Hava Durumu

#Uzman

Yeni Marmara Gazetesi - Uzman haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Uzman haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Bursa'da ‘Kamusal Alanlarda İş Sağlığı ve İş Güvenliği Çalıştayı başladı Haber

Bursa'da ‘Kamusal Alanlarda İş Sağlığı ve İş Güvenliği Çalıştayı başladı

Bursa'da kamu kurum ve sektör temsilcilerinin katılımıyla düzenlenen ‘Kamusal Alanlarda İş Sağlığı ve İş Güvenliği Çalıştayı başladı.   Bursa Belediyeler Birliği'nce kamusal alanlardaki iş sağlığı ve iş güvenliği alanlarında, yeni yaklaşımlar ortaya koymak, belediyeler arasındaki iş birliğini ve kamusal verimliliği arttırmak için ‘Kamusal Alanlarda İş Sağlığı ve İş Güvenliği Çalıştayı düzenlendi. Bursa Belediyeler Birliği ve Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz'ın ev sahipliğinde Merinos Atatürk Kongre Kültür Merkezi'nde düzenlenen çalıştaya; Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ferudun Yılmaz, Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir, birliğe üye belediye başkanları, kamu kurumları ve STK temsilcileri, uzmanlar ve çok sayıda davetli katıldı.  Önce insan vurgusu  Kamusal alanlardaki çalışan sağlığı ve iş güvenliği alanındaki gelişmelerin halka daha nitelikli, hızlı hizmet olarak geri döneceğini hatırlatan Bursa Belediyeler Birliği ve Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz, "Güvenli bir şehir, sadece duvarları sağlam yapılarla değil; insanı önceleyen bir yönetim anlayışıyla kurulur. İş sağlığı ve güvenliği, yalnızca sahada değil; zihniyette de inşa edilmesi gereken bir koruma alanıdır. Bu nedenle, iş sağlığı ve güvenliğine sadece yasal bir zorunluluk veya bireysel bir sorumluluk olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir görev olarak bakılmalıdır. Bu çalıştayın temel hedefi bu farkındalığın artmasına katkı sağlamaktır" dedi.  Şehre değer katacak  Çalıştayda kamusal alanlarda karşılaşılan riskler, bu risklerin nasıl yönetilebileceği, mevcut uygulamaların ne ölçüde yeterli olduğu ve daha güvenli bir çalışma ortamı için hangi yeni adımların atılabileceği gibi pek çok konunun mercek altına alınacağına değinen Yılmaz, "Kamu kurumlarımızdan, üniversitelerimizden, sivil toplum kuruluşlarından ve sahada görev yapan iş sağlığı ve güvenliği alanında deneyimli akademisyenler, mühendisler, saha uygulayıcıları ve idari yetkililer çok önemli katkılar sağlayacaklar. Bu değerli çalıştaydan bizler için önemli tavsiye görüş ve önerilerin çıkacağına inanıyorum. Bu çalıştay, çalışan sağlığı ve iş güvenliği alanlarında bize rehber olacak. Emeği geçenleri kutluyor, hayırlı olmasını diliyorum" diye konuştu.  9 masada 150 uzman  Protokol konuşmalarının ardından; Kamusal Alanlarda Risk Yönetimi ve Güvenlik Standartları, İSG Eğitim ve Farkındalık Programları, Kamusal Alanlarda İş Kazaları ve Hukuki Süreçler, Altyapı Çalışmaları ve Güvenlik Yönetimi, Yüklenici/Hizmet Veren Kuruluşlar Çalışan Güvenliği ve İSG Yönetimi, İSG Teknolojileri ve Dijital Çözümler, Psikososyal Riskler, Meslek Hastalıkları ve Çalışan Sağlığı, Yangın Acil Durum Yönetimi ve Yangın Planlaması ile Çevresel Riskler ve Sürdürülebilir İSG Politikaları başlıklarında oluşturulan 9 farklı masada düzenlenen çalıştaya 150'nin üzerinde uzman katıldı. Çalıştay yarın da devam edecek. 

Uzm. Dr. Arif Keleşoğlu, "Astım iş gücü kaybına, yaşam kalitesinde bozulmaya neden olur Haber

Uzm. Dr. Arif Keleşoğlu, "Astım iş gücü kaybına, yaşam kalitesinde bozulmaya neden olur

