İslam’ın ilk emri “Oku” ayetinde, genel kabul gören anlamı bir kenara bırakın...
Yazının Giriş Tarihi: 01.07.2023 19:25
Yazının Güncellenme Tarihi: 01.07.2023 19:25
İlk vahyin “oku” emriyle başlaması ve bu emrin iki defa tekrar edilmesi, okumanın ve bilmenin dinde ve insan hayatında ne kadar önemli olduğunu gösterdiği şeklinde yorumlanır.
Hatta hayatında ders kitaplarından başka kitap okumamış dinle bir ilgisi olmayan bazı zevat dahi okul sıralarından eğitimini alarak iş ve meslek makam sahibi oldukları zaman sık sık eleştirilerini ve karşıtlıklarını bu vahyin sözlerine dayandırırlar.
Diğer bir yanlış bilgi de Hz. Peygamberin okuma yazma bilmediği, o gece Hira’da Cebrail vasıtası ile bir mucize kabilinden Allah tarafından öğretildiğidir.
Birçok ilahiyatçı; bu ayetlerin Hz. Peygamber’e inen ilk vahiy olduğunu ona ve onun şahsında bütün Müslümanlara okumayı emrettiğini, onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip yetkinleşmeye teşvik ettiğini söylemekte vakayı ve ayeti bu şekilde açıklamaktadırlar.
Peki doğrusu sadece bu kadar mıdır? Bizce değildir, biz bu dar yorum ve izahlara katılmıyoruz.
O gece kendisine peygamberlik, elçilik görevi verildiği bu görevi gereği de vahyi; insanlara, topluma okuması anlatması, tebliğ etmesi, uyarması anlamında “Oku” hitabı ile başlamıştır. Yoksa bir yazıyı bir belgeyi okuması anlamında değil, zaten elinde okuması gereken bir kâğıt, tablet veya yazı olmadığı gibi henüz inmiş bir ayet de yoktur.
Burada kastedilen; bir annenin çocuğuna kitap okuması, bir öğrencinin sınıfına kitap okuması, bir şair veya yazarın topluluğa şiir, bir nazım eseri okuması gibi ikinci kişilere yapılan okuma, hitap kastedilmektedir.
Bazı tarihçilerin Hz. Peygamberin o dönemde okuma yazma bilmediği, ümmi olduğu görüşlerine katılmıyoruz.
Bilindiği gibi Hz. Peygamber, Hz. Hatice ile evlendiği 25 yaşından 40 yaşına kadar ailesinin geçimini kendi malları ve Hz. Hatice’nin mallarını yöneterek temin etmiştir. Bu çerçevede Mekke ve civarındaki pazarlara giderek alışveriş yaptığı bilinmektedir. Böylece onun ticari faaliyetleri, peygamberlik dönemine kadar devam etmiştir. Evlendikten sonra yaptığı ticari yolculukların üçü Yemen, Necid ve Necran’adır.
O dönemde ticari ortaklıklar da Mekke’de yaygındı. Hz. Peygamber’in de Said b. Ebi Saib isimli bir şahısla ortaklık yaptığı da rivayet edilir.
Hal böyle iken Hz. Muhammed’in, okuma yazma bilmemesini, hesap yapmamasını düşünmek akla mantığa aykırıdır. Ümmi kelimesini okuma yazma bilmeyen kişi olarak değil, o dönemde kitap ehli olmayanlar için kullanıldığını düşünmek bu şekilde anlamak daha doğrudur.
Bu görüşümüzden; okumanın ilim öğrenmenin faydasız olduğunu düşündüğümüz anlamı çıkarılmasın, amacımız vahyin doğru anlaşılması gerektiğini söylemek içindir.
Şuara suresine Hz. Musa kısasında zikredildiği gibi “Ve hani, Rabbin Musa’ya seslenmişti: “Zalimler topluluğuna git, Firavun halkına! Hâlâ korunup sakınmıyorlar mı?” “Rabbim!” dedi; “Ben onların beni yalanlamalarından korkuyorum. Göğsüm daralıyor, dilim tam açılmıyor, Harun’a da elçilik görevi ver.” diye Rabbin ’den istekte bulundu.
