Hava Durumu

#Sağlık

Yeni Marmara Gazetesi - Sağlık haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Sağlık haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Hangi güneş kremleri kullanılmalı? Haber

Hangi güneş kremleri kullanılmalı?

Güneş ışınlarına maruz kalmak, cilt yaşlanmasının bir numaralı sebebi olduğunu ifade eden Dermatoloji Uzmanı Dr. Işıl Kamberoğlu Turan, Güneşin insanları yaşlandırdığı için en etkili yaşlanma önleyici kremin güneş koruyucu olduğunu söyledi.  Düzenli olarak güneş kremi kullanmak ise cilt kanserinin ve erken yaşlanma belirtilerinin önlenmesi için kesinlikle en etkili yol olduğunu ifade eden Medicana Bursa Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Işıl Kamberoğlu Turan, "Güneş ışığı, dünyaya ulaşan iki tür zararlı ışından oluşur: UVA ışınları ve UVB ışınları. Bunların her ikisi de erken yaşlanmaya, kırışıklıklara ve cilt kanserine yol açabilir. Güneşin insanları yaşlandırdığı için en etkili yaşlanma önleyici kremin güneş koruyucudur. UVB ışınları derinin üst katmanında kalırken, UVA ışınları alt katmana geçebiliyor. Bulutlu günlerde bile etkisi gösteren ve hatta camdan içeri sızan UVA ışınları dünya yüzeyine yansıyan ultraviyole ışınlarının yüzde 95'ini oluşturuyor. Bu ışınlar foto yaşlanma dediğimiz cildin destek yapılan olan kollajen ve elastin liflerin dokusunu kaybetmesine ve cilt sıkılığının azalmasına sebep oluyor. Bunun yanı sıra güneş alerjisi olarak bilinen kızarıklık, kaşıntı, polimorf ışık erüpsiyonu şikayetlerinin de sebebini oluşturuyor. Hamilelik maskesi, sık tekrarlayan omuzda, yanak ve alında koyu lekeler ve hatta cilt kanseri oluşumuna da sebep oluyor" dedi.  Hangi güneş kremleri kullanılmalı  UVB ışınları güneş ışınlarının yüzde 5'ini oluşturduğunu belirten Turan, "Bulut ve camlardan geçemezler ancak derinin üst katmanına nüfuz edebilirler. Reaktif oksijen radikallerine karşı bariyer fonksiyonunu iyi sağlayamadığımızda bronzlaşma, güneş yanıkları, güneş alerjisi ve cilt kanserlerinden sorumludurlar. Güneş kremi seçerken hem UVA hem de UVB koruma sağlamasına mutlaka dikkat etmeliyiz.  Doğru güneş koruyucuyu seçmek konusu bazen kafa karışıklığı oluşturabilir. Etiket okurken dikkat etmek gereken bazı noktalar var. UVA ve UVB ortak koruma amacıyla geniş spektrumlu (broad band) yazması son derece önemlidir. UVA koruması: PPD / PA, UVB koruması: SPF değerleri ile ölçülür. SPF'nin dört farklı koruma düzeyi vardır. Düşük (6 -10 faktör), orta (15 -25 faktör), yüksek (30 -50 faktör) ve çok yüksek (50+ faktör). Peki bu SPF numaraları ne ifade ediyor? Cilde SPF faktörlü bir ürün uygularsa, yanma süresi (cildinizin kaç dakikada kızardığı) koruma faktörü ile çarpılır ve güneşin altında yanmadan kaç dakika kalabileceği belirlenir. Peki buna güvenmeli miyiz? Asla. Güneş koruyucularda ne kadar çok uygulama yaparsanız o kadar çok korunursunuz. Bu sebeple dışarı çıkmadan 30 dakika önce sürülmesini ve mutlaka 2 saatte bir kremleri yenilemeyi öneriyoruz. Denizde, suda uzun süre kalınacağı dönemlerde suya dayanıklı formüller tercih edilmelidir. Güneşten koruyucular yüzme, aşırı aktivite ve kurulanma sonrası tekrar uygulanmalıdır.  Koruma yanıtı cilt tipinize göre de değişecektir. Gebe ve çocuklarda fiziksel bariyer oluşturan titanyum dioksit ve çinko oksit içerikli filtreleri tercih etmek halen güvenli gözüküyor ancak bu kremler beyaz renk bırakarak, yapışkan bir doku hissi veriyor. Fiziksel filtreler, ışığın deriden emilmesini engelleyerek ışığı yansıtırlar ancak kimyasal filtreler ışığı emerek, zararsız ısı ya da ışık olarak geri verirler.  Kimyasal filtreler arasında PABA, sinnatlar, salisilatlar ve benzimidazoller başlıca UVB koruyucular iken, benzofenonanlar, metinil antranilat ve kamfor birleşikleri UVA ışınlarına etkilidir. Lekeli ciltler için ise renkli güneş koruyucular ön plana çıkarken; rozase yada kızarık hassas ciltler için kimyasal filtrelerden uzak durmayı öneriyoruz" diye konuştu.  ‘’Dermatolog kontrolünde ürün seçilmeli’’  İyi bir güneş koruyucuda hem UVA hem UVB filtresi, suya ve tere dayanıklı olması, yüksek koruma faktörü içeriği, maliyetinin erişilebilir ve sürdürülebilir olmasını yanı sıra alerjik olmamasına dikkat edilmesi gerektiğini belirten Turan, "Güneş insanları yaşlandırdığı için en etkili yaşlanma önleyici krem güneş koruyucudur. Kişiye özel uygulama için, mutlaka dermatolog kontrolünde ürün seçmeyi öneriyoruz. Unutmayın cilt bakımı bilginin sihrini taşır" dedi. 