Uzm. Dr. Arif Keleşoğlu, "Astım iş gücü kaybına, yaşam kalitesinde bozulmaya neden olur. Bu nedenle ilaçların düzenli kullanılması ve hekime başvuruların aksatılmaması şart" uyarısında bulundu.   Memorial Antalya Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü doktorlarından Uzm. Dr. Arif Keleşoğlu, 6 Mayıs Dünya Astım Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada astımın dünya genelinde ciddi bir halk sağlığı sorunu olduğuna dikkat çekerek, tedavinin bırakılmaması gerektiği uyarısında bulundu. Dünyada toplumun yaklaşık yüzde 10'unun astımdan etkilendiğini belirten Keleşoğlu, "Astım geri dönüşebilir, kontrol altına alınabilir, havayolu darlığı ve inflamasyon dediğimiz hafif iltihapla seyreden, nefes darlığı, öksürük gibi şikayetlerle kendini gösteren bir hastalıktır. Genetik geçişli olan türleri çoğunlukta olsa da sonradan ortaya çıkan vakalar da mevcut" dedi.  Toplumun yüzde 5 ila 10'luk kesimini etkileyen astımın sadece bireyi değil, ailesini de etkilediğini ifade eden Keleşoğlu, "Astımlı bir çocuğun yetiştirilmesi, şikayetlerinin takip edilip, tedavi edilmesi aileleri de epeyce etkiliyor. Aynı zamanda iş gücü kaybına da yol açabiliyor. Ataklar ya da astım nedeniyle işten uzak kalma, işini layıkıyla yapamama gibi sonuçlar kişiyi olumsuz etkiliyor" diye konuştu.  "Tedaviyle kontrol altına alınabilir"  Astımın kontrol altına alınabilen bir hastalık olduğunu vurgulayan Uzm. Dr. Keleşoğlu, "Yeterince oksijen alamamak, yeterince nefes alamamak hem psikolojik hem bedensel olarak kişiyi yıpratıyor. Fonksiyonlarını tam anlamıyla yerine getirememesine neden oluyor. Ev hanımıysa ev işlerini, çalışan bireyse işini yeterince yapamıyor. Öğrenciler için de aynı durum geçerli" ifadelerini kullandı.  Astım tedavisinde kullanılan ilaçların bazı olumsuz etkileri olabileceğini belirten Keleşoğlu, buna rağmen tedaviyle sağlanan rahatlamanın ve hastalığın kontrol altına alınmasının öncelik taşıdığını ifade etti. Keleşoğlu, astım hastalarının aktif bir yaşam sürebilmesi için düzenli takip ve hekimin önerdiği tedaviye uyumun önemine dikkat çekti.  Bahar ve sonbahar aylarında şikayetler artıyor  Astım hastalığının genellikle mevsim geçişlerinde daha sık görüldüğünü aktaran Keleşoğlu, "Hafif seyirli astımlar, genellikle ilkbahar ve sonbaharda şikayetlerinin arttığını bildiriyorlar. İlkbaharda çiçek ve ağaç polenleri, sonbaharda ise mantarlar ve yabani ot polenleri bu duruma neden oluyor. Bu dönemlerde hastaneye başvurular artıyor, acil servise başvuru gerektiren astım tabloları daha sık görülüyor" dedi.  Bazı hastaların kendilerini iyi hissettiklerinde tedaviyi bırakabildiğini, bazı durumlarda ise hekimlerin süreci kontrol altında gördüklerinde geçici olarak ara vermeyi önerebildiğini belirten Uzm. Dr. Arif Keleşoğlu, şu uyarıda bulundu:  "Özellikle alerji sezonunun geldiği bu ilkbahar ve sonbahar ayları öncesi hastaların tekrar hekimleriyle irtibata geçip, şikayetlerinin artmış olması ya da olmaması durumunda bile tedaviyi bundan sonra nasıl sürdürecekleri ya da tedavisiz devam edip etmeyeceklerini hekimlerinden öğrenmelerinde fayda var."  Sigara, enfeksiyonlar ve hava kirliliği tetikleyici  Astımın genetik yapının yanı sıra dış ortam etkileriyle de şekillendiğini dile getiren Keleşoğlu, şunları söyledi:  "Psikolojik gerginlikler bile atağa sebep olabiliyor. Ancak en önemli engellenebilir faktör sigara kullanımıdır. Ayrıca enfeksiyonlardan korunmak büyük önem taşıyor. İnfluenza, VSV virüsü, adenovirüs gibi solunum yolu enfeksiyonları astım ataklarını tetikliyor. Grip aşısı ve zatürre aşısı yaptırmak bu açıdan faydalı."  Toplu alanlarda bulunmaktan kaçınılması, bulunuluyorsa da maske kullanılmasının koruyucu olduğunu ifade eden Keleşoğlu, ev içi ve dış ortamdaki kirleticilerin de astım hastalarını olumsuz etkilediğini belirterek, havanın kirli olduğu günlerde açık alanlardan uzak durulmasının faydalı olacağını aktardı.  "Kontrolsüz astım ölümcül sonuçlara yol açabilir"  İlaçların düzenli ve hekimin belirlediği dozda kullanılması gerektiğini vurgulayan Keleşoğlu, "Süregiden astım doğrudan ölüme yol açmaz. Ancak kontrol altında olmayan bir astım, atakla birlikte ciddi solunum yetmezliğine neden olabilir. Bu da oksijen, kortizon, solunum desteği gerektirir. Tüm bu tedavilere rağmen hayatını kaybeden hastalar da oluyor. Ölümcül olmaktan çok, sosyal yaşamı ve hastanın konforunu ciddi anlamda azaltan bir hastalıktır. Bu nedenle astım ciddiye alınmalıdır" dedi. 

Gençler ve çocukların sosyal medya kullanım süresi, küresel ortalamanın üzerinde Haber

