Rüzgâr onu koptuğu gibi sürüklemeye başladı boşlukta.
Oysa nelere direnmişti şimdiye dek…
Baharla birlikte bütün yaz boyu aldığı güneş ve onca yağmurlu günlerde yaşadığı keyfi düşündü.
Bütün süreç geçti gözlerinin önünden.
Ne rüzgârlar ne boranlar yaşamış ama bütün bunlar onu dalından koparamamıştı.
Çiçeklendiği, yeşillendiği, büyüdüğü süreci geçirdi usundan.
Yağan onca yağmura, esen onca rüzgâra direnmiş ama takati kesilince de bırakıvermişti artık kendini boşluğa…
En sert rüzgârlara direnmiş o yaprak şimdi boşlukta rüzgârın belirlediği yöne doğru savrulup gidiyordu…
Usul-usul, döne döne, süzülüyordu havada…
* * *
Nelere direnmişti oysa?
Bulut, biriktirdiği tekmil yağmurları koca koca damlalar halinde boşaltmıştı üstüne de yerinden ayrılmamıştı.
Kuzeyden güneyden, doğudan batıdan esmişti ama başaramamıştı rüzgâr.
Ama şimdi o rüzgâr neşeliydi artık…
Çünkü en üretken olduğu dönemi başlamıştı.
Bulutları önüne katarak yağmuru, boranı, fırtınayı oluşturup yeryüzünde bir yeni devinim başlatıyordu.
Sararmış yaprağı aldığı dalından ötelere sürüklüyordu.
Oysa o yaprak hiç sararmayacağını, sürekli yerinde kalacağını sanıyordu.
Sanki doğa hiç yenilenmeyecek, hiç değişim olmayacaktı!..
Yapraklar daldan kopmak istemezler…
Çünkü düşünürlerdi ki, görevleri salt dalda durmaktır.
Daldan kopunca ne yapacaklarını bilemezlerdi.
Nereden bilebileceklerdi ki bir başka yaşamın sürmesine neden olabileceklerini.
Şimdi rüzgârın önünde boşlukta savruluyordu…
Hiçbir direnci kalmamıştı!..
Doğanın yasası işliyordu ve o da bu yazgıya boyun eğmişti.
Çünkü mevsim yazdan sonbahara-kışa doğru evirilince yaprakların rengi de değişmeye başlar, yeşilden sarıya dönerler ve en sonunda hafif bir rüzgârla kendilerini yerde buluverirlerdi ne kadar uğraşsalar da.
Belki çok uzaklara gidecek, bir akarsu üzerine konacak bir tekne gibi akan suda yol alacaktı bir süre daha.
Belki bir evin balkonuna düşecek, birkaç gün o eve konuk olacaktı.
Ve sonra da bir süpürge yardımıyla çöpe atılacaktı, yani toprağa…
Kim bilir belki de bir ağacın yakınlarına düşecek, toprakla hemen buluşacak ve kendi dalına güç veren ağaç gibi bir başka ağaca besin olacaktı.
Ve böylece kim bilir, kendisi yeşilken güneş enerjisinden yararlanarak yaptığı fotosentez ile meyvelerinin büyümeleri için gereken şekerlere ve temel besin maddelerine yeniden dönüşmelerine vesile olacaktı.
Bunu yaparken de havaya yeniden oksijen verecek bir sürecin başlamasına olanak sağlayacaktı.
* * *
Bizim yaprağın yazgısı neydi?
Kendi gibi düşen diğer binlerce yaprakla birleşip toprağa düşecek ve üzerlerine yağmur, kar mı yağacaktı?
Bazen üstlerinde belki çocuklar oynayacak mıydı bir süre?
Ve sonunda yavaş yavaş toprağa karışıp yeni bir cana vesile mi olacaktı?
Yeniden yaprak mı olacaktı yoksa?
Bu sararmış çürümüş yapraklar önce ağacın köküne, sonra gövdesine, oradan da dallarına mı ulaşacaklardı?
Yaprağın yazgısını ne olacaktı?
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Admin
DALINDAN KOPAN YAPRAĞIN ÖYKÜSÜ…
Son rüzgâra dayanamamıştı…
Oda kopmuştu diğerleri gibi dalından.
Rüzgâr onu koptuğu gibi sürüklemeye başladı boşlukta.