Yeşil Çayın Göz Sağlığına Faydaları: İnanılmaz Gerçekler! Haber

Yeşil Çayın Göz Sağlığına Faydaları: İnanılmaz Gerçekler!

Antioksidan Zenginliği: Yeşil çay, kateşinler ve polifenoller gibi güçlü antioksidanlar içerir. Bu antioksidanlar, göz hücrelerini serbest radikallerin zararlarından koruyarak, yaşa bağlı makula dejenerasyonu ve katarakt gibi göz hastalıklarının riskini azaltabilir. Göz Yorgunluğunu Azaltma: Bilgisayar ekranına uzun süre bakmak veya okuma gibi aktiviteler göz yorgunluğuna neden olabilir. Yeşil çayın içerdiği bileşenler, gözlerdeki yorgunluğu hafifletmeye yardımcı olabilir ve gözlerinizi rahatlatabilir. Enflamasyonu Azaltma: Yeşil çay, anti-enflamatuar özelliklere sahiptir. Bu özellikler, gözlerdeki iltihaplanmayı azaltabilir ve göz enfeksiyonlarına karşı koruma sağlayabilir. Göz Kuruluğuna Karşı Koruma: Yeşil çay, gözyaşı üretimini destekleyerek göz kuruluğuna karşı koruma sağlayabilir. Göz kuruluğu, uzun süre bilgisayar kullanımı veya kuru ortamlar nedeniyle yaygın bir sorundur. Daha İyi Görme: Yeşil çayın düzenli tüketimi, genel göz sağlığını destekleyerek daha iyi görme yetisi sağlar. İçerdiği vitaminler ve mineraller, göz hücrelerinin sağlığını koruyarak görme kalitesini artırabilir. Yeşil çayı düzenli olarak tüketmek, sadece genel sağlığınızı değil, aynı zamanda göz sağlığınızı da destekleyebilir. Ancak, yeşil çayın faydalarından tam anlamıyla yararlanmak için dengeli bir beslenme ve sağlıklı yaşam tarzı sürdürmek önemlidir. Unutmayın, herhangi bir sağlık sorunu ya da göz probleminiz varsa, öncelikle bir sağlık profesyoneline danışmalısınız. d

Uzmanından Meme Kanseri Uyarısı! Haber

Uzmanından Meme Kanseri Uyarısı!