İşte bu emri aldığında Hz. Musa’nın yaşadığı endişe ve korkunun benzeri o gecenin korku ve heyecanı içerisindeki Hz. Peygamber’de de vardı. Bu sebeple, yani halkı karşıma alıp onlara bir şairin, edibin şiir okuması gibi okumayı, hitap ile anlatmayı ve ayetleri tebliğ etmeyi kastederek, aynı Hz. Musa’daki gibi endişe ve korku içerisinde “Ben okuma bilmem” diye cevap verdi.
Bunu üzerine kendisine “Yaratan rabbinin adıyla oku!” buyurularak Hz. Peygamber’in tebliğ faaliyetine başlama cesareti verilmiş. Rabbinin desteği onunla olduğu cesareti ile görevlendirilmiştir.
Kur’an; insan ve meydana getirdiği toplumsal kurumlara Dünya hayatı ile ilgili hemen hemen her alanda dolu öğütler vermektedir. Bu öğütleri insanlara anlatmak (okumak) İslam’ın ilk emridir. Bu emir Peygamberin şahsında bütün Müslümanlara verilmiştir.
Ama Müslümanlar ilk emri yanlış anladıklarından, yüzyıllardır Arapça okuyup durmuşlardır, sadece okumuş olmak onlar için yeterli olmuş, anlatma ve anlama gayretini ikinci plana itmişlerdir. Bunun sebeplerinin başında Araplardaki ırkçı, kavmiyetçi kültürün Emevî dönemi başta olmak üzere, baskın olması söylenebilir.
İlk andan itibaren Müslümanların üzerine düşen; Yüce kitabımız Kur’an’ı dünyada konuşulan bütün dillere çevirisini ve tefsirini yapmak olmalıydı. Olmadığı için de ayetleri yalanlayan inkarcılar yanında, onlardan daha kötüsü okuyup da anlamayan Müslümanların cenderesi arasına sıkışmış kalmış durumdayız.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
ALİ SEYDİ ÇAKIREL
İslam’ın ilk emri “Oku” ayetinde, genel kabul gören anlamı bir kenara bırakın...
İlk vahyin “oku” emriyle başlaması ve bu emrin iki defa tekrar edilmesi, okumanın ve bilmenin dinde ve insan hayatında ne kadar önemli olduğunu gösterdiği şeklinde yorumlanır.
Hatta hayatında ders kitaplarından başka kitap okumamış dinle bir ilgisi olmayan bazı zevat dahi okul sıralarından eğitimini alarak iş ve meslek makam sahibi oldukları zaman sık sık eleştirilerini ve karşıtlıklarını bu vahyin sözlerine dayandırırlar.
Diğer bir yanlış bilgi de Hz. Peygamberin okuma yazma bilmediği, o gece Hira’da Cebrail vasıtası ile bir mucize kabilinden Allah tarafından öğretildiğidir.
Birçok ilahiyatçı; bu ayetlerin Hz. Peygamber’e inen ilk vahiy olduğunu ona ve onun şahsında bütün Müslümanlara okumayı emrettiğini, onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip yetkinleşmeye teşvik ettiğini söylemekte vakayı ve ayeti bu şekilde açıklamaktadırlar.
Peki doğrusu sadece bu kadar mıdır? Bizce değildir, biz bu dar yorum ve izahlara katılmıyoruz.
O gece kendisine peygamberlik, elçilik görevi verildiği bu görevi gereği de vahyi; insanlara, topluma okuması anlatması, tebliğ etmesi, uyarması anlamında “Oku” hitabı ile başlamıştır. Yoksa bir yazıyı bir belgeyi okuması anlamında değil, zaten elinde okuması gereken bir kâğıt, tablet veya yazı olmadığı gibi henüz inmiş bir ayet de yoktur.
Burada kastedilen; bir annenin çocuğuna kitap okuması, bir öğrencinin sınıfına kitap okuması, bir şair veya yazarın topluluğa şiir, bir nazım eseri okuması gibi ikinci kişilere yapılan okuma, hitap kastedilmektedir.
