Ziya Gökalp Turan isimli şiirinde; “Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan” diyor. Bizim çocukluk ve gençliğimiz de bu hayallerle geçti. Bu büyük ve müebbet ülkeyi hep merak ettik. Türkiye’yi az çok biliyorduk, Türkistan neresiydi onun da ötesi “ Turan “ neresiydi! Uzun süre içimizde hep bir muamma olarak kaldı. Bu muamma doksanlı yılların başına kadar sürdü. Doksanlı yıllarda Sovyet sisteminin çöküşüyle birlikte “Turan” olmasa bile Türklerin yaşadığı coğrafya benim için yavaş yavaş aydınlanmaya başladı. Çok merak ettiğim Türkistan coğrafyası yavaş yavaş görünür hale geldi. Bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetleri ile resmi düzeyde ilişkiler kuruldu ve Orta Asya’ya ziyaretler başladı.
Benim de Orta Asya coğrafyasına ilk ziyaretim 1995 yılında Özbekistan’a olmuştu. Uludağ Üniversitesi öğretim üyeleri, iş adamları, gazeteciler ve birkaç parlamenterden oluşan bir grup ile birlikte Özbekistan gezisi gerçekleştirdik. Yaklaşık on gün kadar süren bu gezide, Özbekistan’ın başkenti Taşkent, Semerkant ve Buhara’yı gezmiş, başta Emir Timur ve torunu Uluğ Bey’in Türbeleri ile meşhur Uluğ Bey Rasathanesini ziyaret etmiştik. Her ne kadar ziyaret ettiğimiz cami ve medreseler farklı kubbeleri, kısa ve köşeli minareleri ile Anadolu coğrafyasında bulunan cami ve medreselerden mimari olarak farklılıklar gösterse de ülkede büyük bir Türk İslam medeniyetinin yaşandığı belliydi. Türk İslam uygarlığının izlerini doksan yıla yakın hüküm sürmüş olan Sovyet Sosyalist rejimi bile yok edememişti.
Bölgeye ikinci gelişim 2004 yılında Bursa Türk Ocakları Derneği mensuplarının organizasyonu ile gerçekleşti. Gezi heyetin içerisinde zamanın Bursa Türk Ocağı başkanı Zeki Saral, Turgay Tüfekçioğlu, Mete Tetik, Fuat Bursalı ocak mensupları ile birlikte Kazım Mirşan gibi çok değerli bir Ön Türk Tarihi araştırmacısı, Servet Somuncuoğlu gibi bir fotoğraf sanatçısı ve Yeniçağ gazetesinden Aslan Bulut gibi önemli şahsiyetler vardı. Önce Kazakistan’ın Alma Ata şehrini ziyaret ettik, ardından Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e geçtik. Yaklaşık iki hafta süren gezimizde Alma Ata ve Bişkek civarındaki Damgalı Say ve Damgalı taşlar bölgelerini gezdik. Atalarımızın taşlar üzerine çizdiği değişik hayvan ve yazı figürlerini inceledik. Bazı üniversiteleri ziyaret ettik ve Sayın Kazım Mirşan Ön Türk tarihiyle ilgili Kazak ve Kırgız bilim adamlarına çalışmalarını sundu.
Kaderin cilvesine bakın ki bölgeye üçüncü gelişim bir görev icabı oldu. Ziyaret için can attığımız bölgeye 2010 yılı eylül ayında ders vermek üzere geldim. Yaklaşık altı yıl boyunca Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te, Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi Veteriner Fakültesinde öğretim üyesi olarak çalışım.
Gençlik yıllarımızda “Turan, Türkistan” konuları açıldığında bazı muhalif büyüklerimiz bize “Kardeşim bunlar hep hikâye, Nihal Atsız, Ziya Gökalp gibi hayalperestlerin uydurmaları” derlerdi. Biz de onlara kızar, onları Türklüğe ihanetle suçlardık. Ama bir taraftan da kafamızda bir soru işareti oluşurdu.