Dünya genelinde kadınlarda en çok görülen kanser türü meme kanseridir. Mamografi taramalarını düzenli olarak yaptıran ülkelerde meme kanseri kaynaklı mortalite oranının azaldığı bilinmektedir. Meme kanserinin erken teşhisinde mamografi tetkiki çok önemli bir rolü olduğunu söyleyen Radyoloji Bölümü Uzm. Dr. Nesrin Atcı, kadınların 40 yaşından sonra hiçbir şikayeti olmasa bile yılda 1 kere mamografi filmi çektirmelerini önerdi.   İstatistiklere göre her yıl 2.1 milyon kadının meme kanserine yakalandığı, 627 bin kadının da bu kanserden dolayı hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Medicana Konya Hastanesi Radyoloji doktorlarından Uzm. Dr. Nesrin Atcı, kadınların 40 yaşından sonra düzenli olarak senede 1 kez mamografi çektirmesinin hayat kurtarıcı olduğuna, meme kanserinin erken teşhisinde, meme kanserine yenilmemek için “altın standart” tarama yönteminin olduğuna dikkat çekti.  “Basit bir tarama ile kısa sürede tedaviye başlanabilir”  Meme kanseri tedavisinde erken tanı, oldukça önemlidir. Meme kanseri gibi bazı kanser türlerinin tanısında da basit taramalarla teşhisin kısa sürede konularak tedaviye başlanabildiğini belirten Uzm. Dr. Nesrin Atcı, “Tarama mamografisi meme ile ilgili şikayeti olmayan sağlıklı kadınlara belirli aralıklarla uygulanan radyolojik tetkik olup meme kanserinin muhtemel en erken safhasında fark edilmesini sağlamaktadır. Ülkemizde 40-69 yaş arası kadınlara iki yılda bir tarama mamografisi yapılmaktadır. 40 yaş altında da ailede öyküsü bulunan yani anne tarafından 1. derece akrabalarında meme kanseri geçirmiş olan özel seçilmiş vakalarda da mamografi çekimi yapılabilmektedir. Mamografi tarama programının olmazsa olmazıdır” dedi.  Erken dönem meme kanserinde mamografinin değerinin çok önemli olduğunu vurgulayan Uzm. Dr. Nesrin Atcı, “Burada amaç kanser gelmeden önce önlem almaktır. Radyasyon açısından çekinip taramalara gelmeyen hastalar olabiliyor. Ama bu toplumda yayılan kirli bilgilerden sadece biridir. Çünkü mamografide çok düşük dozda X-ışını kullanılır. Özellikle yeni nesil cihazlar bir akciğer röntgeninden daha az radyasyon içermektedir. Çekim süresi yaklaşık 10-15 dakikadır. Hasta ayakta iken teknisyen tarafından çekim gerçekleştirilir. Her memeden ikişer görüntü alınır. Çekilen mamografi filmleri de radyoloji uzman doktorları tarafından değerlendirilir” şeklinde konuştu.  Toplum tarafından yanlış bilinen bilgilerden bir diğeri ise mamografinin çok ağrılı olduğudur. Bu yüzden de kadınların ağrıdan çekinip mamografi filmi çektirmediklerini söyleyen Uzm. Dr. Nesrin Atcı, “Eskiden belki ağrılı olabilirdi. Ama gelişen teknoloji ile birlikte mamografi filmi için kullanılan cihazlarda gelişmiştir. Mamografide iki plak arasında meme sıkıştırılarak bir nevi memenin röntgen filmi çekilir. Eski cihazlarda sıkıştırmaktan dolayı hastalar ağrı duyabilirdi. Fakat yeni nesil cihazlarda bu durum daha farklı. Günümüzde, her meme kalınlığına ve yoğunluğuna göre kompresyonu otomatik olarak ayarlayabilen cihazlar mevcuttur” diye konuştu.  Ağrıyı azaltan bir diğer faktör de mamografi filmi çektirme zamanı olup en ideal zaman adet kanaması bittikten sonraki ilk hafta olduğunu söyleyen Atcı, “Mamografi filmi çekileceği gün duş alıp koltuk altı deodorantı ya da losyonu gibi maddeler kullanılmamalıdır. Çünkü bu tarz kozmetik ürünler mamografi sonucunu yanıltabilir” ifadelerini kullandı.  “Her kadın kendi muayenesini yapabilir”  Kadınların öncelikle kendi kendilerinin doktoru olması gerektiğini söyleyen Uzm. Dr. Nesrin Atcı, “Kadınların düzenli aralıklarla kendilerini kontrol etmeleri gerekir. Memede şekil bozukluğu var mı? Ağrısız ele gelen bir kitle var mı diye kendilerini gözlemlemeleri çok önemlidir. Memesinde yeni bir şey fark eden, eline bir şişlik gelen hastalarımızın vakit kaybetmeden hastaneye başvurmaları gerekir. Şikayeti olup bize gelen hastalarımızı 40 yaş üzeri ise ve en son mamografisinin üzerinden 1 yıl geçmişse mamografi ve meme ultrasonu ile değerlendiririz. 40 yaş altı hastalarımız ise genellikle öncelikle ultrason muayenesi ile değerlendirilir. Ultrasonda ele gelen lezyonun karakterine bakılır. Kist mi? Yani içi sıvı dolu mu, yoksa katı bir lezyon mu? Önce bunun ayrımını yaparız. Kist ise zaten iyi huylu bir lezyondur ve takibe gerek kalmaz. Katı lezyonların bir takım özelliklerine bakarız. Konturlarına bakılır ve içinde küçük küçük kireçlenmeler var mı diye ayrıntılı incelenir. İyi görünümlü katı lezyonlar genelde en az iki yıl takip edilir. Ama yeni ele gelen lezyon iyi görünümlü de olsa biyopsi yaparız. Sonuç olarak, memede her lezyon kötü demek değildir. Hastalarımızın eski tetkikleriyle beraber ayrıntılı olarak değerlendirilmesi, meme lezyonlarının titizlikle incelenip doğru yönlendirilmeleri son derece önemlidir” dedi. 

