Hava Durumu

#Sağlık Haberleri

Yeni Marmara Gazetesi - Sağlık Haberleri haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Sağlık Haberleri haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Ramazan pidesini çok sıcak tüketmeyin Haber

Ramazan pidesini çok sıcak tüketmeyin

Diyetisyen Banu Özbingül Arslansoyu, oruç tutarken dikkat edilmesi gereken beslenme önerilerinde bulundu. Dyt. Arslansoyu, "Aç karnına sıcak pide yemek, kan şekerini hızlı yükselteceğinden kontrollü tüketilmelidir" uyarısı yaptı.   Ramazan ayında beslenme düzeni değişirken, günlük enerji ve besin ihtiyacının karşılanması önem taşıyor. "Oruçla değişen beslenme düzenine bağlı olarak kabızlık, mide yanması, unutkanlık, dikkatsizlik, baş dönmesi ve baş ağrısı gibi şikayetler görülebiliyor" diyen Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi Diyetisyeni Banu Özbingül Arslansoyu, süreçte yetersiz beslenmenin bağışıklık sistemini zayıflatabileceği ve hastalıklara yakalanma riskini artırabileceği konusunda uyarılarda bulundu.  "Ramazan ayını sağlıklı ve verimli geçirmek için sahur ve iftar öğünlerinin bilinçli bir şekilde planlanması gerekiyor" diyen Dyt. Arslansoyu, "Ayrıca; diyabet, kalp ve böbrek hastalıkları, yüksek tansiyon gibi kronik rahatsızlıkları olan bireylerin ya da hamile, emziren anne ve büyüme çağındaki çocukların sağlık açısından oruç tutmadan önce mutlaka doktorlarına danışmaları gerekiyor" uyarısında bulundu.  "Tuzlu yiyecekler, şarküteri ürünleri sahurda tercih etmeyin"  "Sahurda yüksek lifli ve protein ağırlıklı beslenin. Sahurda yapılan besin tercihleri, gün içinde kan şekerinin dengede kalmasını sağlamak açısından büyük önem taşıyor" ifadelerini kullanan Dyt. Arslansoyu, tuzlu yiyecekler, şarküteri ürünleri ve kızartmaların susuzluk hissini artırabileceği nedeniyle sahurda tercih edilmemesi gerektiğini vurguladı.  Dyt. Arslansoyu, "Sahurda yüksek lifli ve protein içeriği yüksek besinlerin tercih edilmesi gerekiyor. Özellikle; tam buğday veya çavdar ekmeği, süt ve süt ürünleri, yumurta, çiğ kuruyemişler, komposto, mevsim meyve ve sebzelerinin sahur için ideal seçenekler arasında yer alıyor" dedi.  "Ramazan pidesini çok sıcak tüketmemeye özen gösterin"  "Ramazan pidesini çok sıcak tüketmemeye özen gösterin" diyen Dyt. Arslansoyu, iftar öğününde yapılan en büyük hatanın hızlı ve fazla miktarda yemek tüketmek olduğunu ifade etti. Bunun mide ve bağırsak sorunlarına yol açabileceğini belirtti.  "Orucumuzu açarken su ve hurma, peynir, mevsim sebzesi, zeytin gibi kahvaltılıklar tüketmek doğru bir seçim olabileceği gibi, hafif çorbalar da iyi bir seçenektir. Orucumuzu açtıktan sonra, mideyi yormamak için 15-20 dakika beklemeliyiz" ifadelerini kullanan Dyt. Arslansoyu, rafine unlu ve aşırı yağlı besinlerden kaçınılması gerektiğinin de altını çizdi. Ramazan pidesinin aşırı tüketilmemesi gerektiğini belirten Dyt. Arslansoyu, "Aç karnına sıcak pide yemek, kan şekerini hızlı yükselteceğinden kontrollü tüketilmelidir" uyarısında bulundu.  "Sıvı tüketimi en az 2 litre olmalı"  Ramazan süresince günlük en az 2 litre su tüketilmesi gerektiğini ifade eden Diyetisyen Banu Özbingül Arslansoyu, iftar ve sahur arasında sık ve dengeli beslenme alışkanlığı edinilmesi gerektiğini belirtti. İftar sonrası taze mevsim meyvelerine yer verilmesi gerektiğini vurgulayan Dyt. Arslansoyu, sindirimi kolaylaştırmak adına aşırı şekerli ve yağlı tatlılar yerine meyve ve hafif sütlü tatlıların tercih edilmesini önerirken, ayrıca iftardan 1,5-2 saat sonra yapılacak hafif tempolu yürüyüşlerin metabolizmayı desteklediğini belirtti. 