Gençler ve çocukların sosyal medya kullanım süresi, küresel ortalamanın üzerinde

Yapılan araştırmaya göre gençler ve çocuklar sosyal medyada küresel ortalamanın üstünde vakit geçiriyor. Bunun FOMO (Fear of Missing Out) ve özgüven krizi oranlarını artırdığını belirten Psikolog Aslı Orman, "Gelişmeleri kaçırma korkusu (FOMO), öğrencilerde çevrim içi olamadıkları dönemde ciddi derecede kaygıya sebep olabiliyor. Aileler bu konuda dikkat ederek çocuğunun okuluyla ortak hareket etmeli" uyarısında bulundu.   Datareportal Global Digital Owerview 2025 araştırmasının verilerine göre küresel ortamda sosyal medya kullanımı 2 saat 24 dakika. Ancak gençler ve çocuklar bu ortalamanın üzerinde sosyal medya kullanıyor. Bu süre; ABD'de 13-18 yaş grubu için 4,8-8,39 saatken Türkiye'de 18-24 yaş grubu için 3 saatin üzerinde. Sosyal medyanın olumlu tarafları olduğu gibi olumsuz getirilerinin de olduğunun altını çizen Uğur Okullarında PDR Müdürü Aslı Orman, bu konuyla ilgili alınabilecek önlemleri tek tek anlattı.  "Fiziki ortamda sosyalleşme problemi yaşayabiliyorlar"  Orman, "Gençler sosyal medyada, sosyal ağlar üzerinden hobileri ve alışkanlıkları üzerine birçok platformda ilgili kişilerle etkileşime geçip verimli bir süreç geçirebiliyorlar. Fakat tabii ki bunun olumsuz yansımaları var. Öğrencilerimiz bunları yaparken dijital dünyaya çok fazla alışıp fiziki ortamda sosyalleşme problemi yaşayabiliyorlar" dedi.  "Sürekli çevrimiçi olarak kontrol ediyor"  "Sosyal medyayı sıklıkla kullanan öğrencilerimizin yaşadığı belirli fobiler var" diyen Orman, "Mesela öğrenciler, arkadaşları tarafından davet edilmediği bir ortamı sosyal medya üzerinden gördüklerinde sürekli çevrim içi olarak onları kontrol ediyor. ‘Acaba ben yokken neler yapıyorlar, ne durumla karşılaşıyorlar' diye merak ediyorlar. Dolayısıyla fiziki ortamda dışlanma oluyor. Bu da öğrencilerimizin kaygı bozukluğuna, özgüven gelişimlerinde zedelenmeye neden olabiliyor" şeklinde konuştu.  Orman, "18 yaş altında çocukların ailelerin gözetimi, bilgisi ve onayı olmadığı sürece kesinlikle sosyal medya kullanılmaması, canlı yayınlar açılmaması gerekiyor. Çünkü karşı taraftan; onları izleyen, takip eden kişilerin gerçekte hangi yaş grubuna ait olduğunu ve onları nasıl yönlendirip nasıl zararlar verebileceğiyle ilgili henüz gerçekten bir kontrol mekanizması mevcut değil" uyarısında da bulundu.  "Yasak değil, sınır getirin"  Velilere uyarıda bulunan Orman, "Dijital dünyada yaşıyoruz. Bu yüzden teknoloji kullanımını yasaklayın diyemem. Ancak belirli sınırlamalar getirebilirler. Bunu da sadece çocuğa kural koyarak gerçekleştirmek mümkün değil. Ortak kurallar içinde gerçekleştirmemiz gerekir. Örneğin, ailenin yemek esnasında telefondan uzak kalması gibi. Akşamları ekransız bir saat geçirip aile aktiviteleri yapılabilir. Bu aktivitelerde, ortak görüş bildirecekleri, herkesin katılabileceği kutu oyunları, kitap okuma ya da bir film izleyip film üzerine yorum yapmak gibi belirli etkinlikler yapabilirler" dedi.  "İndirilen uygulamalarda yaş sınırına dikkat"  Orman, "Telefonlara indirilen uygulamaların da yaş sınırları mevcut. Ailelerin mutlaka kontrollü olmalı ve çocuğun yaş grubuna göre uygulamaları kısıtlamalıdır. Küçük yaş grubundan itibaren sosyal mecra kullanım süresi 20 dakika ile başlayıp maksimum 1 saate kadar gidebiliyor. Artık dijitalleşme sadece sosyal medyada vakit geçirmek değil. Öğrenciler, akademik süreçte dijital eğitim platformlarından destek de alabiliyorlar. Bununla ilgili öğrencilerin kullanım süreçlerinde yaş grubu büyüdükçe kullanım süresi artabiliyor" dedi.  "Özgüvenlerini geliştirebilecekleri şekilde de kullanabilirler"  Sosyal medyanın olumlu tarafları olduğuna da değinen Orman, "Öğrenciler; aynı platformda, aynı hobiye, ilgi alanına sahip kişilerle bir araya gelme fırsatı bulabiliyor. Bu vesileyle kendilerini o konuda geliştirip özgüven sahibi olabiliyorlar. Ama tam tersi beğendikleri, takip ettikleri kişiler tarafından olumsuz yorum aldıklarında özgüven zedelenmesi de yaşayabiliyorlar. Çünkü olumsuz etkiler oluşturup öğrencilerimizin, gençlerimizin farklı davranışlarına neden olabiliyor" açıklaması yaptı.  "Okullarımızda sene başında ‘teknoloji sözleşmesi' yapıyoruz"  "Sosyal medya kullanımında aile ile okul iş birliğinde bulunmalı" diyen Orman, "Bu birlikte ilerlemesi gereken süreçtir. Biz eğitim kurumlarımızda, özellikle öğrencilerin teknoloji kullanımıyla ilgili ‘teknoloji sözleşmesi' dediğimiz belgeleri sene başından ibaren aile ve çocuklara uyguluyoruz. Öğrencinin kendi oto kontrolünü sağlayabilmesi için böyle bir uygulama geliştirdik" dedi.  "Son dönemde gelişmeleri kaçırma korkusu adıyla bilinen bir kavram var" diyen Orman sözlerini şöyle sürdürdü:  "Bu kavram, öğrencilerin sosyal medyada olanları kaçırmamak için sürekli çevrim içi kalmak istemeleriyle ilgilidir. Bu da öğrencilerimizde çevrim içi olamadıkları dönemde ciddi derecede kaygıya sebep olabiliyor. Bu kaygı süreci de arkadaş ilişkilerinin zedelenmesine ve toplum içerisindeki var olmalarında özgüven problemine sebep olabiliyor. Bunun için sosyal medya kullanımında özellikle sağlıklı sınırlar koyabilmek, ailenin ve okulun iş birliğiyle gerçekleşebilecek sorumluluk haline geliyor." 

Prof. Dr. Birkan Taha Özkan: "Hatalı yerleştirilen implant, komşu dişleri çürütüp kaybettirebilir" Haber

Prof. Dr. Birkan Taha Özkan: "Hatalı yerleştirilen implant, komşu dişleri çürütüp kaybettirebilir"