Bakımsız Klimalar Hastalık Saçıyor! Haber

Bakımsız Klimalar Hastalık Saçıyor!

Temizliği iyi yapılmayan klimaların zatürreye yol açtığını söyleyen Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şebnem Yosunkaya, klimaların ortamdaki ısı ve nem dengesini ayarladığını, yakın mesafeden sürekli aynı bölgeye maruz kalındığında ise birçok hastalığa da davetiye çıkarttığı uyarısında bulundu.    Yazın sıcak günlerini kapalı ortamlarda rahat geçirebilmek için yoğun olarak klima kullanılıyor. Alışveriş merkezlerinden araçlara kadar her ortamda kullanılan klima, birçok rahatsızlığa da sebep olabiliyor. Uzmanlar halk arasında zatürre olarak bilinen 'pnömoni' hastalığına karşı uyarılarda bulunuyor.  Klima sistemlerinin hava, ısı ve nem dengesini ayarlayarak sıcak havalarda konfor sağladığını anlatan Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şebnem Yosunkaya, “İklim krizi ve aşırı sıcakların etkisiyle daha fazla klimalara ihtiyaç duyuyoruz. Klimalar aynı zamanda bir hava akımı oluşturarak iç ortamın havasının devridaim etmesini ve partiküllerden temizlenmesini sağlarlar ayrıca çok önemli kalıp küf oluşumunu engellerler. Ortam, iç ortamlarda engellerler aslında bu yönleriyle hava yolu hassas astımlı hastalarımız için de güzel, uygun cihazlardır kullanımları faydalıdır” dedi.  “Bakımları yapılmayan klimalar zararlı hale gelebilirler”  Klimaların filtre bakımları yapılmadığında içlerinde kendileri toz ve mikroorganizmalar barındırarak zararlı hale gelebildiklerinin altını çizen Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şebnem Yosunkaya, “Uygun temizlikleri yapılmazsa işte o filtreleri değiştirilmezse bu sefer içlerinde kendileri toz ve mikroorganizmalar barındırarak zararlı hale gelebilirler. Bu zararlar da iyi ortamı temizleyeceğine ortama mikroorganizma saçar hale gelirse toz ve mikroorganizma bu sefer hava yolu hassas bu astımlı hastalarımızda öksürük ve nefes darlığına yol açacaktır. Aynı zamanda bu ortamı soğutup, dış ortamla iç ortam arası ısı farkı yüksekliğine neden olduğu için yine hava yolu hassas astımlı hastalarımız böyle ani havadaki ısı değişimlerinden de etkilenirler. Yine böyle öksürük ve nefes darlığı başlayabilir bu hastalarımızda. İyi temizlenmezlerse bir takım mikroorganizmalar bu klimanın suyunda oluşur, yaşar ve kullandıklarında etrafa bu mikro organizmalar saçılır. Bu da akciğer hastalıklarına ve akciğerde zatürreye sebep olabilir. O ortamı kullananlarda salgın tarzında pnomonilere sebep olabilir” şeklinde konuştu.  “Vücudun tek bölgesine uzun müddet gelen soğuk hava kas spazmlarına ağrılara sebep olabilir”  Klimanın oluşturduğu soğuk havanın vücudun belli bir bölgesine uzun müddet gelmesi sonucu kas spazmlarının da olabileceğine değinen Prof. Dr. Yosunkaya, “O soğuk havanın böyle vücudun belli bir bölgesine uzun müddet gelmesi o bölgede kas spazmlarına ağrılara sebep olabilir. Aşırı bir kuruluk yani klimaların günün büyük bir kesiminde, iç ortamlarda çalıştırılması aşı bir kuruluk yaparak gözlerde üst hava yollarında yine akciğer enfeksiyonlarına eğilim oluşturabilir. Yine kötü tasarımlı klimalar, yüksek ses yaparak bir gürültü kirliliği oluştururlar. Bu da kişilerin uykusunu bozarak stres seviyelerinin artmasına sebep olabilir. Her konuda olduğu gibi klimalarda da dengeli davranalım, kullanımlarını abartmayalım. Temizliğine dikkat edelim” diye konuştu. 

