Türkiye’de hızlı kentleşme süreciyle birlikte plansız yapılaşma ve ruhsata aykırı inşai faaliyetler artış göstermektedir. Bu durum, yalnızca şehir estetiğini ve çevre düzenini bozmakla kalmamakta; aynı zamanda bir ceza hukuku problemi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun 184. maddesi kapsamında düzenlenen “imar kirliliğine neden olma suçu”, bu bağlamda büyük önem taşımaktadır.
İlgili maddeye göre, yapı ruhsatı alınmaksızın ya da mevcut ruhsata aykırı şekilde bina inşa eden kişiler hakkında 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir. Aynı şekilde, yapı kullanma izni bulunmayan bir binada sanayi faaliyeti yürüten kimseler için bu ceza 2 yıldan 5 yıla kadar artırılabilmektedir. Ayrıca, bu nitelikteki yapılara altyapı hizmetleri (elektrik, su, doğalgaz vb.) sağlayan kişilere de cezai sorumluluk yüklenmektedir.
Söz konusu suçun oluşması için binanın tamamlanması şart değildir; fiili inşa faaliyetine başlanmış olması yeterlidir. Bu suç, yalnızca kasten işlenebilir; failin ruhsatsız veya ruhsata aykırı hareket ettiğini bilerek ve isteyerek davranması aranır.
Uygulamada sıkça karşılaşılan örneklerden biri, mevcut yapıya sonradan ruhsatsız olarak eklenen balkon, çıkma, teras veya çatı katıdır. Görünürde küçük çaplı müdahaleler olarak değerlendirilse de, bu tür eklemeler ruhsatlı projeye aykırılık teşkil ettiğinden dolayı imar kirliliği suçu kapsamına girmektedir. Bu noktada, “sadece balkon yaptım” şeklindeki savunmalar hukuken geçerli bir gerekçe oluşturmamakta, yapının hukuka aykırı duruma sokulması cezai sorumluluğu doğurmaktadır.
Ancak, ilgili yapı daha sonra yürürlükteki imar planına uygun hale getirilirse, yasa gereği kamu davası açılmayacağı gibi, açılmış davalar da düşmekte ve mahkûmiyet hükümleri ortadan kalkmaktadır. Bunun için yetkili idareden gerekli onayların alınmış olması ve fiili durumun hukuki duruma uygun hale gelmiş bulunması gerekir.
Sonuç olarak, imar hukukuna aykırı her türlü yapılaşma eyleminin yalnızca idari yaptırımlarla değil, ceza hukuku kapsamında da değerlendirilebileceği unutulmamalıdır. Yapı sahiplerinin ya da inşa faaliyetinde bulunan kişilerin “küçük bir müdahale” olarak gördükleri işlemler, ciddi hukuki sonuçlar doğurabilmektedir. Bu nedenle, her türlü inşa faaliyetinden önce ilgili belediye ve idarelerden gerekli izinlerin alınması büyük önem arz etmektedir. Hukuki güvenlik ve şehir düzeninin korunması ancak bu şekilde sağlanabilir.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
EMİRCAN GÜNEŞ
KAÇAK BİNA YAPMA SUÇU
Türkiye’de hızlı kentleşme süreciyle birlikte plansız yapılaşma ve ruhsata aykırı inşai faaliyetler artış göstermektedir. Bu durum, yalnızca şehir estetiğini ve çevre düzenini bozmakla kalmamakta; aynı zamanda bir ceza hukuku problemi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun 184. maddesi kapsamında düzenlenen “imar kirliliğine neden olma suçu”, bu bağlamda büyük önem taşımaktadır.
İlgili maddeye göre, yapı ruhsatı alınmaksızın ya da mevcut ruhsata aykırı şekilde bina inşa eden kişiler hakkında 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir. Aynı şekilde, yapı kullanma izni bulunmayan bir binada sanayi faaliyeti yürüten kimseler için bu ceza 2 yıldan 5 yıla kadar artırılabilmektedir. Ayrıca, bu nitelikteki yapılara altyapı hizmetleri (elektrik, su, doğalgaz vb.) sağlayan kişilere de cezai sorumluluk yüklenmektedir.
Söz konusu suçun oluşması için binanın tamamlanması şart değildir; fiili inşa faaliyetine başlanmış olması yeterlidir. Bu suç, yalnızca kasten işlenebilir; failin ruhsatsız veya ruhsata aykırı hareket ettiğini bilerek ve isteyerek davranması aranır.
Uygulamada sıkça karşılaşılan örneklerden biri, mevcut yapıya sonradan ruhsatsız olarak eklenen balkon, çıkma, teras veya çatı katıdır. Görünürde küçük çaplı müdahaleler olarak değerlendirilse de, bu tür eklemeler ruhsatlı projeye aykırılık teşkil ettiğinden dolayı imar kirliliği suçu kapsamına girmektedir. Bu noktada, “sadece balkon yaptım” şeklindeki savunmalar hukuken geçerli bir gerekçe oluşturmamakta, yapının hukuka aykırı duruma sokulması cezai sorumluluğu doğurmaktadır.
Ancak, ilgili yapı daha sonra yürürlükteki imar planına uygun hale getirilirse, yasa gereği kamu davası açılmayacağı gibi, açılmış davalar da düşmekte ve mahkûmiyet hükümleri ortadan kalkmaktadır. Bunun için yetkili idareden gerekli onayların alınmış olması ve fiili durumun hukuki duruma uygun hale gelmiş bulunması gerekir.
Sonuç olarak, imar hukukuna aykırı her türlü yapılaşma eyleminin yalnızca idari yaptırımlarla değil, ceza hukuku kapsamında da değerlendirilebileceği unutulmamalıdır. Yapı sahiplerinin ya da inşa faaliyetinde bulunan kişilerin “küçük bir müdahale” olarak gördükleri işlemler, ciddi hukuki sonuçlar doğurabilmektedir. Bu nedenle, her türlü inşa faaliyetinden önce ilgili belediye ve idarelerden gerekli izinlerin alınması büyük önem arz etmektedir. Hukuki güvenlik ve şehir düzeninin korunması ancak bu şekilde sağlanabilir.