Meme Kanseri Tedavisinde Yeni Yöntem Haber

Meme Kanseri Tedavisinde Yeni Yöntem

İstanbul'da bilim insanları, neoadjuvan kemoterapiye direnç gösteren meme kanseri hastalarına yönelik kişiye özel tedavi yöntemleri geliştirmek için genetik araştırma başlattı. Araştırmanın yürütücülüğünü üstlenen Doç. Dr. Selman Emiroğlu, tedaviye dirençli hastalar için genetik biyobelirteçlerin belirlenmesinin büyük önem taşıdığını vurgulayarak bu alandaki çalışmaların kanser tedavisinde devrim niteliğinde bir değişim olabileceğini ifade etti.   Meme kanseri, Türkiye'de ve dünya genelinde kadınlar arasında en yaygın görülen kanser türlerinden biri olup, ciddi bir sağlık sorunu olarak öne çıkmaktadır. Bu hastalığın tedavisinde yaygın olarak kullanılan neoadjuvan kemoterapi, tümörleri küçültme ve cerrahi müdahale öncesi hazırlık sağlama amacı güderken, her hasta üzerinde aynı etkiyi göstermemektedir. Bazı hastalar ise bu tedaviye direnç geliştirebilmekte, bu da tedavi sürecini zorlaştırmaktadır.  Bu kapsamda İstanbul Üniversitesi ve Biruni Üniversitesi'nden 7 bilim insanı, kemoterapiye dirençli meme kanseri vakalarına yönelik daha etkili tedavi yöntemleri geliştirmek için genetik araştırma başlattı. Biruni Üniversitesi'nden Dr. Asmaa Abuaisha'nın fikriyle ortaya çıkan araştırma, YÖK Başkanlığı ile Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı arasında imzalanan "Araştırma Üniversiteleri Destek Programı İş Birliği Protokolü" kapsamında mali kaynak desteği aldı.  "Direncin Sebeplerini Araştırıyoruz"  Araştırma hakkında açıklamalarda bulunan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi ve Biruni Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Selman Emiroğlu, neoadjuvan kemoterapiye dirençli hastaların tedaviye daha duyarlı hale gelmesi için genetik biyobelirteçlerin belirlenmesinin kritik öneme sahip olduğunu belirtti.  "Kemoterapiye direnç, her hastada farklı genetik ve biyolojik faktörlere dayalı olarak gelişebiliyor. Bu durumun tam olarak anlaşılabilmesi için daha fazla araştırma yapılması gerektiği kanaatindeyiz. Biz de bu sorunun çözümü için çalışmalarımızı sürdürüyoruz" diyen Doç. Dr. Selman Emiroğlu, projenin amaçlarını şu şekilde özetledi: "Kemoterapiye dirençli hastaların tedavisinde daha etkili ve kişiye özel tedavi yöntemleri geliştirebilmek, yalnızca hastalarımız için değil, tüm sağlık camiası için çok önemli bir adım olacaktır"  "Tedaviye dirençli hastalar için yeni umutlar sunacak"  Doç. Dr. Selman Emiroğlu, tedaviye direnç gösteren hastalar için yeni bir tedavi stratejisinin geliştirilmesinin, meme kanseri tedavisinde önemli bir dönüm noktası olacağını vurguladı: "Her bireyin genetik yapısı farklı olduğu için, kemoterapiye yanıt da bireyler arasında değişiyor. Bu nedenle, genetik biyobelirteçlerin doğru bir şekilde belirlenmesi, tedavilerin kişiye özel hale getirilmesi için önemli bir adımdır. Hedef odaklı tedavi yöntemleri, tedaviye dirençli hastalar için yeni umutlar sunacak"  "Gereksiz kemoterapi uygulamalarının önüne geçilecek"  Araştırmayla ilgili bilgi veren Biruni Üniversitesi'nden Dr. Asmaa Abuaisha "Araştırmamızın sonuçlarıyla elde edilen ‘aday' biyobelirteçlerin tespiti sonrasında, yeni çalışmalarla verilerimizi destekleyerek, bu tanıların meme kanserinin tanı, tedavi ve takip süreçlerinde faydalı olabilecek şekilde uygulanmasını hedeflemekteyiz. Böylece, kemoterapiye dirençli vakalarla ilgili yol gösterici veriler elde edilerek, gereksiz kemoterapi uygulamalarının önüne geçilmesi sağlanacaktır" ifadelerini kullandı.  Proje Ekibi ve Araştırma  Araştırmanın yürütücüsü Doç. Dr. Selman Emiroğlu, Biruni Araştırma Merkezi'nde (BAMER) çalışmanın birden fazla alandan araştırmacılarla multidisipliner bir şekilde yürütüldüğünü ve çok yönlü olduğunu belirtti. Araştırma, Dr. Asmaa Abuaisha, Dr. Öğr. Üyesi Elif Sibel Aslan, Doç. Dr. Berrin Papila, Dr. Öğr. Üyesi Tarık Mecit, Dr. Öğr. Üyesi Cüneyd Yavaş, Öğr. Gör. Dr. Aysel Bayram ve Dr. Öğr. Üyesi Güven Yenmiş'in katkılarıyla ilerliyor.  Doç. Dr. Selman Emiroğlu, "Ekibimiz, genetik temelli araştırmalar yaparak tedaviye direnç gösteren vakaların nedenlerini araştırıyor ve bu doğrultuda kişiye özel tedavi stratejileri oluşturmayı hedefliyoruz. Kişiye özel tedavi yöntemleri, meme kanseri tedavisinde devrim niteliğinde bir değişim olabilir. Bu sayede, hastalarımızın tedavi süreçlerini daha başarılı hale getirmeyi umuyoruz" dedi. 