Oysa nelere direnmişti şimdiye dek…
Baharla birlikte bütün yaz boyu aldığı güneş ve onca yağmurlu günlerde yaşadığı keyfi düşündü.
Bütün süreç geçti gözlerinin önünden.
Ne rüzgârlar ne boranlar yaşamış ama bütün bunlar onu dalından koparamamıştı.
Çiçeklendiği, yeşillendiği, büyüdüğü süreci geçirdi usundan.
Yağan onca yağmura, esen onca rüzgâra direnmiş ama takati kesilince de bırakıvermişti artık kendini boşluğa…
En sert rüzgârlara direnmiş o yaprak şimdi boşlukta rüzgârın belirlediği yöne doğru savrulup gidiyordu…
Usul-usul, döne döne, süzülüyordu havada…
* * *
Nelere direnmişti oysa?
Bulut, biriktirdiği tekmil yağmurları koca koca damlalar halinde boşaltmıştı üstüne de yerinden ayrılmamıştı.
Kuzeyden güneyden, doğudan batıdan esmişti ama başaramamıştı rüzgâr.
Ama şimdi o rüzgâr neşeliydi artık…
Çünkü en üretken olduğu dönemi başlamıştı.
Bulutları önüne katarak yağmuru, boranı, fırtınayı oluşturup yeryüzünde bir yeni devinim başlatıyordu.
Sararmış yaprağı aldığı dalından ötelere sürüklüyordu.
Oysa o yaprak hiç sararmayacağını, sürekli yerinde kalacağını sanıyordu.
Sanki doğa hiç yenilenmeyecek, hiç değişim olmayacaktı!..
Yapraklar daldan kopmak istemezler…
Çünkü düşünürlerdi ki, görevleri salt dalda durmaktır.
Daldan kopunca ne yapacaklarını bilemezlerdi.
Nereden bilebileceklerdi ki bir başka yaşamın sürmesine neden olabileceklerini.
Şimdi rüzgârın önünde boşlukta savruluyordu…
Hiçbir direnci kalmamıştı!..
Doğanın yasası işliyordu ve o da bu yazgıya boyun eğmişti.
Çünkü mevsim yazdan sonbahara-kışa doğru evirilince yaprakların rengi de değişmeye başlar, yeşilden sarıya dönerler ve en sonunda hafif bir rüzgârla kendilerini yerde buluverirlerdi ne kadar uğraşsalar da.
* * *
Boşlukta rüzgârın önünde süzüle süzüle savrulan yaprak ilerideki dut ağacının dallarını hafifçe sıyırarak ilerlemekteydi.
Birkaç metre sonra bir yere çakılacaktı kuşkusuz.
Toprakla mı buluşacaktı yine?
Belki çok uzaklara gidecek, bir akarsu üzerine konacak bir tekne gibi akan suda yol alacaktı bir süre daha.
Belki bir evin balkonuna düşecek, birkaç gün o eve konuk olacaktı.
Ve sonra da bir süpürge yardımıyla çöpe atılacaktı, yani toprağa…
Kim bilir belki de bir ağacın yakınlarına düşecek, toprakla hemen buluşacak ve kendi dalına güç veren ağaç gibi bir başka ağaca besin olacaktı.
Ve böylece kim bilir, kendisi yeşilken güneş enerjisinden yararlanarak yaptığı fotosentez ile meyvelerinin büyümeleri için gereken şekerlere ve temel besin maddelerine yeniden dönüşmelerine vesile olacaktı.
Bunu yaparken de havaya yeniden oksijen verecek bir sürecin başlamasına olanak sağlayacaktı.
* * *
Bizim yaprağın yazgısı neydi?
Kendi gibi düşen diğer binlerce yaprakla birleşip toprağa düşecek ve üzerlerine yağmur, kar mı yağacaktı?
Bazen üstlerinde belki çocuklar oynayacak mıydı bir süre?
Ve sonunda yavaş yavaş toprağa karışıp yeni bir cana vesile mi olacaktı?
Yeniden yaprak mı olacaktı yoksa?
Bu sararmış çürümüş yapraklar önce ağacın köküne, sonra gövdesine, oradan da dallarına mı ulaşacaklardı?
Yaprağın yazgısını ne olacaktı?
Merhum Alparslan Türkeş'in dediği gibi dalından kopan yaprağın yazgısını rüzgâr mı belirleyecekti yine?
++++++++++++++++
+++++++++++++++++++++++++