Gebeler Havuza Girebilir Mi? Gebeler Yazın Neler Yapabilir? Haber

Gebeler Havuza Girebilir Mi? Gebeler Yazın Neler Yapabilir?

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Faruk Buyru, hamilelere yaz uyarısında bulundu. Hamilelerin sıcaklardan daha çok etkilendiğini söyleyen Buyru, “Gebelere yazın denizde ya da uygun havuzlarda yüzmeyi öneriyoruz” ifadelerini kullandı.  Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Faruk Buyru; hamileliğe bağlı bazı değişiklikler nedeni ile hamilelerin sıcak havadan daha çok etkilendiğini belirterek uyarılarda bulundu. Buyru, gebeliğe bağlı hormonal ve fizyolojik değişiklikler, alınan kilolar, kan akışının artması, solunum kapasitesinin azalması, kalp hızının fazla olması, sıcaklık ve nemin daha fazla hissedilmesine yol açtığını belirtti.  “Güneşin dik geldiği saatlerde dışarı çıkmamalı”  Prof. Dr. Faruk Buyru, hamilelerin sıcaktan etkilenmemeleri için sentetik dar giysilerden kaçınmalarını belirterek, “Keten, pamuklu ve bol kıyafetler giyilmeli. En az 2 litre sıvı tüketilmeli, ılık duş alınmalı, güneşin dik geldiği 11-16 saatleri arasında mümkün olduğunca dışarı çıkılmamalı” dedi.  “Hamileler şekerli ve gazlı içeceklerden kaçınmalı”  Prof. Buyru, hamilelerin yaz aylarında şekerli ve gazlı içeceklerden kaçınması gerektiğini aktararak, “Alınan sıvı miktarı kadar sıvının niteliği de önemli. Şekerli ve gazlı içeceklerden kaçınmak, mümkünse sıvı ihtiyacını su, soda, az tuzlu ayran, az şekerli limonata gibi içeceklerle karşılamaları yerinde olacaktır. Hatta çay bile bu amaçla içilebilir. Günlük sıvı ihtiyacını karşılamak açısından ayran içiyorsa, çok tuzlu, limonata içiliyorsa da çok şekerli olmamasına da dikkat etmeleri gerekir. Gebeler her zaman olduğu gibi sık ve az yemeli, mümkün olduğu kadar karbonhidrat ve tuzdan uzak durmalı” tavsiyelerinde bulundu.  “Hamilelere yazın denizde ya da uygun havuzlarda yüzmeyi öneriyoruz”  Hamilelerin güneş kremi kullanmasının önemine de değinen Buyru, “Anne adayları güneşlenecekse güneşin zararlı, ultraviyole etkisini hissetmemesi açısından koruma faktörlü güneş kremleri kullanmasını öneriyoruz. Hamilelikte egzersizin yaz aylarında da ihmal edilmemesi gerekiyor. Spor salonunda serinletilmiş, nemi azaltılmış bir ortamda egzersiz yapabilirler. Bunun yanı sıra gebelerin yazın yapabileceği imkan varsa denizde ya da uygun havuzlarda yüzmeyi öneriyoruz. Hamilelerin mikrop bulaşır ya da enfeksiyon kaparım diye bundan kaçınmamaları gerekir. Sadece deniz ya da temiz bir havuzdan çıkınca enfeksiyon riskini azaltmak için mayolarını değiştirip, kuru mayoyla oturmaları gerekir. Yine sabah saatlerinde veya akşam güneş battıktan sonra yürüyüş yapılması da önerilebilir. Günaşırı 30-40 dakika yürüyüş hem kilo alımını dengelemek, hem de doğuma hazırlık için yararlı olur” şeklinde konuştu.  “Sıcak hava tüp bebek tedavisini olumsuz etkilemez”  Sıcak havalarda ameliyat olmanın ya da tüp bebek yaptırmanın sakıncalı olup olmadığıyla ilgili sorularla çok sık karşılaştığını aktaran Prof. Dr. Faruk Buyru, “Gerek çocuk isteği nedeniyle tedavi olanlar ya da ameliyat olması gereken hastalar, ‘yaz sıcakları benim ameliyatımı ya da tedavimi olumsuz etkiler mi’ şeklinde soru soruyorlar. Bu doğru olmayan bir düşünce şekli. Bu anlamda mevsimsel bir fark olmuyor. Sıcaklar olumsuz etkilemiyor. Zaten laboratuvar ve ameliyathane belirli ısı ve nem oranına göre iç ortamı oluşturulmuş, dengelenmiş olan yerler. Enfeksiyon olmaması için ameliyathane ya da laboratuvarlar yaz- kış belirli sıcaklık seviyesine ayarlı. O nedenle gerek tüp bebek tedavilerini, gerek ameliyatları sıcak hava olumsuz etkilemiyor” ifadelerini kullandı. 