Uzman Diş Hekimi ve Ağız ve Diş Çene Cerrahı Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, hatalı uygulanan dental implantların, ağızdaki sağlam dişlerde ciddi kayıplara yol açabileceği uyarısında bulundu. Özkan, "Yanlış konumlandırılmış bir implant, sağlam komşu dişleri çürütür, köklerini kırar, çene kemiğini iltihaplandırır ve ana dişi kaybettirir" dedi.   Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, diş implantları doğru uygulandığında eksik dişlerin estetik ve fonksiyonel olarak tamamlanmasında etkili bir tedavi yöntemi sunarken, yanlış planlama ve uygulamalarda ağızdaki sağlam dişlerin kaybına yol açabileceğini söyledi. Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, hatalı yerleştirilen implantların, çene kemiğinden komşu diş köklerine kadar ciddi sağlık sorunlarına neden olabileceğini belirtti.  "Sağlam dişler zarar görmeye başlar"  Hatalı planlama ve uygulamaların, sadece implanta değil, komşu doğal dişlere de ciddi zarar verdiğine de dikkat çeken Özkan, "Eksik dişin telafisinde yapılan implanttaki her hata domino taşı etkisi oluşturur. Başarısız implantların yanındaki sağlam dişlerde çürük, diş kırığı, diş kök erimesi, çene kemik erimesi ve iltihaplanması, periodontitis (ileri dişeti hastalığı), perikoronitis (implant çevresi iltihabı) ve hatta ana komşu diş kaybına neden olabilir. Yanlış implant tasarımı diş sağlığını tehlikeye atıyor. Yapılan son bilimsel araştırmalar, implant uygulamalarında dikkat edilmeyen detayların, özellikle de implant üstü kaplamaların yan komşu dişlerle temas bozuklukları ve dengesiz çiğneme kuvveti yüklemeleri komşu dişlerde ciddi hasarlara neden olduğunu ortaya koyuyor. Eylül 2024'de yapılan son bilimsel çalışmadan elde edilen sonuçlara göre; implantlara komşu olan dişlerin, ağızdaki implanta komşuluğu olmayan dişlere kıyasla çok daha yüksek oranda kaybedildiği tespit edildi. Yüzde 45,2 diş kök kırıkları, yüzde 28,9 diş çürükleri, yüzde 24,1 periodontitis ve yüzde 51,9 diş kaybı en sık görülen komplikasyonlar arasında. Dental implantlar, estetik ve çiğneme işlevi açısından uzun vadeli başarı sağlar. Ancak implantların yanlış konumlandırılması, yanlış eğimde yerleştirilmesi, yan komşu dişle arasında uygun mesafenin korunmaması ve bu sayede ağız biyomekaniğinin göz ardı edilmesi durumunda, komşu sağlam dişler zarar görmeye başlar. Özellikle implant ile doğal diş arasındaki mesafenin 1 mm'den az olması, o bölgede çene kemik erimesini başlatır, bu da zamanla dişeti çekilmesine, dişin çürümesine ya da diş kökünün kırılmasına yol açabilir" diye konuştu.  "Her implant markası aynı kaliteye sahip değildir"  İmplantın cerrahi bir işlem olduğunu ifade eden Prof. Dr. Özkan, sözlerine şöyle devam etti:  "İmplant tek başına değerlendirilemez. İmplant üstü kaplamaların aldığı çiğneme yükleri, implant çevresi dişeti ve çene kemiği dokular, komşu dişlerin konumu ve eğimi, kemik yoğunluğu gibi çok sayıda faktör bütüncül olarak analiz edilmelidir. Aksi halde sadece yeni yapılan implant değil, yanındaki doğal diş de riske girer. Hatta sağlam dişlerin önce çatlamasına, sonra kırılmasına ve sonunda çekilmesine neden olabilir. İmplant planlaması kritik olduğu kadar implant operasyonunda ve ardından yapılan implant üstü kaplama yapılması esnasında göz önünde bulundurulan kriterler de oldukça önemlidir. İmplant tedavisi cerrahi bir işlemdir. Her implant markası aynı kaliteye sahip değildir. Bilimsel verilerle desteklenen, uzun dönem başarıları kanıtlanmış implantlar kullanılmalıdır. Ayrıca implant operasyonu mutlaka steril şartlarda ve tecrübeli hekimler tarafından gerçekleştirilmelidir. Kullanılan implantın kemiğe uyumu, implantın yan komşu dişle olan mesafesi, konumu ve eğimi, implant üstü kaplamanın yan komşu dişle uyumu hastanın uzun vadeli ağız sağlığını doğrudan etkiler. Cerrahi teknik gerektiren bir işlem olan implant uygulamasında rastgele marka seçimi ya da uygun olmayan şartlarda yapılan uygulamalar, hem implantın hem de komşu dişlerin sağlığını tehdit eder."  "Hassas şekilde koordine edilmelidir"  Başarısız implantlardan kaynaklı komşu diş kayıplarını önlemek için yapılması gerekenleri sıralayan Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, "Çene kemik ölçümü, özel kemik ölçücü el aletleriyle veya gerekirse ileri 3D tomografi ile implant planlaması yapılmalı. İmplant-doğal diş mesafesi en az 2 milimetre olmalı. Komşu dişlerin sinir sağlığı (endodontik durum) detaylı incelenmeli. Hem implant çevresi hem de komşu dişeti sağlığı tam sağlıklı olmalı. İmplant eğimi ve konumu implant üstü kaplamaya gelen çiğneme yük dağılımını dengeli olacak şekilde planlanmalı. Düzenli diş hekimi muayene kontrolleri önemsenmeli. Ağızda eksik diş varlığında, implant planlanmadan önce ağızdaki var olan dişlerin çiğnemedeki dengeli yük dağılımının sağlanması için diş tedavileri yapılmalı. İmplant markası seçiminde, bilimsel olarak kanıtlanmış ve uzun vadeli sonuçları bilinen markalardan seçilmeli. Operasyon steril şartlarda mümkünse steril ameliyathane şartlarında, deneyimli hekimlerce yapılması tavsiye edilebilir. İmplant operasyonu cerrahi açıdan ve implant üstü kaplama protetik olarak hassas şekilde koordine edilmelidir" şeklinde konuştu.  "İmplant yaptırırken sağlam dişi feda etmeyin"  Vatandaşlara uyarılarda bulunan Özkan, "İmplant yaptırırken sağlam dişi feda etmeyin. İmplant yerleştirirken, iki sağlam dişi feda etmek istemiyorsak disiplinli planlama ve deneyim şarttır. Diş hekimliğinde gerçek başarı sadece implantın tutması değil, çevresindeki doğal dişlerin de uzun yıllar boyunca sağlıklı kalmasıdır. İyi bir implant, komşu dişleri korur. Kötü planlanmış bir implant ise en sağlam dişi bile kaybettirir" ifadelerini kullandı. 

