Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana, her alanda ve çok sayıda önemli olaylar ile savaştı. Ama biri hariç, o da İkinci Dünya Savaşı başlarken, harbin her iki taraf ile ilişkileri denk biçimde tutarak çatışmanın içinde olmadı ve ülke bu sayede, ekonomik dar boğaza girmekten kurtuldu. Bu süreçte hiç mi çalkalanmadı bu ülke ve vatandaşı… Karne ile ekmek başta olmak üzere yiyecek maddesi alabilme savaşı verdi… Türk vatandaşı olup, Mübadele Anlaşması sonucu ülkemizde kalanların bir bölümünden alınan varlık vergisi ve yarattığı sonuçlar da çalkantılara yol açtı. Ardından gelen dönemlerde, sabit kur nedeniyle devalüasyonlar yaşadı bu ülke vatandaşı…İhtilaller, bu yönde benzer girişimler de gördü. Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gördü, yaşadı ama bu denli fakirleşmedi. Türk lirası yabancı paralar karşısında bu kadar ezilmedi. Değerini fazlaca yitirdiğinde, liradan sıfır atıldı ve ardından alınan önlemler ile yine düzlüğe çıkmasını bildi ülkemiz ve yöneticileri... Ama günümüzdeki kadar, işsiz ve açlık sınırı ve altında yaşayan milyonlarca insanın dramını görmedi. Sonunda bu sıkıntıların fotoğrafı günümüzde kâğıt beş liranın üzerinden hepimizin gösterimine sunuldu! Yanılıyorsam bir uyaran olur diye düşünerek, daha önce bir kâğıt paranın metale dönüştüğünü ya görmedim, ya da çok gerilerde kaldığı için unutmuş olabilirim. Şimdi biraz geriye altmışlı yıllara geri dönelim… İlkokula başladığım yıllar ve az öncesinde, “yüz para” vardı ve ortası delikti. Yani yüz para bir kuruş demekti.
Sonra sarı renkli demir paralar, beyaza bürünmüş 1 liralar 25 kuruşlar sahne aldı. Altmışlı yılların başlarında hem de ekonomik sıkıntılara neden olan 27 Mayıs İhtilali sonrasında, bayramda bize verilen 25 kuruşlar ve zirvedeki bir liralar bizi çok mutlu ederdi. Çünkü alım gücü vardı bize yetecek kadar… Aradan yıllar geçti… İki binli yıllarda yaşamaya başladık. Ekonomide yol kazaları oldu ama, elimizdeki kağıt paranın iyice değersizleştiğine pek de tanık olmadık. Bir takım önlemler ile örneğin sıfırların atılması ile bu dönem aşılıverdi…Son üç dört yılda, bizi bekleyen sıkıntılar ve cebimizdeki dostumuz kağıt paraları da etkiledi. Çünkü o sırada para piyasasını organize eden Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, sanırım üç yılda altı başkan değiştirdi… Bu arada bu çok önemli kurumumuzun bazı birimleri Ankara’dan İstanbul’a nakledildi. Nakiller ve hızlı değişimler, ekonominin can damarı bu kurumu, sadece ona verilen adındaki Cumhuriyet sıfatına bakılmadan hırpaladı durdu. Bazı ibret sahneleri TV ekranlarında önümüzden geçit resmi yaparak süzüldü gitti. Kâğıt paralarımız, MB kasasına girip çıkarken, serbest borsa İstanbul Tahtakale’de küçük konteynerler ile taşınır oldu. Yani dolar karşısında değerini yitiren kağıt liralarımız, artık ceplere sığamadı ve bavulla, küçük araçlar ile gideceği yere ulaştı. Bu arada, metal, 25 ve 50 kuruşlar ile 1 liralar da yavaşça kenara çekilip yok oldu. Sıra kağıtlara gelmişti. Kimse cebine beş ve on liraları koymaz oldu. Yirmiliklerin biraz hatırı vardı ama o kadar. On lira yerine yüzlük banknot iş görüyordu çünkü... Bankamatikten en düşük miktar olarak 2 yüz lira çekiliyordu. Sanki film platosundaydık. Önce platodan kulaktan kulağa yayılan “beş liralar metal olarak çıkacakmış” haberleri dolaşıma girdi. Halimize bakmadan, merakla bekler olduk ve sonunda muradımıza erdik! Karşımızda anlı şanlı, değerinden çok, anıları para eden beş liralar, demir bir zırha bürünmüş biçimde sahnedeki yerini aldı. Her şeye, mesela MB başkanlarının sadece aylarla ölçülen sürelerde görev yapmasına kayıtsız kalan yöneticilerimiz ve milletimiz, de dini kurallara göre faizin haram olduğuna saygı ile bakarak, değer kaybını da tasa etmedi. Benim gibi metal beşliğin ne zaman evimize teşrif edeceğini sadece merak etti. Sonunda muradımıza erdik! Üzerinde Ulu Önder Atatürk’ün pek de benzetemediğim fotoğrafı ile, artık cennete uğurladığımız kâğıt beş lirayı, yan yana koyarak şöyle bir baktım. Başlangıçta metal para üzerindeki kalpaklı ve henüz Atatürk soy adını almamış Mustafa Kemal’in, kâğıt beş liradaki diğer pozunu imrenerek süzdüğünü gördüm! Bu benzemeyişe bile sevindim. Para bu kadar değersizleşmişken, beş liranın hükmü bitmişken, yerine basılan yenisinde de böyle bir Mustafa Kemal fotoğrafı hiç olmamalıydı diye düşündüm. Bilmiyorum, ne amaç güdüldü, ne yapılmak istendi ama, paranın geldiği bu acınılası durum yanında, “Ata’ya saygı” konusunda da bir eksikliğin kokusunu aldım sanki. Her ikisine uzun süre bakarak, yaşamımda nereden nereye ve hangi koşullarda gelebildiğimi gözden geçirdim ve bir sonuca vardım. Acaba değer yitiren sadece kâğıt beş lira mıydı ? Değilse, ülke olarak, yönetim kademeleri ile birlikte önemli bir değer kaybına mı uğradık? Düşündüm, taşındım ama bir türlü sonuç alamadım. En iyisi kâğıt beş liramın yanına metali de koyarak anıların arasında yer açayım dedim. Belki gelecekte, bu değersizliği anlatarak geçmiş günleri anmış olurum !