Uzmanlar, Deprem Korkusuna "Çözüm Var" Diyor Haber

Uzmanlar, Deprem Korkusuna "Çözüm Var" Diyor

 Asrın felaketi olarak hafızalarımıza kazınan 6 Şubat Kahramanmaraş depreminin izleri hala zihinlerimizde. İkincil travmanın etkilerine dikkat çeken Klinik Psikolog Gözde Göktaş, "Her an bir şey olacak hissi birçok kişinin hayatını olumsuz etkiliyor" dedi. Göktaş, EMDR terapisi ve sosyal destekle psikolojik dayanıklılığın artırılabileceğini vurguladı.   6 Şubat 2023'te Kahramanmaraş merkezli deprem, milyonlarca insanın hafızasında silinmeyecek anılara yol açtı. Yıkımın ardından birçok kişi evlerini terk edip farklı şehirlere göç etti, ancak bu fiziksel uzaklaşma zihinsel travmayı geride bırakmaya yetmedi. Son günlerde Ege'de art arda yaşanan depremler sonrası deprem kaygıları yeniden gündem oldu. Medipol Bahçelievler Hastanesi'nde görev yapan Klinik Psikolog Gözde Göktaş, hem doğrudan depremi yaşamış kişilerde hem de yardım için bölgeye gidenlerde ikincil travma belirtilerinin görüldüğünü söyledi.  Zihinlerde tekrar tekrar canlanan görüntülerin, gece korkularının ve "her an bir şey olacak" hissinin birçok kişinin günlük yaşamını olumsuz etkilediğini belirten Göktaş, özellikle EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) gibi terapi yöntemlerinin depremden kaynaklı travmalarla baş etmede önemli rol oynadığını ve profesyonel destek almanın bu süreçte büyük kolaylık sağlayacağını belirtti. Psikolojik dayanıklılığı artırmak adına, eski rutinlere dönmek ve aile-arkadaş desteğini güçlendirmek de uzmanların önerileri arasında yer alıyor.  "Gece yatağa korkuyla giren, başucunda su, düdük bulunduran danışanlarım vardı"  Deprem sonrası görülen görsellerin hem depremzedelerde hem de oraya yardıma gidenlerde ikincil travma oluşturduğunu dile getiren Göktaş, "Depremle ilgili süreçte aklımıza kazınan bazı görseller var; bizim bile zihnimizde silmeyi başaramadığımız, tıpkı birer ‘flashback' gibi gelip bizi rahatsız eden, o ana götüren görüntüler. Hem o dönemde İstanbul'a belirli süreli göçlerle gelip orada işleri toparladıktan sonra memleketine geri dönen danışanlarımız oldu hem de bizlerin de yaşadığı, ‘ikincil travma' dediğimiz bir süreç söz konusu oldu. Görseller insanın zihnine gelip, daha yoğun empati kurarak oraya yardıma giden kişilerin ikincil travmayı daha fazla yaşamasına yol açabiliyor. Bu görüntüler gözümüzde canlandığında, sanki aynı şeyi biz de yaşayacakmışız gibi bir his oluşuyor. Öyle ki, gece yatağa korkuyla giren, başucunda su, düdük bulunduran ve telefonunu sürekli şarjda tutan danışanlarım vardı. Bir ay gibi bir süre geçmesine rağmen hala bu davranışlarını sürdüren kişiler varsa, mutlaka profesyonel destek almaları gerektiğini düşünüyorum. Çünkü sonuçta bir deprem bölgesinde yaşıyoruz; buna alışalım demiyorum ama hazırlıklı olmak da önemli" diye konuştu.  "Eski rutinlere dönülmeli"  Kişilerin profesyonel yardım almadan önce bireysel olarak yapabilecekleri olduğunu belirten Göktaş, "Bireysel olarak yapabileceğimiz şeylerden biri, eski rutinlerimize dönmeye çalışmak olabilir. Bu, iş hayatına geri dönmek veya sosyal desteğimizi (ailevi ve arkadaşlık ilişkileri) güçlendirmek şeklinde de olabilir. Her ne kadar depremi biz burada yaşamamış olsak da kendimizi tam olarak güvende hissetmiyoruz. Ayrıca, öngörülemeyen doğal afetlerden dolayı kontrolün bizim elimizde olmadığını bilmek kaygı ve korkularımızı artırıyor. Buna bağlı olarak bedensel semptomlarımız da çoğalıyor. ‘İkincil travma' dediğimiz durumda da benzer belirtiler yaşayabiliyoruz" dedi.  "Travma sonrası stres bozukluğu için en iyi yöntemlerden biri EMDR terapisi"  EMDR terapisinde kişinin yaşanan travmatik anıları yeniden işlediklerini söyleyen Göktaş, "Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) kapsamında, benim de çalıştığım yöntemlerden biri EMDR terapisidir (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme). Burada, kişinin deprem bölgesinde yaşadığı travmatik anıları alıyor, yeniden işliyor ve danışana, "Bu anılar sizde kalacak ama eskisi kadar etkilemeyecek," diyoruz. Deprem bölgesine ait bazı görseller, zihnimize kazınan ama bir türlü gitmeyen resimler vardır; EMDR terapisiyle bu görüntüleri de çalışabiliyoruz. Beden duyumunu, duyguyu, görüntüyü ve bizi rahatsız eden tüm unsurları tek tek ele alıyoruz. Deprem bölgesinde yaşayan kişilerde de EMDR en hızlı geri dönüş aldığımız terapi yöntemlerinden biri. Her sene depremin yıldönümünde, o olayı yaşamış veya yaşadığı dönemde atlattığını düşündüğü halde tekrar korkularının depreştiğini söyleyerek başvuran danışanlarımız oluyor ve onlarla da çalışmalar yapıyoruz. Bu yöntem, TSSB'de kullanılan en etkili terapi yöntemlerinden biri olarak kabul ediliyor. Ancak EMDR sadece TSSB'yeyönelik bir terapi yöntemi gibi görünse de; panik atak, korkular, kaygılar, özgüven problemleri, fobiler, yas süreçleri, OKB (Obsesif Kompulsif Bozukluk) gibi pek çok alanda da başarıyla uygulanabiliyor" ifadelerini kullandı. 

Alzheimer Hastalığının Belirtileri Nelerdir? Haber

Alzheimer Hastalığının Belirtileri Nelerdir?

