükür şu an durumu çok iyi" diyen Walaa Deek, oğluna karaciğerini hiç düşünmeden verdiğini dile getirdi. Başta doktorlar olmak üzere herkese ve ailesine teşekkür etti. Baba ise ameliyat gerektiğinden dolayı ilk önce Filistin Sağlık Bakanlığı'na başvurduklarını ve oradan buraya sevk edildiklerini, Ürdün üzerinden Türkiye'ye tedavi amacıyla geldiklerini söyledi.

Yurt dışında böbrek kanseri tanısı alan hasta: "Böbreğimi kaybetme korkusunu ülkemde yendim" Haber

Yurt dışında böbrek kanseri tanısı alan hasta: "Böbreğimi kaybetme korkusunu ülkemde yendim"

Yurt dışında böbrek kanseri tanısı konulan hasta, Türkiye’ye döndüğünde kapalı ameliyatla sağlığına kavuştu. Operasyonu gerçekleştiren Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Serdar Yalçın, "Ciddi yapışıklıklara rağmen sadece kitlenin çıkarıldığı ve böbreğin korunduğu başarılı bir ameliyat oldu" dedi.   Dubai’de ağrı şikayetiyle acil olarak hastaneye başvurduğunda hem böbrek taşı hem de 4,5 santimlik bir kitle tespit edildiğini söyleyen Çiğdem Eken, kendisine böbrek kanseri teşhisi konulduğunu ifade etti. Ameliyatı orada olmak istemediğini dile getiren Eken, "Türkiye’ye döndüğümde farklı hastanelere de gittim; ancak doktorlar, ameliyatta böbreğimin alınma ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyorlardı. Böbreğimin alınmasını hiç istemedim. Hastane düzeni, fiziki şartlar, bilgilendirme eksiklikleri gibi faktörler nedeniyle psikolojik olarak çok yıprandım, böbreğimi kaybetme korkum daha da arttı. Son olarak doktorum Serdar Bey’in adını duyarak kendisine başvurdum" diye konuştu.  Laparoskopik parsiyel nefrektomi yöntemiyle böbreği zarar görmeden kitlesi alınan 61 yaşındaki Eken, operasyonun ardından ikinci günde taburcu edildi.  "Ciddi yapışıklıklara rağmen kitleyi çıkardık"  Acıbadem Bodrum Hastanesi Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Serdar Yalçın, tedavisini üstlendiği Eken’in sağlık durumu hakkında bilgi verdi. Hastanın daha önce geçirdiği bağırsak ameliyatı nedeniyle karın içinde ciddi yapışıklıklar oluştuğunu belirten Doç. Dr. Yalçın, "Zor diyebileceğimiz bir vakaydı. Bu ameliyatı laparoskopik dediğimiz kapalı yöntemle gerçekleştirdik. Karından sadece birkaç 4-5 mm’lik küçük cilt kesileri ile girerek kamera eşliğinde sadece böbreğin üstündeki kitleyi çıkarmayı başardık. Kalan böbrek dokusu neredeyse normal büyüklükte ve tüm özelliklerini sürdürebilecek durumda. Böbrek damarını sadece 15 dakika kadar geçici süre ile kapatıp böbrek kan akımının kesildiği ve ‘böbrek iskemisi’ adını verdiğimiz yöntem ile hem kitleden kurtulduk hem de böbreği aktif olarak çalışır halde koruduk" dedi.  Ameliyat sırasında "Frozen" adı verilen patoloji yöntemiyle sağlam böbrek dokusunun da değerlendirildiğini aktaran Doç. Dr. Yalçın, ameliyatı gerçekleştiren ekibin deneyiminin de sürecin başarısında önemli rol oynadığını söyledi.  "Tüm kanserlerin yüzde 4’ü böbrek kanseri"  "Böbreklerin başlıca görevinin kandan atık maddeleri ve fazla sıvıyı filtreleyerek idrar yoluyla atılım sağlamak, böylece vücudun sıvı, elektrolit, mineral ve asit-baz dengesini korumaktır; ayrıca halk arasında ‘tansiyon’ olarak bilinen kan basıncını düzenlemeye katkı sağlamaktır" diye konuşan Doç. Dr. Yalçın, "Böbrek kanseri, normal işlevini sürdüren hücrelerin şekil ve görevlerini kaybederek kontrolsüz şekilde büyümesiyle ortaya çıkar" dedi.  Tüm kanserlerin yaklaşık yüzde 4’ünü oluşturan böbrek tümörlerinde son yıllarda artış gözlendiğine dikkat çeken Doç. Dr. Yalçın, bu kanserlerin erken evrede yakalanması ve yapılan cerrahi tedavilerle başarılı sonuçlar alınabildiğini dile getirdi. Yalçın, tedavinin kişiden kişiye; hastalığın evresine, tümörün böbrekteki konumuna, büyüklüğüne, derecesine ve diğer organlara yayılıp yayılmadığına göre planlandığını anlattı.  "Erken tanı organı koruyor ve yaşam kalitesini arttırıyor"  Erken tanı ve kişiye özel cerrahi müdahalelerin, böbrek kanseri tedavisinde organ koruyucu ve yaşam kalitesini yüksek tutan yaklaşımlar sunduğunu vurgulayan Doç. Dr. Yalçın şunları söyledi:  "Tümörün ameliyatla çıkarılmasının amaçlandığı cerrahi yaklaşım, tedavi protokolünün ilk sırasında yer alıyor. Özellikle küçük tümörlerde, böbreğin korunup sadece tümörün çıkarıldığı ‘parsiyel nefrektomi’ altın standart olarak kabul ediliyor. Bu işlem, laparoskopik veya robotik yöntemlerle uygulanabiliyor. Daha büyük tümörlerde ise yerleşim yerine göre cerrahi şekilleniyor; eğer tümör damarlanmanın yoğun olduğu merkezi bölgede yer alıyorsa böbreğin tamamı alınabiliyor. Ancak tümör böbreğin kenarlarına yakın bir bölgede yerleşmişse, parsiyel nefrektomiyle böbrek korunabiliyor" 