Gebelikte Kimyasallardan Uzak Durun Haber

Gebelikte Kimyasallardan Uzak Durun

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Emre Sertel, gebelik sürecinde dikkat edilmesi gereken noktaları anlatarak, anne adaylarına önemli uyarılarda bulundu. Sezaryenin bir doğum yöntemi değil, yalnızca tıbbi bir zorunluluk halinde uygulanması gereken bir ameliyat olduğunu söyleyen Sertel, "Sezaryen hiçbir zaman ilk tercih olamaz" dedi.  Kocaeli Şehir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Emre Sertel, gebelik sürecinde anne adaylarının dikkat etmesi gereken noktalar, gebelik dönemindeki riskler ve doğum seçenekleri hakkında açıklamalarda bulundu. Normal doğumun doğal bir süreç olduğunu vurgulayan Sertel, sezaryenin ancak tıbbi bir zorunluluk halinde uygulanması gerektiğini belirtti.  "Gebelik bir hastalık değil"  Gebelik sürecinde anne adaylarının nasıl hareket etmeleri gerektiğine değinen Dr. Sertel, "Gebelerimiz öncelikle bilmelidirler ki, gebelik bir hastalık değil. Gebelerimiz öncelikle normal hayatlarına devam etmeliler. Tabii ki iki canlı oldukları için bazı şeylere dikkat etmeleri gerekmektedir. Örneğin beslenmelerine dikkat etmeliler. Susuz kalmamaları, hijyen konusunda duyarlı olmaları gerekmektedir. Bunların arkasından rutin tedavilerini aksatmadan devem etmelidirler. Rutin hayatlarında olduğu gibi sporlarına devam edebilirler. Ancak gebelerimize önerdiğimiz, gebeliğe uygun sporlar yapmaları. Ağır egzersiz ve ağır işlerden kaçınmalılar" dedi.  "Saç boyama gibi herhangi bir kimyasala maruz kalmayın"  Bu dönemde beslenmeye de dikkat edilmesini ifade eden Sertel, "Beslenme konusunda da dikkat etmeleri gereken hususlar var. Bizler biz ilaç olarak vermiş olsak da kendilerinin bu konuya dikkat etmeleri gerekecektir. Bu süreçte haftada birden fazla balık tüketmelerini istemiyoruz. Konserve gıdaları tüketmelerini istemiyoruz. Ne olduğu belli olmayan çeşitli tarım ürünlerini, ilaçları kullanmalarını önermiyoruz. Biz bu nokta da hekimlerine danışmadan herhangi bir ilaç kullanmalarını istemiyoruz. Bunların dışında gebeliğin ilk 3 ayı bebeğin en hassas olduğu, organlarının geliştiği en önemli dönem olduğu için bu dönemde saç boyama gibi herhangi bir kimyasala maruz kalmalarını da istemiyoruz. Yine de bu konu da şüpheleri olan ya da merak ettikleri farklı şeyler olduğunda muhakkak hekimlerine danışmalarını istiyoruz" diye konuştu.  "Süreç iyi takip edilmeli"  Gebelik sürecinde belirli risklerin ortaya çıkabileceğini belirten Dr. Sertel, şu bilgileri paylaştı:  "Anne adaylarımız, gebelik haftasına göre düzenli olarak doktor kontrolüne gitmelidir. Rutin kontrollerde bazı riskler tespit edilebilir. Bunun için ikili test, dörtlü test, detaylı ultrason ve şeker yükleme testi gibi taramalar yapılır. Eğer bir risk tespit edilirse, perinatologlar bu durumu değerlendirir ve gerekli görülürse tanı testleri (amniyosentez, kordosentez gibi) uygulanır. Ancak her risk tespit edilen gebede mutlaka bir sorun çıkacak diye düşünmemeliler. Doktorlarıyla birlikte süreci takip etmeleri önemlidir"  "Sezaryen ameliyattır"  Normal doğumun doğal bir süreç olduğunu vurgulayan Sertel, sezaryenin bir doğum yöntemi değil, tıbbi bir müdahale olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Sertel, "Sezaryen bir doğum biçimi olarak görülmemeli. Çünkü sezaryen bir ameliyattır. Bizlerde kadın doğum hekimi olarak, hastalarımızda herhangi bir risk tespit ettiğimizde, normal doğumun bebeğe veya anneye bir zarar vereceğini düşündüğümüz durumda hastalarımıza bizlerde sezaryen uyguluyoruz. Ancak sezaryen hiçbir zaman ilk tercih olamaz. Sezaryen doğumun bir tercih olarak sunulması aslında gebelerimizin normal doğumdan duyduğu korkudan kaynaklanıyor. Bu nedenle gebelerimize gebelik süreci boyunca bu korkularını aşmaları için ebe polikliniğimiz var. Gebelerimizin normal kontrollerine geldiğinde ebe polikliniğinde doğum yapacakları ebeleri tanıyarak gidermelerini istiyoruz. Bunun dışında 20. gebelik haftası ile birlikte gebelerimizi gebe okullarına alarak, burada ki deneyimli ebe ve doktorlarla bir araya gelerek doğum öncesi, doğum ve doğum sonrasına hazırlamak için gebelerimizle bir araya geliyoruz ve burada eğitimler düzenliyoruz. Bu kaygıları yendikten sonra normal doğumdan korkmalarını gerektirecek bir şey yok. Normal doğumun faydaları var. Anne normal hayatına daha hızlı dönüyor, anne bebek ten tene teması hem bebek için hem de annenin psikolojik iyileşmesi için çok önemli" ifadelerini kullandı.  "Korkuya kapılmayın"  Doğum sonrası süreçle ilgili de bilgi veren Dr. Sertel, annelerin doğumdan sonraki ilk iki saat boyunca kanama takibine alındığını ve ardından bebekleriyle birlikte servise alındıklarını belirtti. Lohusalık sürecinin sağlıklı geçmesi için gebe okulunda verilen eğitimlerin büyük avantaj sağladığını söyleyen Sertel, "Gebelerimizi lohusalık sürecine hazırlamak için daha önce gebe okuluna katılmışsa burada aldığı eğitimlerle anne bir sıfır önde başlamış oluyor. Ancak bu eğitimleri almadıysa yine korkuya kapılacak bir şey yok bizim burada deneyimli bebek hemşirelerimiz var. Bu hemşire hanımlar, annelerimize emzirme, bebeğin bakımı gibi konularda yardımcı oluyor. Anne taburcu olana kadar alması gereken tüm eğitimi kendisine sağlamış oluyoruz.  Gebe okulundaki eğitimlere babayı da alıyoruz. Babaya da yapması gerekenleri bizzat kendisine öğretiyoruz" şeklinde konuştu.  Uzmanından babalara uyarı  Baba adaylarının da gebelik ve doğum sürecinde önemli bir rol üstlendiğini belirten Sertel, "Babalar anneye büyük bir destek vermeli. Birçok konuda anneye yardımcı olarak onun gebeliği boyunca üzerinde bir miktar yükü alabilir. Doğuma hazırlık sürecinde anneye moral verebilir. Baba adaylarının da çok endişeli olmalarını anlayabiliyoruz ama bu endişeleri anneye yansıtmamaları gerekiyor. Sadece doğum öncesi ve doğum değil, doğumdan sonra da bebeğin bakımı annenin bakımı konusunda babalara da büyük iş düşüyor. Bu nedenle baba adaylarına da eğitimler veriyoruz. Gebe okullarında yalnızca anne adaylarına değil, baba adaylarına da rehberlik ediyoruz" dedi. 