Doğum Sonrası Depresyonla Baş Etme Önerileri Haber

Doğum Sonrası Depresyonla Baş Etme Önerileri

Uzman Klinik Psikolog Enise Öziç, “Doğum sonrası süreçte hormonlardaki hızlı düşüş annede kimyasal değişikliklere neden olur. Bu kimyasal değişikliklere ek olarak bebek sahibi olmak ile ilişkili soysal ve psikolojik değişiklikler anneyi olumsuz etkileyebilmektedir. Dolayısıyla bu belirtileri kişi uzun süre yaşadığını düşünüyorsa psikolog veya psikiyatrist tarafından uzman desteği almaya çalışmalıdır” dedi.  Annelik duygusu şüphesiz kadınlar için tarif edilemeyen bir duygu olsa da, yeni anneler bazı psikolojik sorunlarla karşı karşıya kalabiliyor. Yeni doğum yapan annelerin sırasıyla annelik hüznü, doğum sonrası depresyon ve doğum sonrası psikoz gibi duygusal, psikolojik süreçlerden geçebildiklerini vurgulayan Liv Sağlıklı Yaşam Merkezi Psikoloji Kliniği’nden Uzm. Klinik Psikolog Enise Öziç, bunları şöyle anlattı:  “Annelik hüznü; doğumdan sonra ortalama 3-4 gün içinde ortaya çıkar, ortalama 10-15 gün içinde kendiliğinden geçer. Belirtileri çoğu zaman sık ağlama, huzursuzluk, dikkati toplayamama, uykusuzluk, keder, sinirlilik hali şeklinde olabilir. Bu duygular çoğu annede olur ve geçicidir. Bu nedenle annelik hüznü yaşayan anneler paniğe kapılmadan sakin kalmaya çalışarak bu durumun geçeceğini kendilerine telkin etmelidir. Yetersizlikle ilgili olumsuz düşüncelere aldırış etmemeye dikkat etmelidirler.”  Doğum sonrası depresyonun doğumdan bir ay sonra kendisini gösterebileceğini dile getiren Uzm. Klinik Psikolog Enise Öziç, “Her annede yaşanmamakla birlikte doğum sonrası depresyonun bazı belirtileri annelerde bebeklerini sevemedikleri düşüncesi, bebek bakımı ile ilgili yoğun endişeler, yetersizlik kaygıları, bebeğe zarar vermeye yönelik obsesif düşünceler, iştahsızlık, uykusuzluk, anksiyete, bebekle ilgilenememe şeklinde sıralanabilir. Doğum sonrası süreçte hormonlardaki hızlı düşüş annede kimyasal değişikliklere neden olur. Bu kimyasal değişikliklere ek olarak bebek sahibi olmak ile ilişkili soysal ve psikolojik değişiklikler anneyi olumsuz etkileyebilmektedir. Dolayısıyla bu belirtileri kişi uzun süre yaşadığını düşünüyorsa psikolog veya psikiyatrist tarafından uzman desteği almaya çalışmalıdır” diye konuştu.  Duygu değişimi ile mücadele etmenin şifreleri  Jill Churchill'in “Mükemmel bir anne olmak imkânsızdır, ancak iyi bir anne olmanın milyonlarca yolu vardır” sözünü hatırlatan Uzm. Klinik Psikolog Enise Öziç, doğum sonrası duygu değişimiyle baş etmek için 11 öneride bulundu:  - Bazı günler iyi bazı günler kötü olabileceğinizin farkında olun.  -Yakınlarınızdan yardım isteyin ve diğerlerine size nasıl yardımcı olabileceklerini iletin.  - Kendiniz ve bebeğiniz için beklentilerinizde gerçekçi olun.  - Kendinizi izole etmeyin, aile ve arkadaşlarınızla iletişimde olun.  - Eşinizle birbirinize az ama öz vakit ayırmaya çalışın.  - Eskiden size iyi gelen şeyleri zamanınızı planlayarak yeniden uygulamaya çalışın.  - Bebeğiniz uyuduğunda siz de uyuyun ve dinlenmeye çalışın.  - Muhakkak beslenmenize dikkat edin.  - Kafeinden ve alkolden uzak durun.  - Dışarıya çıkıp yürüyüşler yapın, hava alın ve egzersizler yapın.  - Geçmişte ya da gelecekte olmayın; ‘şimdi ve burada’ olun. Yani o an neler yapıyorsanız, sadece ona odaklanın.” 