Dr. Suat Günsel Girne Üniversitesi Hastanesi Uzman Klinik Psikoloğu Feriha Kaşifoğlu, Alzheimer hastalığının belirtileri ile teşhis ve bakım süreçleri hakkında önemli bilgiler verdi.   Modern tıbbın en karmaşık bulmacalarından biri olan Alzheimer, beyin hücrelerinin zamanla ölmesine neden olan ve genellikle yaşla birlikte ortaya çıkan bir nörodejeneratif hastalıktır. 1906’da Dr. Alois Alzheimer tarafından tanımlanan hastalık; hafif unutkanlıklarla başlıyor ancak zamanla günlük yaşam aktivitelerini zorlaştıracak seviyeye kadar ilerliyor.  İlk dönemlerinde, günlük aktivitelerde zorluk çekilmesine neden olan alzheimer; ilerledikçe karar verme, sosyal ve iş hayatından uzaklaşma, kişilik değişiklikleri gibi daha ciddi semptomlara yol açabiliyor. Kapsamlı bir tıbbi değerlendirme ile teşhis edilebilen hastalığın tedavi ve bakım süreçleri ise hasta ve yakınları için oldukça zorlu geçebiliyor. Bu yüzden erken bilgi edinme, destek alma ve düzenli bakım, bu süreci daha yönetilebilir kılıyor. Dr. Suat Günsel Girne Üniversitesi Hastanesi Uzman Klinik Psikoloğu Feriha Kaşifoğlu beynin sessiz düşmanı Alzheimer hastalığının belirtileri ile teşhis ve bakım süreçleri ile ilgili önemli bilgiler verdi.  Alzheimer hastası birine bakmanın zorlayıcı ve duygusal olarak yıpratıcı olduğunun altını çizen Uzm. Psk. Feriha Kaşifoğlu, “Hastalık hakkında bilgi sahibi olmak, nasıl başa çıkabileceğinizi anlamanıza da yardımcı olur. Aile üyelerinden, arkadaşlardan ve destek gruplarından yardım almak da çok önemlidir” ifadelerini kullandı.  Belirtileri yavaş gelişim süreci hızlı  Alzheimer hastalığının belirtilerinin genellikle yavaş başladığını ve zamanla kötüleştiğini belirten Uzm. Psk. Feriha Kaşifoğlu, “İlk işaretler genellikle hafıza kaybı ve yakın geçmişteki olayları hatırlama güçlüğü şeklindedir. Bireyler sık sık aynı soruları sorabilir, planlama ve problem çözme konusunda zorluklar yaşayabilirler. Günlük görevlerde ve hesaplamalarda sorunlar, zaman ve yer algısında karışıklıklar da sıklıkla görülür. Hastalar, bulundukları yerin neresi olduğunu veya günün hangi zamanında olduklarını unutabilirler” ifadelerini kullandı.  Görsel ve mekansal algı sorunları, okuma zorlukları ve mesafeleri tahmin etmekte güçlüklerin de belirtiler arasında yer aldığını belirten Uzm. Psk. Kaşifoğlu, “Konuşma ve yazmada zorluklar, kelimeleri bulmada güçlük ve iletişimde sorunlar da yaşanabilir. Eşyaları yanlış yerlere koyma ve sık sık kaybetme gibi durumlar da gözlemlenebilir” dedi. Hastalığın ilerleyen evrelerinde, karar verme kabiliyetinde zayıflama ve günlük yaşamda yapılan hataların daha belirgin hale geldiğinin altını çizen Uzm. Psk. Kaşifoğlu, “Hobilerden ve sosyal aktivitelerden uzaklaşma, kişilik ve davranış değişiklikleri, ruh hali değişimleri, depresyon, ilgisizlik, paranoya veya agresif davranışlar da ortaya çıkabilir” dedi.  Teşhis ve değerlendirmede kapsamlı bir yaklaşım şart  Teşhis için ayrıntılı ve kapsamlı bir tıbbi değerlendirmenin şart olduğunu belirten Dr. Suat Günsel Girne Üniversitesi Hastanesi’nden Uzm. Psk. Kaşifoğlu, “Bu süreç, hastanın tıbbi geçmişi, aile öyküsü ve belirtilerinin detaylı bir şekilde sorgulanmasını içerir. Ayrıca, fiziksel muayene, nörolojik testler ve nöropsikolojik testlerle bellek, problem çözme, dikkat, dil ve sayısal yetenekler değerlendirilir. Beyin görüntüleme testleri (MR veya BT) ise beyin yapısındaki değişiklikleri gözlemlemek için kullanılır” dedi.  Bakım sürecinde en önemli iki faktör: Sabır ve Destek  Alzheimer hastası birine bakımın fiziksel ve duygusal açıdan zorlu bir süreç olduğunu vurgulayan Uzm. Psk. Kaşifoğlu, “Aile üyeleri, arkadaşlar ve destek gruplarından yardım almak önemlidir” dedi. Evi güvenli hale getirerek, kesici ve delici aletleri kaldırmanın son derece önemli olduğunu belirten Uzm. Psk. Kaşifoğlu, “Tutarlı bir günlük rutin, hastanın kendini daha güvende ve rahat hissetmesini sağlar. Sabırlı olmak, hastanın davranışlarının hastalıktan kaynaklandığını hatırlamak da önemlidir” dedi.  “Ayrıca, kendi fiziksel ve duygusal sağlığınızı korumak, düzenli molalar vermek ve kendi hobilerinize zaman ayırmak, bakım verenlerin sağlığını korumak için gereklidir” ifadelerini kullanan Uzm. Psk. Kaşifoğlu, “Doğru bilgi ve destekle bu süreci daha sağlıklı bir şekilde yönetebilirsiniz. Hastalıkla ilgili bilgi sahibi olmak, destek almak ve gerektiğinde profesyonel yardım arayışına girmek, bu zorlu süreci daha katlanılabilir hale getirebilir” dedi. 

Uzmanından Meme Kanseri Uyarısı! Haber

Uzmanından Meme Kanseri Uyarısı!

