Cumartesi akşamı hava karardıktan bir süre sonra, bazı araçların korna sesleri ile odamın camına yapıştım. Araçların her biri klakson çalarak nereye gidiyordu diye merak ederek, batıya doğru odaklandım. Kısa süre sonra gözlerim beni tam karşımdaki apartmanın üzerinden her zaman baktığım Katırlı dağlarına götürdü. Kıpkızıl bir ışık giderek büyüdü ve günlerdir ekranda izleyip, gazetelerde yangın haberlerini okuyan biri olarak gerçekten şaşırdım. Sanki oturduğumuz kentte bunların olabileceğini hiç düşünmemişim gibi... Dakikalarca o kızıl ışıktan gözümü alamadım. Daha sonra telefonlar, TV programlarının bazısı kendi konusu dışına çıkarak Bursa’dan yangın haberi vermeye başladı. Bu durum gün dönümüne kadar sürdü. Yani üç dört saat, gözlerim kısa süreler ile ekranda, ama daha çok karşımda o kıpkırmızı çizgi gibi duran canavardaydı. Acaba neresi yanıyordu? Ölen, yaralanan var mıydı? Hangi köyün ormanı veya merasında çıkmıştı yangın ?Bu gibi sorular ile zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım. Ama gözlerimi hiç ayırmadım o kırmızı ışıklı yerden. Bazen kayboluyor gibi oluyordu, bir süre sonra yine karşıma çıkıyordu. Bu durum hiçbir şeye benzemiyordu. Bu kırmızı tehlikenin yanı başında sayılacak bir yerde, en azgın hali ile ortaya çıkınca, insan bir başka oluyor. Korku giderek pekişiyor. Belki de bu sayede, yangınları söndürmeye çalışanlar ve de o yörede her şeyini yitiren yurdum insanının ruh halini daha bir anlıyorsunuz. Ama, bunların hiç biri yanı başınızdaki o kızıl görüntüden daha korkunç değil. Bir süre sonra yangının kontrol altına alındığı haberi geldi TV ekranından…Felaketler sizden uzakta ise, o yörenin halkı için üzülürsünüz. Alınamayan/ alınmayan önlemler için öfkelenirsiniz. Ama yanı başınızda olduğunu bildiğiniz, her daim görme şansınız olan ve de bildiğiniz yerler olunca, ruh hali de değişiyor. Bu kez böylesi haberlerde kullanılan,”Yetersiz önlemler” ve de en önemlisi “Gece uçuşu yapamayan helikopter ve yangın uçakları” konusunda daha bir öfkeli ve korkulu oluyorsunuz. Önceki gece yaşadığımızı bu bir kaç saatlik görüntü ile oluşan kaygı, yanı başımızdaki felaketten kaynaklıydı, bu doğru. Ama, On yıllarda bir görülecek aşırı sıcak önceden biliniyordu. Bu neden ile, her yıldan farklı olarak, gece görüşlü uçak ve helikopterler için yapılacak harcamalar artırılamaz mıydı? Yangınları henüz çıkış anında gözlemleyerek haber verecek ekipler, daha fazla personel temini ile bir iki ay için oluşturulamaz mıydı? Bu düşünceleri böylesi net biçimde hiç seslendirememiştim. Ama bu kez söylemeden geçmek olmaz. Sadece yangın tehlikesini yanı başımızda hissettiğimiz için değil. Asıl önemli olan Bursa gibi, yoğun nüfusa sahip, ülkenin dördüncü büyük şehri oluşu ile , böyle bir felaketin büyümesi sonucu, sanayisi ile kaybı çok fazla olabilecek bir bölgeye, daha farklı bir göz ile bakmak gerekmez miydi? Yine de yerel güçler, şehrin sakinlerinin tüm olanakları ile Devlet yanında oluşu , daha fazla büyüyecek ve ülke ekonomisini sarsacak bir felaketi önledi. Hem de geleneksel biçimde insan gücü ve de yöre halkının motorlu araçları ile temin ettiği su desteği ile…
Benim duygularım böyle. Ülke yöneticilerinin Bursa olası yangınına daha farklı pencereden bakarak, bundan sonrası için ne düşünürler, ne yaparlar bilemem.