"Hasta Okulu Projesi" Haber

"Hasta Okulu Projesi"

Samsun’un Çarşamba ilçesinde Çarşamba Devlet Hastanesi tarafından hayata geçirilen "Hasta Okulu Projesi" kapsamında eğitimler başladı. Vatandaşlara ücretsiz olarak hizmet veren proje, bölgede bir ilk olma özelliği taşıyor.  Hasta Okulu’nun ilk dersini Göğüs Hastalıkları Uzmanı Uzm. Dr. Fatma Selen Ala Çıtlak verirken, eğitime Başhekim Dr. Öğr. Üyesi Aykut Özturan da katıldı. Proje hakkında bilgi veren Dr. Özturan, "Toplumda kronik hastalık tanısı alan bireylerin sayısı giderek artmakta. Bu hastalıklar kesin çözüme kavuşmasa da, yaşam tarzı değişiklikleri ve uygun tedavilerle kontrol altında tutulabiliyor. Hasta Okulu ile hastalarımıza ve yakınlarına, yaşadıkları sağlık sorunlarında bilgi desteği sağlamayı, farkındalık kazandırarak yaşam kalitelerini artırmayı hedefliyoruz" dedi.  İlk dersin konusunun KOAH hastalığı olduğunu belirten Özturan, "KOAH hastalarının tedaviye uyumu, atak sıklığı ve cihaz kullanımı konularında bilinçlenmeleri büyük önem taşıyor. Bu eğitimler sayesinde hastalarımız daha bilinçli hareket edebilecek. Projenin devam edeceğini ve tüm vatandaşların katılımına açık olduğunu belirtmek istiyorum" diye konuştu.  Uzm. Dr. Fatma Selen Ala Çıtlak ise eğitimde KOAH hastalığında atakların azaltılması için dikkat edilmesi gerekenler ile ilaç ve cihaz kullanımına ilişkin önemli bilgiler paylaştı. Derse katılan hastalar, uygulamadan memnun kaldıklarını ifade etti. 

Yatağa Mahkum Yaşayan 24 Yaşındaki Genç Kadın, Yardım Eli Bekliyor Haber

Yatağa Mahkum Yaşayan 24 Yaşındaki Genç Kadın, Yardım Eli Bekliyor

Samsun'un Bafra ilçesinde yatağa mahkum yaşayan 24 yaşındaki genç kadın, kendine uzanacak bir yardım elini bekliyor.  24 yaşındaki Ayşenur Yiğit, 2017 yılında 17 yaşındayken bir evlilik yaşadı. Bu evlilikten bir kız çocuğu oldu. Kısa süren evliliğin sonunda eşinden ayrılan genç kadın, 2019 yılında Trabzon Fatih Devlet Hastanesinde işçi olarak çalışmaya başladı. İşe başlayalı 8 ay olan Yiğit, arkadaşının otomobili ile işe giderken geçirdikleri kaza sonrası ağır yaralandı. Trabzon Farabi Devlet Hastanesinde 2 ay, Samsun Eğitim ve Araştırma ve Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Hastanesinde 1 yıl tedavi gördü. Yatalak olan genç kadına Samsun'un Bafra ilçesinde annesi tarafından bakılıyor.  Eşinden ayrı olan anne Hatice Yiğit (54), oğlu ve 7 yaşındaki torunu ile birlikte 4 yıldır hareketsiz bir vaziyette yatağa bağımlı olarak yaşam mücadelesi veren kızıyla yaşıyor. Tek geliri aldığı 10 bin lira bakım parası olan anne Hatice Yiğit, kızının iyileşmesi için bir umut ışığı bekliyor.  "Hastam, torunum ve oğlumla beraber yaşam mücadelesi veriyoruz"  Anne Hatice Yiğit, "Kızım Trabzon'da hastanede çalışıyordu. Arkadaşının aracı ile işe giderken kaza yaptılar. O anda nabzı durdu ve beyne oksijen gitmeyince bu hale geldi. 2 ay Trabzon Farabi Devlet Hastanesinde kaldı. Oradan Samsun'a getirdik. Araştırma ve fakülte hastanelerinde 1 yıl süren tedavinin ardından eve aldık. Ona oğlumla ben bakıyorum. Kazadan sonra ona 36 ay rapor almıştık. Hastane çıkışını verdikten sonra sigortası, bütün güvenceleri raporları iptal oldu. Bütün malzemelerini parayla almaya çalışıyoruz. Bu halde 4 yıldır mücadele ediyoruz. Kızım 7 yıl önce evlenmişti. Kazadan önce ayrılmıştı. Şu anda 7 yaşında bir kız torunum var. Ona da ben bakıyorum. Şu anda 10 bin lira bakım parası alıyorum. Başka bir gelirim yok. Evim kira. Kızımın belki bir çaresi vardır. Hastam, torunum ve oğlumla beraber yaşam mücadelesi veriyoruz. Bize uzanacak yardım elini bekliyoruz" dedi. 

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.