Dünya genelinde kadınlarda en çok görülen kanser türü meme kanseridir. Mamografi taramalarını düzenli olarak yaptıran ülkelerde meme kanseri kaynaklı mortalite oranının azaldığı bilinmektedir. Meme kanserinin erken teşhisinde mamografi tetkiki çok önemli bir rolü olduğunu söyleyen Radyoloji Bölümü Uzm. Dr. Nesrin Atcı, kadınların 40 yaşından sonra hiçbir şikayeti olmasa bile yılda 1 kere mamografi filmi çektirmelerini önerdi.   İstatistiklere göre her yıl 2.1 milyon kadının meme kanserine yakalandığı, 627 bin kadının da bu kanserden dolayı hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Medicana Konya Hastanesi Radyoloji doktorlarından Uzm. Dr. Nesrin Atcı, kadınların 40 yaşından sonra düzenli olarak senede 1 kez mamografi çektirmesinin hayat kurtarıcı olduğuna, meme kanserinin erken teşhisinde, meme kanserine yenilmemek için “altın standart” tarama yönteminin olduğuna dikkat çekti.  “Basit bir tarama ile kısa sürede tedaviye başlanabilir”  Meme kanseri tedavisinde erken tanı, oldukça önemlidir. Meme kanseri gibi bazı kanser türlerinin tanısında da basit taramalarla teşhisin kısa sürede konularak tedaviye başlanabildiğini belirten Uzm. Dr. Nesrin Atcı, “Tarama mamografisi meme ile ilgili şikayeti olmayan sağlıklı kadınlara belirli aralıklarla uygulanan radyolojik tetkik olup meme kanserinin muhtemel en erken safhasında fark edilmesini sağlamaktadır. Ülkemizde 40-69 yaş arası kadınlara iki yılda bir tarama mamografisi yapılmaktadır. 40 yaş altında da ailede öyküsü bulunan yani anne tarafından 1. derece akrabalarında meme kanseri geçirmiş olan özel seçilmiş vakalarda da mamografi çekimi yapılabilmektedir. Mamografi tarama programının olmazsa olmazıdır” dedi.  Erken dönem meme kanserinde mamografinin değerinin çok önemli olduğunu vurgulayan Uzm. Dr. Nesrin Atcı, “Burada amaç kanser gelmeden önce önlem almaktır. Radyasyon açısından çekinip taramalara gelmeyen hastalar olabiliyor. Ama bu toplumda yayılan kirli bilgilerden sadece biridir. Çünkü mamografide çok düşük dozda X-ışını kullanılır. Özellikle yeni nesil cihazlar bir akciğer röntgeninden daha az radyasyon içermektedir. Çekim süresi yaklaşık 10-15 dakikadır. Hasta ayakta iken teknisyen tarafından çekim gerçekleştirilir. Her memeden ikişer görüntü alınır. Çekilen mamografi filmleri de radyoloji uzman doktorları tarafından değerlendirilir” şeklinde konuştu.  Toplum tarafından yanlış bilinen bilgilerden bir diğeri ise mamografinin çok ağrılı olduğudur. Bu yüzden de kadınların ağrıdan çekinip mamografi filmi çektirmediklerini söyleyen Uzm. Dr. Nesrin Atcı, “Eskiden belki ağrılı olabilirdi. Ama gelişen teknoloji ile birlikte mamografi filmi için kullanılan cihazlarda gelişmiştir. Mamografide iki plak arasında meme sıkıştırılarak bir nevi memenin röntgen filmi çekilir. Eski cihazlarda sıkıştırmaktan dolayı hastalar ağrı duyabilirdi. Fakat yeni nesil cihazlarda bu durum daha farklı. Günümüzde, her meme kalınlığına ve yoğunluğuna göre kompresyonu otomatik olarak ayarlayabilen cihazlar mevcuttur” diye konuştu.  Ağrıyı azaltan bir diğer faktör de mamografi filmi çektirme zamanı olup en ideal zaman adet kanaması bittikten sonraki ilk hafta olduğunu söyleyen Atcı, “Mamografi filmi çekileceği gün duş alıp koltuk altı deodorantı ya da losyonu gibi maddeler kullanılmamalıdır. Çünkü bu tarz kozmetik ürünler mamografi sonucunu yanıltabilir” ifadelerini kullandı.  “Her kadın kendi muayenesini yapabilir”  Kadınların öncelikle kendi kendilerinin doktoru olması gerektiğini söyleyen Uzm. Dr. Nesrin Atcı, “Kadınların düzenli aralıklarla kendilerini kontrol etmeleri gerekir. Memede şekil bozukluğu var mı? Ağrısız ele gelen bir kitle var mı diye kendilerini gözlemlemeleri çok önemlidir. Memesinde yeni bir şey fark eden, eline bir şişlik gelen hastalarımızın vakit kaybetmeden hastaneye başvurmaları gerekir. Şikayeti olup bize gelen hastalarımızı 40 yaş üzeri ise ve en son mamografisinin üzerinden 1 yıl geçmişse mamografi ve meme ultrasonu ile değerlendiririz. 40 yaş altı hastalarımız ise genellikle öncelikle ultrason muayenesi ile değerlendirilir. Ultrasonda ele gelen lezyonun karakterine bakılır. Kist mi? Yani içi sıvı dolu mu, yoksa katı bir lezyon mu? Önce bunun ayrımını yaparız. Kist ise zaten iyi huylu bir lezyondur ve takibe gerek kalmaz. Katı lezyonların bir takım özelliklerine bakarız. Konturlarına bakılır ve içinde küçük küçük kireçlenmeler var mı diye ayrıntılı incelenir. İyi görünümlü katı lezyonlar genelde en az iki yıl takip edilir. Ama yeni ele gelen lezyon iyi görünümlü de olsa biyopsi yaparız. Sonuç olarak, memede her lezyon kötü demek değildir. Hastalarımızın eski tetkikleriyle beraber ayrıntılı olarak değerlendirilmesi, meme lezyonlarının titizlikle incelenip doğru yönlendirilmeleri son derece önemlidir” dedi. 

Bakımsız Klimalar Hastalık Saçıyor! Haber

Bakımsız Klimalar Hastalık Saçıyor!