Bu kaygım ta ki bölgeye gelişime, özellikle Manas Üniversitesinde göreve başladığım ana kadar devam etti. İlk iki ziyaretimde de bölgeyle kültürel bir bağımızın olduğunu ve ortak bir geçmişe sahip olduğumuzu hissetmiştim ama ziyaretlerin kısa oluşları nedeniyle hadiseleri kafamda netleştirememiştim. Kırgızistan’da yaşamaya başlamakla birlikte gördüm ki başta sayılar olmak üzere dillerimiz arasında pek çok ortak kelime var, gelenek göreneklerimiz arasında pek çok benzerlikler var. İlk dinlediğimizde anlamadığımız muhataplarımızı, ikinci üçüncü dinlemenizde anlamaya başlıyorduk. Zaman içinde fark ettim ki konuştuğu kelimelerin kökeni Anadolu’da özellikle kırsal kesimde konuşulan kelimeler ile aynı. Sadece bazı telaffuz değişiklikleri var. Bir de ALFABE farklılığı var. Diller arasında en büyük fark, iki toplumda da okumuşları arasında oluşmuş, kırsaldakilerin konuşmaları daha çok birbirine benzeşiyor.
Kırgızistan’la Türkiye arası mesafe yaklaşık 5000 km. Anadolu Türk’ünün de 1402 Ankara Savaşından beri yaklaşık 600 yıldır ne resmi ne de özel teması var. Bütün bunlara rağmen diller arası bu kadar benzerlik tesadüf olamazdı. Bu da gösteriyor ki Anadolu Türk`ü ile Orta Asya’da yaşayan Kırgız, Özbek, Kazak ve Türkmenler arasında soy birliği var.
Bunun da ötesinde ziyaret ettiğim her üç ülkede çok önemli bir ortak bağ da var. Bu da her üç devletin halklarının kahir ekseriyetinin Müslüman oluşu idi. Her ne kadar 90 yıllık bir komünist sistem, bölge halkını İslami anlayıştan, özellikle ibadetlerden uzaklaştırmışsa da, bayram namazlarına katılmak, yemeklerden sonra bizdeki “Allah bereket versin” benzeri ellerin yüzlerine götürmek gibi İslami gelenekleri yaygın olarak sürdürmekte idiler. Bu bağ da Anadolu Türk’ü ile Orta Asya coğrafyası arasında önemli bir köprünün varlığını ortaya koymaktaydı.
Sovyet sisteminin dağılmasından ve Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmasından sonra oluşan özgürlük ortamından yararlanmak isteyen Sudi Arabistan ve İran gibi bazı Müslüman ülkeler ile Hristiyan batı ülkeleri kendi dini anlayışlarını yerleştirmek kendi lehlerine köprüleri geliştirmek adına yoğun şekilde faaliyetler içine girmişlerdir. Bu konuda da oldukça önemli mesafeler kat etmişlerdir.
Devletimiz Suudilerin, İranlıların ve Batılıların bu altıncı kol faaliyetlerine karşı, başlangıçta Diyanet işleri Başkanlığı aracılığıyla bir takım tedbirler ortaya koymaya çalışsa da bunlarla mücadele daha çok nereye hizmet ettikleri pek belli olmayan cemaatlere bırakılmış gibiydi. Gelişen zaman içerisinde devletimiz önce Kazakistan’da Ahmet Yesevi, Kırgızistan’da Manas Üniversiteleri ile Eğitim ve kültür köprülerini, daha sonraları Türk Devletleri Teşkilatını kurarak siyasi birliği kurmada büyük mesafe kazanmıştır. Son zamanlarda Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan gibi devletler Latince harflerine geçerek dil birliği konusunda önemli adımlar atmışlardır. Şimdi sırada Zengezur Koridorunun inşası vardır. Bu da Türkiye ile Türkistan arasında İpek Yolunun tekrar kurulması, ekonomik olarak Türk devletler topluluğunun zenginleşmesi demektir.