Çünkü bu konuda ülke yönetiminden dört dörtlük bir çaba ve önlem beklemek zor. Bunu söylerken gelişmelere ve İktidar’ın ekonomik sıkıntılarına dayanıyorum doğal olarak… Diğer meslektaşlarım gibi ben de, yakın geçmişte ve en azından iki üç gün önce yaşadıklarımızı üst üste koyduğumuzda rapor kötü çıkıyor. Önce, 12 askerimiz, bir mağarada komutanlarının naşını ararken “zehirlenme” diye açıklanan biçimde “şehit” olmadı mı ? Henüz birkaç gün önce toprağa verilen üç orman işçisi ile üç AKUT gönüllüsünün cenazelerini kaldırmadı mı bu ülke? Tek bir suçlu, tek bir eksikten söz eden yetkili/ yetkililer oldu mu ? Olmadı. Bir de bu acılara, İskenderun’daki bir olay tuz biber ekmiş. Aşırı ve yoğun sıcak havada,yemin töreni için hazırlanan askerlere prova yaptırılmış. Yedi asker yüksek ateş şikayeti ile hastaneye kaldırılmış. Aşırı sıvı kaybı nedeni ile çoklu organ yetmezliği sonucu iki asker şehit olmuş. Emekli bir subay bu konuyu yorumlayarak, “İskenderun Deniz Hastanesi vardı. Askeri sağlık sistemi ayakta kalsaydı askerlerimiz yaşayabilirdi.” gibi iddialı bir cümle kurmuş. Evet, sahi o hastanelere ne oldu? 15 Temmuz sonrası, bir takım subay görünümlü hainin sebebine, ülkemiz böyle sağlık kuruluşlarından ve de askeri alanlardan mahrum kalmadı mı? Bu durum sürüp gidecek mi? Nereden nereye geldik. Doğa kanunu denecek sıcak ve yangın her yeri yakıp geçerken,yeterli önlemi almayan/alamayan yönetim sistemi ve yöneticilerine ne denebilir ? Allah onları başımızdan eksik etmesin” diyebilirim en fazla…
Bu kadar sıkıcı gelişmelerin ardından izahı olmayan bir şeyin mizahı ile biraz kendimize gelelim istedim. Bir münafık gazetedeki karikatür şunu anlatıyor.
Çizim aynen şöyle; Çok dallı bir ağaç ve karşısında bir baba-oğul var. Çocuk soruyor; “Baba bir zeytin ağacı, kaç yüz yıl yaşar?”
Cevap; “AKP MHP koalisyonu olan yerde mi, olmayan bir yerde mi ?”
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İSMAİL KEMANKAŞ
Ateş karşında olduğunda !
Cumartesi akşamı hava karardıktan bir süre sonra, bazı araçların korna sesleri ile odamın camına yapıştım. Araçların her biri klakson çalarak nereye gidiyordu diye merak ederek, batıya doğru odaklandım. Kısa süre sonra gözlerim beni tam karşımdaki apartmanın üzerinden her zaman baktığım Katırlı dağlarına götürdü. Kıpkızıl bir ışık giderek büyüdü ve günlerdir ekranda izleyip, gazetelerde yangın haberlerini okuyan biri olarak gerçekten şaşırdım. Sanki oturduğumuz kentte bunların olabileceğini hiç düşünmemişim gibi... Dakikalarca o kızıl ışıktan gözümü alamadım. Daha sonra telefonlar, TV programlarının bazısı kendi konusu dışına çıkarak Bursa’dan yangın haberi vermeye başladı. Bu durum gün dönümüne kadar sürdü. Yani üç dört saat, gözlerim kısa süreler ile ekranda, ama daha çok karşımda o kıpkırmızı çizgi gibi duran canavardaydı. Acaba neresi yanıyordu? Ölen, yaralanan var mıydı? Hangi köyün ormanı veya merasında çıkmıştı yangın ?Bu gibi sorular ile zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım. Ama gözlerimi hiç ayırmadım o kırmızı ışıklı yerden. Bazen kayboluyor gibi oluyordu, bir süre sonra yine karşıma çıkıyordu. Bu durum hiçbir şeye benzemiyordu. Bu kırmızı tehlikenin yanı başında sayılacak bir yerde, en azgın hali ile ortaya çıkınca, insan bir başka oluyor. Korku giderek pekişiyor. Belki de bu sayede, yangınları söndürmeye çalışanlar ve de o yörede her şeyini yitiren yurdum insanının ruh halini daha bir anlıyorsunuz. Ama, bunların hiç biri yanı başınızdaki o kızıl görüntüden daha korkunç değil. Bir süre sonra yangının kontrol altına alındığı haberi