Her takıntılı düşünce ya da davranış obsesif kompulsif bozukluk mudur? Haber

Her takıntılı düşünce ya da davranış obsesif kompulsif bozukluk mudur?

 Obsesif kompulsif bozukluğun(OKB) yaşam kalitesini düşüren bir hastalık olduğunu kaydeden Saygı Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Doktor Ayşe Tanyıldız, “Toplumda her 100 kişiden 3’ünde görüldüğü tespit edilmiştir” dedi.  Toplumda oldukça sık görülen ruhsal hastalık olan obsesif kompulsif bozukluğa ilişkin önemli açıklamalarda bulunan Saygı Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Doktor Ayşe Tanyıldız, “Obsesyon; kişinin zihnine girmesine engel olamadığı, zihninden uzaklaştıramadığı düşünce, fikir ve dürtülerdir. Kişinin isteği dışında gelirler, kişi tarafından mantıkdışı olarak değerlendirilirler ve yoğun sıkıntı ve huzursuzluğa neden olurlar. Kompulsiyon, obsesyonların neden olduğu yoğun sıkıntı ve huzursuzluğu azaltmak ya da ortadan kaldırmak üzere yapılan yineleyici davranış ve zihinsel eylemlerdir” dedi.  “Her 100 kişiden 3’ünde görülüyor”  “Obsesif kompulsif bozukluk (OKB); oldukça sık görülen bir ruhsal hastalık olup, toplumda her 100 kişiden 3’ünde görüldüğü tespit edilmiştir” diyen Tanyıldız, “Obsesyon ve kompulsiyonlar değişiklik gösterebilir. Ülkemizde ve tüm dünya toplumlarında en sık görülen obsesyon ve kompulsiyon türlerinin başında bulaşma obsesyonu ve temizlik kompulsiyonu gelir. Ayrıca şüphe obsesyonu ve kontrol kompulsiyonu, cinsel, dini içerikli obsesyonlar, simetri/düzen obsesyon ve kompulsiyonları, dokunma, sayma, biriktirme ve saklama kompulsiyonları polikliniğimize sık başvuru nedenleri arasındadır. Merdiven altından geçmemek, çocukların üstünden atlayıp geçmemek, evden sağ ayakla çıkmak, yatağın sol tarafından kalkmamak gibi batıl inançlar, uğurlu, uğursuz sayılar ve renklerde sık karşılaştığımız ve kişinin günlük hayatını oldukça fazla etkileyen içeriklerdir” ifadelerini kullandı.  Her takıntılı düşünce ya da davranış obsesif kompulsif bozukluk mudur  Psikiyatri Uzmanı Ayşe Tanyıldız, “Düşünceler aklımıza gün içerisinde herhangi bir zamanda gelebilir ancak günlük yaşam aktivitelerini engelleyecek ya da günlük işlevlerimizi kısıtlayacak kadar sık ve yoğun olduğunda hastalık olarak değerlendirilebilir. Dağınık olan bir yeri toplamak, düzenlemek, kapı veya pencerenin açık olup olmadığını kontrol etmek gibi davranışlar elbette günlük yaşamımızın bir parçası. Bir ev kadınının temiz ve düzenli olması doğal olarak hastalık sayılmaz ama hemen her gün, günün her saatinde temizlik yapıyor, her gün çamaşır yıkıyor ve bu davranışları nedeni ile de çocuklarına onları sağlıklı bir biçimde yetiştirebilmek için yeterli zamanı ayıramıyorsa hastalık olarak değerlendirilebilmelidir. Bir kişinin otomobilinin camlarının kapalı, kapılarının kilitli olduğundan emin olması güvenlik nedeni ile garip karşılanmayabilir ama evinden tekrar tekrar çıkarak ya da yolda geriye dönerek cam ve kapıları kontrol etmesi dikkat edilmesi gereken bir durumdur” dedi.  “OKB, yaşam kalitesini düşüren bir hastalık”  Obsesif kompulsif bozukluğun(OKB) günlük yaşam etkinliklerini ciddi olarak kısıtlayabilen, aile, meslek ve sosyal yaşamda önemli işlev kayıplarına yol açan, yaşam kalitesini düşüren bir hastalık olduğunu kaydeden Tanyıldız, “OKB nedenleri tam olarak bilinmeyen bir hastalıktır. Obsesif kompulsif bozukluğa sahip kişiler üzerinde araştırma yapan uzmanlar; hastalığın genetik aktarım, biyolojik nedenler ve yaşanılan travmatik olaylar sonucunda ortaya çıktığını düşünmektedir. Kronikleşme ihtimalinin yüksek olması tedavinin önemini arttırmaktadır. Uygun doz ve süre kullanılan ilaç tedavileri ve bilişsel davranışçı terapi OKB hastalığının tedavisinde oldukça etkindir” şeklinde konuştu.  Dr. Tanyıldız, bilişsel ve davranışçı terapilerin hem hastalığın tedavisinde hem de hastalığın tekrarlamasının önlenmesinde çok önemli bir yer tuttuğunun altını çizerek, “Tedavide bazen tek başlarına bazen de ilaç tedavileri ile birlikte kullanılabilmektedirler. Bilişsel davranışçı terapide amaç; obsesyon ve bunlara bağlı olarak gelişen kompulsif davranışlarının neden kaynaklandığını, hastalığı tetikleyen etkenlerin ne olduğunu anlayabilmek ve danışanların bu etkenlerden kaçınmasını değil bu etkenlerin üzerine giderek hastalığı yenmelerini sağlamaktır. Kişinin kendindeki bazı düşünce ve davranışların bir ruhsal hastalığın belirtileri olabileceğine karar vermesi çoğu kez güçtür. OKB’nin sizde olabileceğinden şüpheleniyorsanız bir psikiyatri uzmanına başvurarak profesyonel yardım talep edebilirsiniz” dedi. 