Kara listedeyiz: Türkiye'de sigaraya dair endişeler büyüyor Haber

Kara listedeyiz: Türkiye'de sigaraya dair endişeler büyüyor

Uzmanlar Türkiye'nin dünyanın en fazla sigara kullanan 10 ülkesi arasında yer almasını ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak değerlendiriyor. Uzmanlar, özellikle çocukluk çağındaki artan sigara bağımlılığının gelecekte çok daha büyük problemlere yol açabileceği uyarısında bulunuyor.   Türkiye’de sigara kullanımının hızla artması ve buna bağlı hastalıkların kamu sağlığını tehdit eder boyuta gelmesi, uzmanları endişelendirmeye devam ediyor. Medipol Mega Üniversite Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Bayram, sigara dumanının akciğerlere solunum yoluyla girip kan dolaşımıyla vücudun hemen her yerine yayıldığını, başta kanser ve KOAH olmak üzere pek çok hastalığa neden olduğunu belirterek tehlikeye dikkat çekiyor. Sigara kullanım yaşının 12-13 gibi kritik bir döneme kadar düştüğünü ifade eden Prof. Dr. Bayram, İngiltere’de 2009 sonrası doğanlara ömür boyu sigara satış yasağı gibi radikal önlemlerin gündeme geldiğini hatırlatıyor. Nargilenin ve elektronik sigaranın da en az normal sigara kadar zararlı olduğunu vurgulayan uzmanlar, toplumun bu konuda daha fazla bilinçlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Özellikle nikotinin oluşturduğu fizyolojik ve psikolojik bağımlılıkla mücadelenin uzun soluklu bir çaba gerektirdiğine işaret eden hekimler, çocukları ve gençleri sigaradan uzak tutmanın ulusal bir öncelik haline gelmesinin altını çiziyor.  "Sigara insanların aklına gelmeyen pek çok hastalığa da yol açıyor"  Sigaranın sadece akciğerlere değil vücudun bütün organlarına zarar verdiğini dile getiren Medipol Mega Üniversite Hastanesi’nden Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Bayram, "Sigara akciğerlere solunum yoluyla girerek, kan dolaşımı aracılığıyla vücudun diğer bölgelerine de ulaşıyor. Dolayısıyla ilk hedefi akciğer oluyor. Akciğerde yüzden fazla hastalığa neden olabiliyor. Bunların başında kanser, KOAH ve kronik bronşit gibi hastalıklar geliyor. Elbette diğer organları da konuşmamız gerekiyor. Sigara, vücudun hemen hemen her organına ulaşabiliyor ve böylece insanların aklına gelmeyen pek çok hastalığın gelişmesine yol açabiliyor. Mesane kanseri, böbrek kanseri, bağırsak kanseri, kalp-damar hastalıkları. Bunların da en büyük nedeni sigara. Dolayısıyla sigaranın akciğerlere veya vücuda verdiği zararlar artık çok iyi bilinen bir konu" diye konuştu.  "Sigarayla mücadelede en büyük önceliğimiz çocuklar olmalı"  Henüz gelişimini tamamlamayan çocuklarda sigara içmenin ciddi kalıcı sorunlar ortaya çıkardığını belirten Bayram, "Burada farklı konulara da değinebiliriz: Toplumdaki sigara kaynaklı zararların yükü nedir. Ülkemizdeki sigara içme oranı nedir. Bu konularda maalesef karnemiz zayıf. Türkiye, dünyada en çok sigara tüketilen 10 ülkeden biri. Sigara şirketleri için ciddi bir pazar konumundayız. Bu konuda geçmişte önemli adımlar atıldı; Türkiye’de oldukça iyi ve olumlu gelişmeler kaydedildi. Ancak son yıllarda sigarayla mücadelede bir yavaşlama hissediliyor. Bu nedenle Türkiye’nin yeniden kararlı bir biçimde mücadeleye dönmesi gerektiğini düşünüyorum. Sigarayla mücadelede en büyük önceliğimiz çocuklar olmalı. Maalesef sigaraya başlama yaşı 12-13’e kadar düştü ve bu yaşlarda, henüz vücut ve özellikle akciğerler ile diğer organlar tam gelişimini tamamlamadığı için sigara tüm vücuda hasar veriyor; ileride daha erken yaşta ciddi sorunlar ortaya çıkıyor. Örneğin, son dönemde bazı ülkelerde önemli adımlar atıldı. İngiltere’de 2009 yılından sonra doğmuş çocuklara hayatları boyunca sigara satış yasağı getirilmesi planlanıyor. Yani bu yıldan sonra doğanlara hiçbir şekilde sigara satılmaması öngörülüyor. Benzer bir uygulama ülkemizde de hayata geçirilebilir" ifadelerini kullandı. "En önemli konu, sigaraya hiç başlamamak olmalı"  Nargilenin en az sigara kadar zararlı olduğunu ve son zamanlarda evlere kadar girdiğini vurgulayan Bayram, "En önemli konu, sigaraya hiç başlamamak olmalı. Sigaraya başladıktan sonra bırakmak epey çaba ve zahmet gerektiriyor. Elbette bu mümkün; bırakma konusunda ciddi başarılar elde edilebiliyor. Fakat hiç başlamamak, nesilleri korumak adına çok daha önemli bir strateji. Eskiden Türkiye’de erkeklerde sigara içme oranı kadınlara göre çok daha yüksekti. Ancak son yıllarda kadınlardaki sigara içme oranlarının da erkeklere yaklaştığını görüyoruz. Bu durumun mutlaka fark edilmesi ve önlenmesi gerektiğini özellikle vurgulamak istiyorum. Nargile konusuna da değinmek istiyorum. Günlük pratikte, poliklinikte 'sigara içiyor musunuz' diye sorduğumda, 'hayır hocam, sigara içmiyorum, sadece nargile içiyorum' cevabını alıyorum. Sanki nargile masummuş, sigara kadar zararlı değilmiş gibi bir algı oluşmuş durumda. Özellikle son 3-5 yıldır bunu çok sık gözlemliyorum. Hatta eskiden yalnızca haftada bir veya ayda bir dışarıda nargile içilirken, şimdi evlerde nargile bulundurulduğunu görüyoruz. Oysa nargilenin de masum olmadığını, en az sigara kadar zararlı olduğunu özellikle belirtmeliyim" şeklinde konuştu.  "Elektronik sigara da daha sıkı denetimler yapılmalı"  Elektronik sigaraların da erken dönemde ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceğini ifade eden Bayram, "Bir diğer konu da elektronik sigaralar. Elektronik sigaralar da en az sigara kadar zararlı; hatta daha erken dönemde ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Türkiye’de kanun gereği elektronik sigaranın satışı ve ithalatı yasak, ancak internet siteleri veya bazı marketler üzerinden bunlara hâlâ ulaşmak mümkün. Bu konuda da daha sıkı denetimler yapılması gerektiğini düşünüyorum" dedi.  "Psikolojik bağımlılık daha zor"  Uzmanlar olarak bir yıl boyunca sigara içmemeyi sigarayı bırakmak olarak kabul ettiklerini söyleyen Bayram, "Sigara bağımlılığını özetle iki türde ele alıyoruz: Fizyolojik bağımlılık ve psikolojik bağımlılık. Fizyolojik bağımlılık dediğimizde nikotin bağımlılığından bahsediyoruz. Nikotin, beynin belirli merkezlerinde bağımlılık oluşturuyor ve sinirlilik, el titremesi, ağız kuruması, kişinin kendini psikolojik açıdan kötü hissetmesi gibi durumlara neden olabiliyor. Bu belirtiler daha ağır tablolar olsa da kısa sürede düzelebiliyor; yani kişi bir-iki ay içinde bu etkilerden arınabiliyor. Asıl zorluk psikolojik bağımlılık. Kişiler, kendilerini motive ettiklerinde bir-iki ay sigara içmeyip nikotin bağımlılığını aşabiliyorlar. Ancak psikolojik bağımlılık dediğimizde işin içine yaşam tarzı giriyor. Örneğin çay içerken, arkadaşlarla bir araya gelirken ya da herhangi bir etkinliğe giderken sigara içme alışkanlığı araya giriyor. Bu yaşam tarzını değiştirmek daha uzun zaman alıyor. Sigaraya karşı duygusal özlem bir-iki yıla kadar sürebiliyor. Biz bir yıl boyunca hiç sigara içmemeyi, başarılı bir ‘sigara bırakma’ olarak tanımlıyoruz. ‘Ben sigarayı bırakamam’ düşüncesi kesinlikle yanlış. Herkes sigarayı bırakabilir; yeter ki istesin ve ilk adımı atsın" diye konuştu. 