Bütün bunlar gösteriyor ki Türkiye’nin liderliğinde adım adım Turan’a yürüyoruz.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
ALİ BAHADIR
Adım adım Turan’a
Ziya Gökalp Turan isimli şiirinde; “Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan” diyor. Bizim çocukluk ve gençliğimiz de bu hayallerle geçti. Bu büyük ve müebbet ülkeyi hep merak ettik. Türkiye’yi az çok biliyorduk, Türkistan neresiydi onun da ötesi “ Turan “ neresiydi! Uzun süre içimizde hep bir muamma olarak kaldı. Bu muamma doksanlı yılların başına kadar sürdü. Doksanlı yıllarda Sovyet sisteminin çöküşüyle birlikte “Turan” olmasa bile Türklerin yaşadığı coğrafya benim için yavaş yavaş aydınlanmaya başladı. Çok merak ettiğim Türkistan coğrafyası yavaş yavaş görünür hale geldi. Bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetleri ile resmi düzeyde ilişkiler kuruldu ve Orta Asya’ya ziyaretler başladı.
Benim de Orta Asya coğrafyasına ilk ziyaretim 1995 yılında Özbekistan’a olmuştu. Uludağ Üniversitesi öğretim üyeleri, iş adamları, gazeteciler ve birkaç parlamenterden oluşan bir grup ile birlikte Özbekistan gezisi gerçekleştirdik. Yaklaşık on gün kadar süren bu gezide, Özbekistan’ın başkenti Taşkent, Semerkant ve Buhara’yı gezmiş, başta Emir Timur ve torunu Uluğ Bey’in Türbeleri ile meşhur Uluğ Bey Rasathanesini ziyaret etmiştik. Her ne kadar ziyaret ettiğimiz cami ve medreseler farklı kubbeleri, kısa ve köşeli minareleri ile Anadolu coğrafyasında bulunan cami ve medreselerden mimari olarak farklılıklar gösterse de ülkede büyük bir Türk İslam medeniyetinin yaşandığı belliydi. Türk İslam uygarlığının izlerini doksan yıla yakın hüküm sürmüş olan Sovyet Sosyalist rejimi bile yok edememişti.
Bölgeye ikinci gelişim 2004 yılında Bursa Türk Ocakları Derneği mensuplarının organizasyonu ile gerçekleşti. Gezi heyetin içerisinde zamanın Bursa Türk Ocağı başkanı Zeki Saral, Turgay Tüfekçioğlu, Mete Tetik, Fuat Bursalı ocak mensupları ile birlikte Kazım Mirşan gibi çok değerli bir Ön Türk Tarihi araştırmacısı, Servet Somuncuoğlu gibi bir fotoğraf sanatçısı ve Yeniçağ gazetesinden Aslan Bulut gibi önemli şahsiyetler vardı. Önce Kazakistan’ın Alma Ata şehrini ziyaret ettik, ardından Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e geçtik. Yaklaşık iki hafta süren gezimizde Alma Ata ve Bişkek civarındaki Damgalı Say ve Damgalı taşlar bölgelerini gezdik. Atalarımızın taşlar üzerine çizdiği değişik hayvan ve yazı figürlerini inceledik. Bazı üniversiteleri ziyaret ettik ve Sayın Kazım Mirşan Ön Türk tarihiyle ilgili Kazak ve Kırgız bilim adamlarına çalışmalarını sundu.
Kaderin cilvesine bakın ki bölgeye üçüncü gelişim bir görev icabı oldu. Ziyaret için can attığımız bölgeye 2010 yılı eylül ayında ders vermek üzere geldim. Yaklaşık altı yıl boyunca Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te, Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi Veteriner Fakültesinde öğretim üyesi olarak çalışım.
Gençlik yıllarımızda “Turan, Türkistan” konuları açıldığında bazı muhalif büyüklerimiz bize “Kardeşim bunlar hep hikâye, Nihal Atsız, Ziya Gökalp gibi hayalperestlerin uydurmaları” derlerdi. Biz de onlara kızar, onları Türklüğe ihanetle suçlardık. Ama bir taraftan da kafamızda bir soru işareti oluşurdu.