Tatil İshallerine Dikkat! Haber

Tatil İshallerine Dikkat!

Medical Park Karadeniz Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, tatile çıkacak kronik hastalığı olanlara uyarılarda bulunarak ilaçlarını eksiksiz olarak yanlarında bulundurmaları tavsiyesinde bulundu.   Tatile çıkmadan hekimlere danışmanın önemine işaret eden Özlü, seyahat sırasında acil kullanımı ilaçların mutlaka seyahat sırasında yanlarında bulundurmaları gerektiğine dikkat çekerek, “Tatil sezonu başladı özellikle kronik hastalığı olanların tatil öncesinde stabil durumda olması lazım. Eğer hastalığı kontrol altında değil ise hekimlerine danışmalarında fayda var tatile gidebilir miyim? diye. Tatil onların tedavilerini normal olarak aksatabilir. Çünkü bazen uzun bir seyahat gerekebiliyor, iklim şartları değişebiliyor. Gece gündüz saatleri, yeme alışkanlıkları, istirahat, uyku zamanları değişebiliyor bu da onların dengelerini bozabilir. O açıdan tatile gitmeden önce stabil kontrol altında olduklarının anlaşılması lazım. Tatil süresince ilaçlarını yedekleyecek şekilde yanlarına almaları lazım. Eğer tıbbı bir cihaz kullanıyorlarsa tansiyon ölçeri, şeker ölçeri v.s. onları da mutlaka yanlarında götürmeleri lazım. Seyahat sırasında da acil kullanımı olan ilaçlarını yanlarında bulundurmaları lazım” dedi.  Tatil ishallerine dikkat  Tatil sırasında tatil ishallerine dikkat çeken Özlü, “Tatil sürecinde eğer bir sağlık sorunu yaşarsa nereden sağlık hizmeti alabileceğini önceden planlamış olması lazım. Beslenme çok önemli. Eğer bir diyeti varsa tatilde de diyetini bozmaması lazım. Özellikle sıcakta yeterli sıvı alınımı çok önemli. Güneş altında sıcakta çok kalmamaları gerekiyor. Özellikle tatil için sahil kenarlarına gidenler deniz alışkanlığı var. Gündüz saat 11, akşam 16-17 arasında güneş altında çok açıkta dolaşmamalarını tavsiye ederim. Ağır yemekler yememelerini, rahat kıyafetler giymelerini tavsiye ederim. Vücudun hava sirkülasyonuna izin veren pamuklu ya da ipekli kıyafetler giymelerinde yarar var. Beslenme önemli, özellikle tatil ishali dediğimiz bir olay var. Açıkta satılan gıdalar, hijyenik olmayan şartlarda gıda maddelerin tüketilirse o zaman maalesef ishal başlayabiliyor karın ağrısı, karında şişkinlik gaz v.s. gibi semptomlar olabiliyor. O açıdan mutlaka gıdaların uygun şartlarda saklanması, taşınması lazım. Bunlara dikkat edilmezse tatil sağlık açısından sorun olabilir. Özellikle yaşlı, kronik hastalığı olanlar bunlara dikkat etmelerinde fayda var” diye konuştu. 

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.