Temizliği iyi yapılmayan klimaların zatürreye yol açtığını söyleyen Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şebnem Yosunkaya, klimaların ortamdaki ısı ve nem dengesini ayarladığını, yakın mesafeden sürekli aynı bölgeye maruz kalındığında ise birçok hastalığa da davetiye çıkarttığı uyarısında bulundu.    Yazın sıcak günlerini kapalı ortamlarda rahat geçirebilmek için yoğun olarak klima kullanılıyor. Alışveriş merkezlerinden araçlara kadar her ortamda kullanılan klima, birçok rahatsızlığa da sebep olabiliyor. Uzmanlar halk arasında zatürre olarak bilinen 'pnömoni' hastalığına karşı uyarılarda bulunuyor.  Klima sistemlerinin hava, ısı ve nem dengesini ayarlayarak sıcak havalarda konfor sağladığını anlatan Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şebnem Yosunkaya, “İklim krizi ve aşırı sıcakların etkisiyle daha fazla klimalara ihtiyaç duyuyoruz. Klimalar aynı zamanda bir hava akımı oluşturarak iç ortamın havasının devridaim etmesini ve partiküllerden temizlenmesini sağlarlar ayrıca çok önemli kalıp küf oluşumunu engellerler. Ortam, iç ortamlarda engellerler aslında bu yönleriyle hava yolu hassas astımlı hastalarımız için de güzel, uygun cihazlardır kullanımları faydalıdır” dedi.  “Bakımları yapılmayan klimalar zararlı hale gelebilirler”  Klimaların filtre bakımları yapılmadığında içlerinde kendileri toz ve mikroorganizmalar barındırarak zararlı hale gelebildiklerinin altını çizen Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şebnem Yosunkaya, “Uygun temizlikleri yapılmazsa işte o filtreleri değiştirilmezse bu sefer içlerinde kendileri toz ve mikroorganizmalar barındırarak zararlı hale gelebilirler. Bu zararlar da iyi ortamı temizleyeceğine ortama mikroorganizma saçar hale gelirse toz ve mikroorganizma bu sefer hava yolu hassas bu astımlı hastalarımızda öksürük ve nefes darlığına yol açacaktır. Aynı zamanda bu ortamı soğutup, dış ortamla iç ortam arası ısı farkı yüksekliğine neden olduğu için yine hava yolu hassas astımlı hastalarımız böyle ani havadaki ısı değişimlerinden de etkilenirler. Yine böyle öksürük ve nefes darlığı başlayabilir bu hastalarımızda. İyi temizlenmezlerse bir takım mikroorganizmalar bu klimanın suyunda oluşur, yaşar ve kullandıklarında etrafa bu mikro organizmalar saçılır. Bu da akciğer hastalıklarına ve akciğerde zatürreye sebep olabilir. O ortamı kullananlarda salgın tarzında pnomonilere sebep olabilir” şeklinde konuştu.  “Vücudun tek bölgesine uzun müddet gelen soğuk hava kas spazmlarına ağrılara sebep olabilir”  Klimanın oluşturduğu soğuk havanın vücudun belli bir bölgesine uzun müddet gelmesi sonucu kas spazmlarının da olabileceğine değinen Prof. Dr. Yosunkaya, “O soğuk havanın böyle vücudun belli bir bölgesine uzun müddet gelmesi o bölgede kas spazmlarına ağrılara sebep olabilir. Aşırı bir kuruluk yani klimaların günün büyük bir kesiminde, iç ortamlarda çalıştırılması aşı bir kuruluk yaparak gözlerde üst hava yollarında yine akciğer enfeksiyonlarına eğilim oluşturabilir. Yine kötü tasarımlı klimalar, yüksek ses yaparak bir gürültü kirliliği oluştururlar. Bu da kişilerin uykusunu bozarak stres seviyelerinin artmasına sebep olabilir. Her konuda olduğu gibi klimalarda da dengeli davranalım, kullanımlarını abartmayalım. Temizliğine dikkat edelim” diye konuştu. 

Her takıntılı düşünce ya da davranış obsesif kompulsif bozukluk mudur? Haber

Her takıntılı düşünce ya da davranış obsesif kompulsif bozukluk mudur?

 Obsesif kompulsif bozukluğun(OKB) yaşam kalitesini düşüren bir hastalık olduğunu kaydeden Saygı Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Doktor Ayşe Tanyıldız, “Toplumda her 100 kişiden 3’ünde görüldüğü tespit edilmiştir” dedi.  Toplumda oldukça sık görülen ruhsal hastalık olan obsesif kompulsif bozukluğa ilişkin önemli açıklamalarda bulunan Saygı Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Doktor Ayşe Tanyıldız, “Obsesyon; kişinin zihnine girmesine engel olamadığı, zihninden uzaklaştıramadığı düşünce, fikir ve dürtülerdir. Kişinin isteği dışında gelirler, kişi tarafından mantıkdışı olarak değerlendirilirler ve yoğun sıkıntı ve huzursuzluğa neden olurlar. Kompulsiyon, obsesyonların neden olduğu yoğun sıkıntı ve huzursuzluğu azaltmak ya da ortadan kaldırmak üzere yapılan yineleyici davranış ve zihinsel eylemlerdir” dedi.  “Her 100 kişiden 3’ünde görülüyor”  “Obsesif kompulsif bozukluk (OKB); oldukça sık görülen bir ruhsal hastalık olup, toplumda her 100 kişiden 3’ünde görüldüğü tespit edilmiştir” diyen Tanyıldız, “Obsesyon ve kompulsiyonlar değişiklik gösterebilir. Ülkemizde ve tüm dünya toplumlarında en sık görülen obsesyon ve kompulsiyon türlerinin başında bulaşma obsesyonu ve temizlik kompulsiyonu gelir. Ayrıca şüphe obsesyonu ve kontrol kompulsiyonu, cinsel, dini içerikli obsesyonlar, simetri/düzen obsesyon ve kompulsiyonları, dokunma, sayma, biriktirme ve saklama kompulsiyonları polikliniğimize sık başvuru nedenleri arasındadır. Merdiven altından geçmemek, çocukların üstünden atlayıp geçmemek, evden sağ ayakla çıkmak, yatağın sol tarafından kalkmamak gibi batıl inançlar, uğurlu, uğursuz sayılar ve renklerde sık karşılaştığımız ve kişinin günlük hayatını oldukça fazla etkileyen içeriklerdir” ifadelerini kullandı.  Her takıntılı düşünce ya da davranış obsesif kompulsif bozukluk mudur  Psikiyatri Uzmanı Ayşe Tanyıldız, “Düşünceler aklımıza gün içerisinde herhangi bir zamanda gelebilir ancak günlük yaşam aktivitelerini engelleyecek ya da günlük işlevlerimizi kısıtlayacak kadar sık ve yoğun olduğunda hastalık olarak değerlendirilebilir. Dağınık olan bir yeri toplamak, düzenlemek, kapı veya pencerenin açık olup olmadığını kontrol etmek gibi davranışlar elbette günlük yaşamımızın bir parçası. Bir ev kadınının temiz ve düzenli olması doğal olarak hastalık sayılmaz ama hemen her gün, günün her saatinde temizlik yapıyor, her gün çamaşır yıkıyor ve bu davranışları nedeni ile de çocuklarına onları sağlıklı bir biçimde yetiştirebilmek için yeterli zamanı ayıramıyorsa hastalık olarak değerlendirilebilmelidir. Bir kişinin otomobilinin camlarının kapalı, kapılarının kilitli olduğundan emin olması güvenlik nedeni ile garip karşılanmayabilir ama evinden tekrar tekrar çıkarak ya da yolda geriye dönerek cam ve kapıları kontrol etmesi dikkat edilmesi gereken bir durumdur” dedi.  “OKB, yaşam kalitesini düşüren bir hastalık”  Obsesif kompulsif bozukluğun(OKB) günlük yaşam etkinliklerini ciddi olarak kısıtlayabilen, aile, meslek ve sosyal yaşamda önemli işlev kayıplarına yol açan, yaşam kalitesini düşüren bir hastalık olduğunu kaydeden Tanyıldız, “OKB nedenleri tam olarak bilinmeyen bir hastalıktır. Obsesif kompulsif bozukluğa sahip kişiler üzerinde araştırma yapan uzmanlar; hastalığın genetik aktarım, biyolojik nedenler ve yaşanılan travmatik olaylar sonucunda ortaya çıktığını düşünmektedir. Kronikleşme ihtimalinin yüksek olması tedavinin önemini arttırmaktadır. Uygun doz ve süre kullanılan ilaç tedavileri ve bilişsel davranışçı terapi OKB hastalığının tedavisinde oldukça etkindir” şeklinde konuştu.  Dr. Tanyıldız, bilişsel ve davranışçı terapilerin hem hastalığın tedavisinde hem de hastalığın tekrarlamasının önlenmesinde çok önemli bir yer tuttuğunun altını çizerek, “Tedavide bazen tek başlarına bazen de ilaç tedavileri ile birlikte kullanılabilmektedirler. Bilişsel davranışçı terapide amaç; obsesyon ve bunlara bağlı olarak gelişen kompulsif davranışlarının neden kaynaklandığını, hastalığı tetikleyen etkenlerin ne olduğunu anlayabilmek ve danışanların bu etkenlerden kaçınmasını değil bu etkenlerin üzerine giderek hastalığı yenmelerini sağlamaktır. Kişinin kendindeki bazı düşünce ve davranışların bir ruhsal hastalığın belirtileri olabileceğine karar vermesi çoğu kez güçtür. OKB’nin sizde olabileceğinden şüpheleniyorsanız bir psikiyatri uzmanına başvurarak profesyonel yardım talep edebilirsiniz” dedi. 

