Toplum olarak “terapi” kelimesini hâlâ çoğunlukla bir “sorun varsa gidilir” zemini üzerinde algılıyoruz. Hele söz konusu aile terapisi olunca bu yaklaşım daha da belirginleşiyor. Oysa aile dediğimiz yapı, durağan ve kusursuz bir yer değil; tam tersine, sürekli değişen, dönüşen, yeni durumlara adapte olmaya çalışan bir canlı organizmadır.
Sıklıkla şu soruyla karşılaşırız:
“Bizim ailede çok büyük bir problem yok, yine de terapiden fayda görür müyüz?”
Benzer bir biçimde, bazı aileler “biz zaten çok iyi anlaşıyoruz” diyerek terapiye ihtiyaç duymadıklarını düşünürler. Bu bakış açısı anlaşılabilir olsa da eksiktir. Çünkü aile terapisi sadece kırık döküklükleri onarmak için değil, ilişkileri güçlendirmek, iletişimi derinleştirmek, farkındalık kazandırmak ve bağları yeniden yapılandırmak için de vardır.
Hatta şunu da rahatlıkla söyleyebilirim:
Terapiden en çok fayda gören aileler, “mükemmel” değil ama gelişime açık olan ailelerdir.
Dışarıdan bakıldığında “örnek çift” olarak görünen, her ortamda uyumlu davranan, sosyal çevresinden övgü alan birçok çift vardır ki içeride duygusal bir mesafenin, sessiz bir yalnızlığın içinde yaşıyor olabilir. Her şey yolundaymış gibi görünse de; konuşmalar yüzeyselleşmiş, ortak hayaller tükenmiş, birbirine dokunmadan sürüp giden bir hayat başlamış olabilir. Bu görünmeyen çatlaklar, aslında en çok terapide dile gelir.
Anne-baba olmak kolay değil. Çocuk büyütmek başlı başına bir yolculuk. Eş olmak ise birlikte büyümeyi gerektiriyor. Bu süreçlerde zaman zaman tıkanmak, aynı dili konuşamamak, kırılmak ya da yorgun düşmek gayet insani. Terapide bazen sadece şunu konuşuruz: “İyi giden bir ilişkinin içinde neyi daha iyi yapabiliriz?”
Terapiden beklenti kriz çözümüyle sınırlıysa, o terapi çoğunlukla geç kalınmış bir müdahaleye dönüşebilir. Oysa terapi aynı zamanda önleyici bir güçtür. Çocuğun ergenliğe geçişi, ebeveynlerden birinin emekli olması, büyük annenin eve taşınması, çocukların evden ayrılması, ya da sadece birbirine yabancılaşmaya başlayan bir çiftin “birbirini yeniden duymak istemesi”… Bunların hepsi terapiye başlamak için “sorun sayılmayan ama çok kıymetli” nedenlerdir.
Çünkü bazen insan yalnızca şunu ister: İyi giden şeylerin anlamını artırmak.
Mükemmel aile diye bir şey var mıdır bilmiyorum. Ama şunu biliyorum:
Mükemmel aile, terapiye ihtiyaç duymayan değil; gerektiğinde destek almayı seçebilen ailedir.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
EMİNE ÇİZMELİ ERİKEL
Bizim Ailede Problem Yok
Toplum olarak “terapi” kelimesini hâlâ çoğunlukla bir “sorun varsa gidilir” zemini üzerinde algılıyoruz. Hele söz konusu aile terapisi olunca bu yaklaşım daha da belirginleşiyor. Oysa aile dediğimiz yapı, durağan ve kusursuz bir yer değil; tam tersine, sürekli değişen, dönüşen, yeni durumlara adapte olmaya çalışan bir canlı organizmadır.
Sıklıkla şu soruyla karşılaşırız:
“Bizim ailede çok büyük bir problem yok, yine de terapiden fayda görür müyüz?”
Benzer bir biçimde, bazı aileler “biz zaten çok iyi anlaşıyoruz” diyerek terapiye ihtiyaç duymadıklarını düşünürler. Bu bakış açısı anlaşılabilir olsa da eksiktir. Çünkü aile terapisi sadece kırık döküklükleri onarmak için değil, ilişkileri güçlendirmek, iletişimi derinleştirmek, farkındalık kazandırmak ve bağları yeniden yapılandırmak için de vardır.
Hatta şunu da rahatlıkla söyleyebilirim:
Terapiden en çok fayda gören aileler, “mükemmel” değil ama gelişime açık olan ailelerdir.
Dışarıdan bakıldığında “örnek çift” olarak görünen, her ortamda uyumlu davranan, sosyal çevresinden övgü alan birçok çift vardır ki içeride duygusal bir mesafenin, sessiz bir yalnızlığın içinde yaşıyor olabilir. Her şey yolundaymış gibi görünse de; konuşmalar yüzeyselleşmiş, ortak hayaller tükenmiş, birbirine dokunmadan sürüp giden bir hayat başlamış olabilir. Bu görünmeyen çatlaklar, aslında en çok terapide dile gelir.
Anne-baba olmak kolay değil. Çocuk büyütmek başlı başına bir yolculuk. Eş olmak ise birlikte büyümeyi gerektiriyor. Bu süreçlerde zaman zaman tıkanmak, aynı dili konuşamamak, kırılmak ya da yorgun düşmek gayet insani. Terapide bazen sadece şunu konuşuruz: “İyi giden bir ilişkinin içinde neyi daha iyi yapabiliriz?”
Terapiden beklenti kriz çözümüyle sınırlıysa, o terapi çoğunlukla geç kalınmış bir müdahaleye dönüşebilir. Oysa terapi aynı zamanda önleyici bir güçtür. Çocuğun ergenliğe geçişi, ebeveynlerden birinin emekli olması, büyük annenin eve taşınması, çocukların evden ayrılması, ya da sadece birbirine yabancılaşmaya başlayan bir çiftin “birbirini yeniden duymak istemesi”… Bunların hepsi terapiye başlamak için “sorun sayılmayan ama çok kıymetli” nedenlerdir.
Çünkü bazen insan yalnızca şunu ister: İyi giden şeylerin anlamını artırmak.
Mükemmel aile diye bir şey var mıdır bilmiyorum. Ama şunu biliyorum:
Mükemmel aile, terapiye ihtiyaç duymayan değil; gerektiğinde destek almayı seçebilen ailedir.