Bu kaygım ta ki bölgeye gelişime, özellikle Manas Üniversitesinde göreve başladığım ana kadar devam etti. İlk iki ziyaretimde de bölgeyle kültürel bir bağımızın olduğunu ve ortak bir geçmişe sahip olduğumuzu hissetmiştim ama ziyaretlerin kısa oluşları nedeniyle hadiseleri kafamda netleştirememiştim. Kırgızistan’da yaşamaya başlamakla birlikte gördüm ki başta sayılar olmak üzere dillerimiz arasında pek çok ortak kelime var, gelenek göreneklerimiz arasında pek çok benzerlikler var. İlk dinlediğimizde anlamadığımız muhataplarımızı, ikinci üçüncü dinlemenizde anlamaya başlıyorduk. Zaman içinde fark ettim ki konuştuğu kelimelerin kökeni Anadolu’da özellikle kırsal kesimde konuşulan kelimeler ile aynı. Sadece bazı telaffuz değişiklikleri var. Bir de ALFABE farklılığı var. Diller arasında en büyük fark, iki toplumda da okumuşları arasında oluşmuş, kırsaldakilerin konuşmaları daha çok birbirine benzeşiyor.
Kırgızistan’la Türkiye arası mesafe yaklaşık 5000 km. Anadolu Türk’ünün de 1402 Ankara Savaşından beri yaklaşık 600 yıldır ne resmi ne de özel teması var. Bütün bunlara rağmen diller arası bu kadar benzerlik tesadüf olamazdı. Bu da gösteriyor ki Anadolu Türk`ü ile Orta Asya’da yaşayan Kırgız, Özbek, Kazak ve Türkmenler arasında soy birliği var.
Bunun da ötesinde ziyaret ettiğim her üç ülkede çok önemli bir ortak bağ da var. Bu da her üç devletin halklarının kahir ekseriyetinin Müslüman oluşu idi. Her ne kadar 90 yıllık bir komünist sistem, bölge halkını İslami anlayıştan, özellikle ibadetlerden uzaklaştırmışsa da, bayram namazlarına katılmak, yemeklerden sonra bizdeki “Allah bereket versin” benzeri ellerin yüzlerine götürmek gibi İslami gelenekleri yaygın olarak sürdürmekte idiler. Bu bağ da Anadolu Türk’ü ile Orta Asya coğrafyası arasında önemli bir köprünün varlığını ortaya koymaktaydı.
Sovyet sisteminin dağılmasından ve Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmasından sonra oluşan özgürlük ortamından yararlanmak isteyen Sudi Arabistan ve İran gibi bazı Müslüman ülkeler ile Hristiyan batı ülkeleri kendi dini anlayışlarını yerleştirmek kendi lehlerine köprüleri geliştirmek adına yoğun şekilde faaliyetler içine girmişlerdir. Bu konuda da oldukça önemli mesafeler kat etmişlerdir.
Devletimiz Suudilerin, İranlıların ve Batılıların bu altıncı kol faaliyetlerine karşı, başlangıçta Diyanet işleri Başkanlığı aracılığıyla bir takım tedbirler ortaya koymaya çalışsa da bunlarla mücadele daha çok nereye hizmet ettikleri pek belli olmayan cemaatlere bırakılmış gibiydi. Gelişen zaman içerisinde devletimiz önce Kazakistan’da Ahmet Yesevi, Kırgızistan’da Manas Üniversiteleri ile Eğitim ve kültür köprülerini, daha sonraları Türk Devletleri Teşkilatını kurarak siyasi birliği kurmada büyük mesafe kazanmıştır. Son zamanlarda Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan gibi devletler Latince harflerine geçerek dil birliği konusunda önemli adımlar atmışlardır. Şimdi sırada Zengezur Koridorunun inşası vardır. Bu da Türkiye ile Türkistan arasında İpek Yolunun tekrar kurulması, ekonomik olarak Türk devletler topluluğunun zenginleşmesi demektir.
Bütün bunlar gösteriyor ki Türkiye’nin liderliğinde adım adım Turan’a yürüyoruz.