Tatil İshallerine Dikkat! Haber

Tatil İshallerine Dikkat!

Medical Park Karadeniz Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, tatile çıkacak kronik hastalığı olanlara uyarılarda bulunarak ilaçlarını eksiksiz olarak yanlarında bulundurmaları tavsiyesinde bulundu.   Tatile çıkmadan hekimlere danışmanın önemine işaret eden Özlü, seyahat sırasında acil kullanımı ilaçların mutlaka seyahat sırasında yanlarında bulundurmaları gerektiğine dikkat çekerek, “Tatil sezonu başladı özellikle kronik hastalığı olanların tatil öncesinde stabil durumda olması lazım. Eğer hastalığı kontrol altında değil ise hekimlerine danışmalarında fayda var tatile gidebilir miyim? diye. Tatil onların tedavilerini normal olarak aksatabilir. Çünkü bazen uzun bir seyahat gerekebiliyor, iklim şartları değişebiliyor. Gece gündüz saatleri, yeme alışkanlıkları, istirahat, uyku zamanları değişebiliyor bu da onların dengelerini bozabilir. O açıdan tatile gitmeden önce stabil kontrol altında olduklarının anlaşılması lazım. Tatil süresince ilaçlarını yedekleyecek şekilde yanlarına almaları lazım. Eğer tıbbı bir cihaz kullanıyorlarsa tansiyon ölçeri, şeker ölçeri v.s. onları da mutlaka yanlarında götürmeleri lazım. Seyahat sırasında da acil kullanımı olan ilaçlarını yanlarında bulundurmaları lazım” dedi.  Tatil ishallerine dikkat  Tatil sırasında tatil ishallerine dikkat çeken Özlü, “Tatil sürecinde eğer bir sağlık sorunu yaşarsa nereden sağlık hizmeti alabileceğini önceden planlamış olması lazım. Beslenme çok önemli. Eğer bir diyeti varsa tatilde de diyetini bozmaması lazım. Özellikle sıcakta yeterli sıvı alınımı çok önemli. Güneş altında sıcakta çok kalmamaları gerekiyor. Özellikle tatil için sahil kenarlarına gidenler deniz alışkanlığı var. Gündüz saat 11, akşam 16-17 arasında güneş altında çok açıkta dolaşmamalarını tavsiye ederim. Ağır yemekler yememelerini, rahat kıyafetler giymelerini tavsiye ederim. Vücudun hava sirkülasyonuna izin veren pamuklu ya da ipekli kıyafetler giymelerinde yarar var. Beslenme önemli, özellikle tatil ishali dediğimiz bir olay var. Açıkta satılan gıdalar, hijyenik olmayan şartlarda gıda maddelerin tüketilirse o zaman maalesef ishal başlayabiliyor karın ağrısı, karında şişkinlik gaz v.s. gibi semptomlar olabiliyor. O açıdan mutlaka gıdaların uygun şartlarda saklanması, taşınması lazım. Bunlara dikkat edilmezse tatil sağlık açısından sorun olabilir. Özellikle yaşlı, kronik hastalığı olanlar bunlara dikkat etmelerinde fayda var” diye konuştu. 

Çocuklarda klima zatürresi alarmı! Haber

Çocuklarda klima zatürresi alarmı!