geldi TV ekranından…Felaketler sizden uzakta ise, o yörenin halkı için üzülürsünüz. Alınamayan/ alınmayan önlemler için öfkelenirsiniz. Ama yanı başınızda olduğunu bildiğiniz, her daim görme şansınız olan ve de bildiğiniz yerler olunca, ruh hali de değişiyor. Bu kez böylesi haberlerde kullanılan,”Yetersiz önlemler” ve de en önemlisi “Gece uçuşu yapamayan helikopter ve yangın uçakları” konusunda daha bir öfkeli ve korkulu oluyorsunuz. Önceki gece yaşadığımızı bu bir kaç saatlik görüntü ile oluşan kaygı, yanı başımızdaki felaketten kaynaklıydı, bu doğru. Ama, On yıllarda bir görülecek aşırı sıcak önceden biliniyordu. Bu neden ile, her yıldan farklı olarak, gece görüşlü uçak ve helikopterler için yapılacak harcamalar artırılamaz mıydı? Yangınları henüz çıkış anında gözlemleyerek haber verecek ekipler, daha fazla personel temini ile bir iki ay için oluşturulamaz mıydı? Bu düşünceleri böylesi net biçimde hiç seslendirememiştim. Ama bu kez söylemeden geçmek olmaz. Sadece yangın tehlikesini yanı başımızda hissettiğimiz için değil. Asıl önemli olan Bursa gibi, yoğun nüfusa sahip, ülkenin dördüncü büyük şehri oluşu ile , böyle bir felaketin büyümesi sonucu, sanayisi ile kaybı çok fazla olabilecek bir bölgeye, daha farklı bir göz ile bakmak gerekmez miydi? Yine de yerel güçler, şehrin sakinlerinin tüm olanakları ile Devlet yanında oluşu , daha fazla büyüyecek ve ülke ekonomisini sarsacak bir felaketi önledi. Hem de geleneksel biçimde insan gücü ve de yöre halkının motorlu araçları ile temin ettiği su desteği ile…
Benim duygularım böyle. Ülke yöneticilerinin Bursa olası yangınına daha farklı pencereden bakarak, bundan sonrası için ne düşünürler, ne yaparlar bilemem.
Çünkü bu konuda ülke yönetiminden dört dörtlük bir çaba ve önlem beklemek zor. Bunu söylerken gelişmelere ve İktidar’ın ekonomik sıkıntılarına dayanıyorum doğal olarak… Diğer meslektaşlarım gibi ben de, yakın geçmişte ve en azından iki üç gün önce yaşadıklarımızı üst üste koyduğumuzda rapor kötü çıkıyor. Önce, 12 askerimiz, bir mağarada komutanlarının naşını ararken “zehirlenme” diye açıklanan biçimde “şehit” olmadı mı ? Henüz birkaç gün önce toprağa verilen üç orman işçisi ile üç AKUT gönüllüsünün cenazelerini kaldırmadı mı bu ülke? Tek bir suçlu, tek bir eksikten söz eden yetkili/ yetkililer oldu mu ? Olmadı. Bir de bu acılara, İskenderun’daki bir olay tuz biber ekmiş. Aşırı ve yoğun sıcak havada,yemin töreni için hazırlanan askerlere prova yaptırılmış. Yedi asker yüksek ateş şikayeti ile hastaneye kaldırılmış. Aşırı sıvı kaybı nedeni ile çoklu organ yetmezliği sonucu iki asker şehit olmuş. Emekli bir subay bu konuyu yorumlayarak, “İskenderun Deniz Hastanesi vardı. Askeri sağlık sistemi ayakta kalsaydı askerlerimiz yaşayabilirdi.” gibi iddialı bir cümle kurmuş. Evet, sahi o hastanelere ne oldu? 15 Temmuz sonrası, bir takım subay görünümlü hainin sebebine, ülkemiz böyle sağlık kuruluşlarından ve de askeri alanlardan mahrum kalmadı mı? Bu durum sürüp gidecek mi? Nereden nereye geldik. Doğa kanunu denecek sıcak ve yangın her yeri yakıp geçerken,yeterli önlemi almayan/alamayan yönetim sistemi ve yöneticilerine ne denebilir ? Allah onları başımızdan eksik etmesin” diyebilirim en fazla…
Bu kadar sıkıcı gelişmelerin ardından izahı olmayan bir şeyin mizahı ile biraz kendimize gelelim istedim. Bir münafık gazetedeki karikatür şunu anlatıyor.
Çizim aynen şöyle; Çok dallı bir ağaç ve karşısında bir baba-oğul var. Çocuk soruyor; “Baba bir zeytin ağacı, kaç yüz yıl yaşar?”
Cevap; “AKP MHP koalisyonu olan yerde mi, olmayan bir yerde mi ?”