Sosyal Medyada Yayılan Mükemmel Annelik İmajı Haber

Sosyal Medyada Yayılan Mükemmel Annelik İmajı

Uzman Psikolog Başak Mutlu, doğumla birlikte annenin yepyeni bir döneme adım attığını ve bu süreçte hem fizyolojik hem de duygusal pek çok değişimin yaşanmasının doğal olduğunu belirtti. Uzman Klinik Psikolog Başak Mutlu ayrıca, sosyal medyada yayılan mükemmel annelik imajının, pek çok kadında yetersiz hissetme gibi sorunlara yol açtığını söyledi.   Beden, hormonlar ve rutin değişeceğini, hayat, yeni roller ve sorumluluklarla farklı bir düzene girebileceğini belirten Medicana Bursa Hastanesi Uzman Psikolog Başak Mutlu, "Annelerin bu yeni hayata adapte olmaları zaman alabilir. Bu süreçte annelerin zaman zaman endişeli hissetmeleri, bebeğe yetip yetemediklerini sorgulamaları ve duygusal açıdan daha hassas olmalarının normaldir. Ancak bu dönemde mükemmeliyetçi yaklaşımlardan kaçınılması gerektiğini ve gerçekçi beklentilerle hareket etmenin, hem anne hem de bebeğin iyiliği için en sağlıklı seçenektir. Doğum sonrası sürecin doğal bir parçası olan zorlukların, dayanıklı bir destek sistemiyle çok daha kolay aşılabilir. Annenin duygularını güvendiği yakınlarıyla paylaşması, sorumluluklarını bölüşmesi ve gerektiğinde profesyonel destek alması süreci kolaylaştırır. Sağlıklı beslenmek, dinlenmeye özen göstermek ve olabildiğince kendine vakit ayırmak, annenin ruhsal ve fiziksel iyiliği için büyük önem taşır" diye konuştu.  Uzman Klinik Psikolog Başak Mutlu ayrıca, sosyal medyada yayılan mükemmel annelik imajının, pek çok kadında yetersiz hissetme gibi sorunlara yol açtığını söyledi. “Her annenin ve bebeğin yolculuğu kendine özeldir. Sosyal medyadaki idealize edilmiş görüntülerin gerçeği yansıtmadığını hatırlamak gerekir. Annelik bir öğrenme sürecidir ve bu süreçte her gün bir önceki günden daha iyi ve daha tecrübeli bir anne olacağınıza güvenin” dedi.  Uzman Klinik Psikolog Başak Mutlu, “Bazen anneler bu dönemde aşırı üzüntü, çaresizlik veya boşluk hissine kapılabilirler. Bu belirtiler annenin günlük yaşamını etkileyecek düzeye gelirse, mutlaka profesyonel yardım alınmalıdır. Annenin ruhsal sağlığı sadece kendi mutluluğu için değil, bebeğin sağlıklı gelişimi için de kritik öneme sahiptir” diye konuştu.  Uzman Klinik Psikolog Başak Mutlu, annelerin kendilerine nazik davranmaları ve destek aramaktan çekinmemeleri gerektiğini vurgulayarak sözlerini noktaladı. Annelik yolculuğunun her aşamasında hem kendilerine hem de bebeklerine gösterdikleri şefkatin en büyük güç kaynağı olduğunu hatırlattı. 