Bazı tarihçilerin Hz. Peygamberin o dönemde okuma yazma bilmediği, ümmi olduğu görüşlerine katılmıyoruz.
Bilindiği gibi Hz. Peygamber, Hz. Hatice ile evlendiği 25 yaşından 40 yaşına kadar ailesinin geçimini kendi malları ve Hz. Hatice’nin mallarını yöneterek temin etmiştir. Bu çerçevede Mekke ve civarındaki pazarlara giderek alışveriş yaptığı bilinmektedir. Böylece onun ticari faaliyetleri, peygamberlik dönemine kadar devam etmiştir. Evlendikten sonra yaptığı ticari yolculukların üçü Yemen, Necid ve Necran’adır.
O dönemde ticari ortaklıklar da Mekke’de yaygındı. Hz. Peygamber’in de Said b. Ebi Saib isimli bir şahısla ortaklık yaptığı da rivayet edilir.
Hal böyle iken Hz. Muhammed’in, okuma yazma bilmemesini, hesap yapmamasını düşünmek akla mantığa aykırıdır. Ümmi kelimesini okuma yazma bilmeyen kişi olarak değil, o dönemde kitap ehli olmayanlar için kullanıldığını düşünmek bu şekilde anlamak daha doğrudur.
Bu görüşümüzden; okumanın ilim öğrenmenin faydasız olduğunu düşündüğümüz anlamı çıkarılmasın, amacımız vahyin doğru anlaşılması gerektiğini söylemek içindir.
Şuara suresine Hz. Musa kısasında zikredildiği gibi “Ve hani, Rabbin Musa’ya seslenmişti: “Zalimler topluluğuna git, Firavun halkına! Hâlâ korunup sakınmıyorlar mı?” “Rabbim!” dedi; “Ben onların beni yalanlamalarından korkuyorum. Göğsüm daralıyor, dilim tam açılmıyor, Harun’a da elçilik görevi ver.” diye Rabbin ’den istekte bulundu.
İşte bu emri aldığında Hz. Musa’nın yaşadığı endişe ve korkunun benzeri o gecenin korku ve heyecanı içerisindeki Hz. Peygamber’de de vardı. Bu sebeple, yani halkı karşıma alıp onlara bir şairin, edibin şiir okuması gibi okumayı, hitap ile anlatmayı ve ayetleri tebliğ etmeyi kastederek, aynı Hz. Musa’daki gibi endişe ve korku içerisinde “Ben okuma bilmem” diye cevap verdi.
Bunu üzerine kendisine “Yaratan rabbinin adıyla oku!” buyurularak Hz. Peygamber’in tebliğ faaliyetine başlama cesareti verilmiş. Rabbinin desteği onunla olduğu cesareti ile görevlendirilmiştir.
Kur’an; insan ve meydana getirdiği toplumsal kurumlara Dünya hayatı ile ilgili hemen hemen her alanda dolu öğütler vermektedir. Bu öğütleri insanlara anlatmak (okumak) İslam’ın ilk emridir. Bu emir Peygamberin şahsında bütün Müslümanlara verilmiştir.
Ama Müslümanlar ilk emri yanlış anladıklarından, yüzyıllardır Arapça okuyup durmuşlardır, sadece okumuş olmak onlar için yeterli olmuş, anlatma ve anlama gayretini ikinci plana itmişlerdir. Bunun sebeplerinin başında Araplardaki ırkçı, kavmiyetçi kültürün Emevî dönemi başta olmak üzere, baskın olması söylenebilir.
İlk andan itibaren Müslümanların üzerine düşen; Yüce kitabımız Kur’an’ı dünyada konuşulan bütün dillere çevirisini ve tefsirini yapmak olmalıydı. Olmadığı için de ayetleri yalanlayan inkarcılar yanında, onlardan daha kötüsü okuyup da anlamayan Müslümanların cenderesi arasına sıkışmış kalmış durumdayız.