 Yaz aylarının gelmesiyle birlikte klima kullanımının artması, çocuklarda 'lejyoner hastalığı' olarak bilinen Legionella pneumophila bakterisi kaynaklı zatürre vakalarında da artışa neden oldu. Özellikle otel ve tatil köylerinde klima maruziyetine bağlı hastalıkların arttığını söyleyen Prof. Dr. Şevket Özkaya, çocuklarda COVID-19'a oranla daha fazla zatürreye neden olduğunu ve bu durumun şaşırtıcı ve endişe verici olduğunu ifade etti.   Sıcakların artması ve yaz sezonu ile tatile çıkanların klima kullanımı artarken, bronşit ve zatürre vakaları da hızla yükseliyor. Altınbaş Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şevket Özkaya, özellikle otel ve tatil köylerinde klima maruziyetine bağlı hastalıkların arttığını ve en çok etkilenenlerin çocuklar olduğunu vurguladı. Prof. Dr. Özkaya, "Legionella" bakterisinin klimalardan üremesi sonucu ortaya çıkan "Lejyoner hastalığı"nın, çocuklarda COVID-19'a oranla daha fazla zatürreye neden olduğunu ve bu durumun şaşırtıcı ve endişe verici olduğunu ifade etti. Prof. Dr. Özkaya, vatandaşların klima kullanımında dikkatli olmaları gerektiğini ve özellikle kronik hastalığı olan kişilerin bu konuda daha duyarlı olması gerektiğini belirtti.  “Ciddi sayıda, daha önce görülmemiş derecede bir artış söz konusu”  Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Şevket Özkaya, özellikle otel ve tatil köylerinde konaklayan kişiler arasında “beni klima çarptı” diyen neredeyse her iki kişiden birinde bu hastalıkların saptandığını belirtti. Prof. Dr. Özkaya, bu durumdan en çok etkilenenlerin ise çocuk yaş grubu olduğunu vurgulayarak, “Ciddi sayıda, daha önce görülmemiş derecede çocuk bronşiti ve zatürresi vakaları görmeye başladık. Hatta COVID-19 salgınında, çocuk yaş grubunda COVID-19 virüsüne bağlı bu kadar çok zatürre görmüyorduk. Son günlerde; ‘Legionella’ bakterisinin, çocuk yaş grubunda COVID-19’a oranla çok daha fazla zatürreye neden olduğunu görüyoruz” diye konuştu.  “Kronik rahatsızlığı olanlarda ölümcül olabilir”  Legionella pneumophila isimli bakterinin klimalardan üremesi sonucunda hastalığın ortaya çıktığını belirten Prof. Dr. Özkaya, bu hastalığın kronik rahatsızlığı olanlarda ölümcül olabileceğini ve yaşlı, kronik hastalığı olan vatandaşların dikkatli olmaları gerektiğini hatırlattı.  “Sauna, hamam veya kaplıca havuzuna dikkat”  Prof. Dr. Özkaya bakterinin genellikle ılık sularda kolaylıkla çoğalabileceğini söyleyerek, “Genellikle bir binanın kirlenmiş su dağıtım sistemi yoluyla yayılır. Hastalık havada asılı duran su damlacıklarının solunması yoluyla insanlara bulaşır. Bakteri o kadar küçüktür ki, su buharı gibi küçük su damlacıklarının içine yerleşerek havaya karışabilir. Kontamine suların bulunduğu sauna, hamam veya kaplıca havuzu gibi sıcak sulardan çıkan buhar damlacıklarının solunması ile bakteri akciğerlere ulaşır. Kişiden kişiye yayılım söz konusu değildir” açıklamasında bulundu.  Özellikle klimaların iyi temizlenmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Özkaya, klima zatürresinde şikayetlerin daha az olduğu için grip gibi eklem ağrıları, ateş, halsizlik, ishal gibi hafif soğuk algınlığı belirtileriyle seyrettiği için çok fazla anlaşılmayabileceğini söyledi. Kronik hastalığı olanlarda hayati sonuçlar da doğurabileceğini belirten Özkaya, “Pandeminin bitmesiyle beraber ani ısı değişikliklerine, soğuktan sıcağa geçişlere ve klimalara maruz kalmak, grip ile karıştırılabilir ve önemsenmeyebilir. Çocuklar ise ne hissettiklerini anlatamadıkları için uzamış öksürük ve ateş şikayeti ile doktora başvurduklarında ciddi zatürre vakaları ile karşı karşıya kalırlar” dedi.  Klimalar 22 derecenin altına düşmemeli  Prof. Dr. Özkaya son olarak tatile çıkan veya çıkacak vatandaşların, özellikle çocukları başta olmak üzere, araç ile seyahat ederken açtıkları klimaların temizliğine ve maruziyetine dikkat etmeleri gerektiğini belirterek, “Özellikle kapalı yerlerde kendilerine dikkat etmeliler, klima ayarlarını ise 22 derecenin altına düşürmemelerini ve çok fazla ısı değişimine maruz kalmamalarını tavsiye ediyorum” dedi.  Lejyoner hastalığı nedir?  Lejyoner hastalığı, 1976 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin Philadelphia kentinde gerçekleşen bir Legionella salgınına atfen bu ismi almıştır. Bu salgın, Amerikan Lejyonerler adı verilen bir askeri organizasyonun bir toplantısında çok sayıda insanın hastalanması ve ölmesine neden olmuştur. Hastalığın bu organizasyonda salgın yapmasının ardından "Lejyoner Hastalığı" terimi kullanılmaya başlanmıştır. Legionella genellikle göller, nehirler ve akarsular dahil tatlı su ortamlarında bulunur. Legionella ayrıca toprakta da yaşayabilir, fakat çoğu insan topraktan bakteri kapmaz. Lejyoner hastalığını ev tesisat sistemleri yoluyla kapmak mümkün olsa da çoğu salgın otel gibi toplu yaşama dahil büyük binalarda meydana gelir. Çünkü karmaşık dağıtım sistemleri bakterilerin daha kolay çoğalıp yayılmasına izin verir. 

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.