Uzman Doktordan Yaz Tatili Tüyoları Haber

Uzman Doktordan Yaz Tatili Tüyoları

Hayat Hastanesi Uzman Klinik Psikoloğu Melike Yücel, çocukların yaz tatilini değerlendirmeleriyle ilgili ipuçları veridi.  Çocuklar için yaz tatilinin, sadece dinlenmek değil, aynı zamanda öğrenmek, keşfetmek ve sosyalleşmek için büyük bir fırsat olduğunu ifade eden Uzman Klinik Psikolog, “Eğitim sürecinin dinamik bir parçası olan tatiller, planlı ve çeşitlendirilmiş aktivitelerle geçirilmelidir. Tatil, çocukların enerji toplaması, yeni yerler keşfetmesi, hobiler edinmesi ve meraklarını gidermesi için ideal bir zamandır” dedi.  “Çocuklar, müzeleri ziyaret etmek, doğa yürüyüşleri yapmak, kitaplar okumak gibi aktivitelerle zihinsel olarak tazelenirler ve sosyal becerilerini geliştirmek için arkadaşlarıyla vakit geçirmeli, grup aktivitelerine katılmalıdırlar” diyen Uzman Klinik Psikolog Melike Yücel, “Çocukların tatil sonrası okullarına döndüklerinde, tatilde edindikleri deneyimler ve öğrenmeler sayesinde adaptasyon süreci daha kolay olur. Stresten uzak, dolu dolu günler geçirerek, okul performanslarını olumlu yönde etkilerler. Unutulmamalıdır ki tatil, sadece fiziksel olarak dinlenmek değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal olarak da yenilenme zamanıdır. Bu nedenle çocuklar için yaz tatili, hem eğlenceli hem de öğretici bir süreç olmalıdır” şeklinde konuştu.  Ailelerin dikkat etmesi gereken noktalar  Açıklamasında ailelere de hatırlatmalarda bulunan Uzman Klinik Psikolog şunları söyledi: “Yaz tatili, çocuklar için serbest vakit geçirme ve keyifli hatıralar biriktirmek için güzel bir fırsattır. Ancak, bu süreçte ailelerin dikkat etmesi gereken birkaç nokta vardır. Öncelikle, çocukların günlük rutinlerini korumak önemlidir. Uyku düzeninin bozulmaması ve öğrenme süreçlerinin devam etmesi için düzenli bir program oluşturulabilir. Ayrıca, teknoloji kullanımının kontrol altında tutulması ve çocuklarla birlikte keyifli zaman geçirilmesi, aile bağlarını güçlendirebilir. Ailece yapılabilecek etkinlikler ve tatil rutinlerinin belirlenmesi, çocukların hem eğlenmesini hem de öğrenmesini sağlayabilir. Bu şekilde, tatil dönemi aile için anlamlı ve verimli bir zaman dilimi haline gelebilir. Çocukların yaz tatilini değerlendirmeleri için tatil rutini oluştururken, çocukların yaşına, ilgi alanlarına ve ihtiyaçlarına uygun bir program hazırlamak önemlidir. Dengeli bir şekilde zaman ayarlayarak hem eğlenceli hem de öğretici bir tatil geçirmeleri aileler tarafından sağlanmalıdır.”  Hayat Hastanesi Uzman Klinik Psikoloğu Melike Yücel, doğa ve açık hava aktivitelerinin, sanatsal etkinliklerin, spor ve fiziksel faaliyetlerin, eğitim gezileri ve müzelerin gezilmesinin, kitap okuma alışkanlığının faydalı olabileceğini belirtirken, teknoloji ve dijital dünyada denge ile gizli yeteneğini keşfinin tatil dönemlerinde gerçekleşebileceğini sözlerine ekledi. 

Serinlemek İçin Denize Gireceklere Uyarı Haber

Serinlemek İçin Denize Gireceklere Uyarı

 Hava sıcaklıklarının yükseldiği bu günlerde serinlemek için denize girenlere uzmanlardan uyarı geldi. Trabzon İl Sağlık Müdürü Hakan Usta, denize girilmesi uygun olmayan yerlerde yüzenlerin sağlık sorunlarıyla karşılaşabileceğine dikkat çekti.  Trabzon’da 32’si aktif, 5’i yüzme alanı olmak üzere toplam 37 yüzme alanı bulunuyor. Yüzme alanı olan bölgelerden İl Yüzme Suyu Komisyonu tarafından bu yıl 106 yüzme suyu analizi alındığı belirtilerek, 15 günde bir de numuneler alınarak analiz yapıldığı kaydedildi. Konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Trabzon İl Sağlık Müdürü Hakan Usta, kirli yerlerde denize girenlerde ishal olabileceğine dikkat çekerek, “15 Haziran-15 Eylül arasında 300’den fazla test alıyoruz. İlimizde İl Yüzme Suyu Komisyonu tarafından belirlenmiş 32’si aktif, 5’i aday yüzme alanı olmak üzere toplam 37 adet yüzme alanımız bulunmaktadır. Yüzme sezonunda ilgili izlem noktalarımızdan 15 günlük periyodlar halinde numuneler alınarak, analizleri yapılmaktadır. Analiz sonuçları halkın erişimine açık olan Bakanlığımızın ve müdürlüğümüzün web sitesinde yayınlanmaktadır. 2023 yılı yüzme sezonunda 312 deniz suyu numune analizi yapılmış olup, 2024 yılında günümüze kadar 106 yüzme suyu numunesi alınmıştır” dedi.  Ölçümlerin 15 Haziran'dan beri yapıldığını kaydeden Usta, “Bu yıl 15 Haziran'dan beri 106 tane ölçüm yapmış durumdayız. Diğer aylarda da 15 günlük periyodlarda ölçümlerimize devam edeceğiz. Özellikle denize girme uygunluğu olmayan yerlerde belediyelerce denize girilmez uyarısına rağmen girilen yerlerde zaman zaman istemediğimiz ishal vakaları karşımıza gelebilmekte. Bunlarla ilgili fazlalaşması veya belli bir sayının üzerine çıkması durumunda hemen teyakkuza geçerek o bölgede hangi alanda denize, havuza girilmişse orada ekstra tedbirler almaya çalışıyoruz. Bazen uyarılara dikkat edilmiyor. Bazen de hiç denize girilmesi uygun görülmeyip belediyelerin de tabela koymadığı yerlerde vatandaşımız denize girmiş olabiliyor. O zaman da sıkıntılar karşımıza gelebiliyor. Dereler de karşımıza gelebiliyor" ifadelerini kullandı. 

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.