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İSMAİL KEMANKAŞ
Beşli liranın hazin öyküsü
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana, her alanda ve çok sayıda önemli olaylar ile savaştı. Ama biri hariç, o da İkinci Dünya Savaşı başlarken, harbin her iki taraf ile ilişkileri denk biçimde tutarak çatışmanın içinde olmadı ve ülke bu sayede, ekonomik dar boğaza girmekten kurtuldu. Bu süreçte hiç mi çalkalanmadı bu ülke ve vatandaşı… Karne ile ekmek başta olmak üzere yiyecek maddesi alabilme savaşı verdi… Türk vatandaşı olup, Mübadele Anlaşması sonucu ülkemizde kalanların bir bölümünden alınan varlık vergisi ve yarattığı sonuçlar da çalkantılara yol açtı. Ardından gelen dönemlerde, sabit kur nedeniyle devalüasyonlar yaşadı bu ülke vatandaşı…İhtilaller, bu yönde benzer girişimler de gördü. Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gördü, yaşadı ama bu denli fakirleşmedi. Türk lirası yabancı paralar karşısında bu kadar ezilmedi. Değerini fazlaca yitirdiğinde, liradan sıfır atıldı ve ardından alınan önlemler ile yine düzlüğe çıkmasını bildi ülkemiz ve yöneticileri... Ama günümüzdeki kadar, işsiz ve açlık sınırı ve altında yaşayan milyonlarca insanın dramını görmedi. Sonunda bu sıkıntıların fotoğrafı günümüzde kâğıt beş liranın üzerinden hepimizin gösterimine sunuldu! Yanılıyorsam bir uyaran olur diye düşünerek, daha önce bir kâğıt paranın metale dönüştüğünü ya görmedim, ya da çok gerilerde kaldığı için unutmuş olabilirim. Şimdi biraz geriye altmışlı yıllara geri dönelim… İlkokula başladığım yıllar ve az öncesinde, “yüz para” vardı ve ortası delikti. Yani yüz para bir kuruş demekti.
Sonra sarı renkli demir paralar, beyaza bürünmüş 1 liralar 25 kuruşlar sahne aldı. Altmışlı yılların başlarında hem de ekonomik sıkıntılara neden olan 27 Mayıs İhtilali sonrasında, bayramda bize verilen 25 kuruşlar ve zirvedeki bir liralar bizi çok mutlu ederdi. Çünkü alım gücü vardı bize yetecek kadar… Aradan yıllar geçti… İki binli yıllarda yaşamaya başladık. Ekonomide yol kazaları oldu ama, elimizdeki kağıt paranın iyice değersizleştiğine pek de tanık olmadık. Bir takım önlemler ile örneğin sıfırların atılması ile bu dönem aşılıverdi…Son üç dört yılda, bizi bekleyen sıkıntılar ve cebimizdeki dostumuz kağıt paraları da etkiledi. Çünkü o sırada para piyasasını organize eden Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, sanırım üç yılda altı başkan değiştirdi… Bu arada bu çok önemli kurumumuzun bazı birimleri Ankara’dan İstanbul’a nakledildi. Nakiller ve hızlı değişimler, ekonominin can damarı bu kurumu, sadece ona verilen adındaki Cumhuriyet sıfatına bakılmadan hırpaladı durdu. Bazı ibret sahneleri TV ekranlarında önümüzden geçit resmi yaparak süzüldü gitti. Kâğıt paralarımız, MB kasasına girip çıkarken, serbest borsa İstanbul Tahtakale’de küçük konteynerler ile taşınır oldu. Yani dolar karşısında değerini yitiren kağıt liralarımız, artık ceplere sığamadı ve bavulla, küçük araçlar ile gideceği yere ulaştı. Bu arada, metal, 25 ve 50 kuruşlar ile 1 liralar da yavaşça kenara çekilip yok oldu. Sıra kağıtlara gelmişti. Kimse cebine beş ve on liraları koymaz oldu. Yirmiliklerin biraz hatırı vardı ama o kadar. On lira yerine yüzlük banknot iş görüyordu çünkü... Bankamatikten en düşük miktar olarak 2 yüz lira çekiliyordu. Sanki film platosundaydık. Önce platodan kulaktan kulağa yayılan “beş liralar metal olarak çıkacakmış” haberleri dolaşıma girdi. Halimize bakmadan, merakla bekler olduk ve sonunda muradımıza erdik! Karşımızda anlı şanlı, değerinden çok, anıları para eden beş liralar, demir bir zırha bürünmüş biçimde sahnedeki yerini aldı. Her şeye, mesela MB başkanlarının sadece aylarla ölçülen sürelerde görev yapmasına kayıtsız kalan yöneticilerimiz ve milletimiz, de dini kurallara göre faizin haram olduğuna saygı ile bakarak, değer kaybını da tasa etmedi. Benim gibi metal beşliğin ne zaman evimize teşrif edeceğini sadece merak etti. Sonunda muradımıza erdik! Üzerinde Ulu Önder Atatürk’ün pek de benzetemediğim fotoğrafı ile, artık cennete uğurladığımız kâğıt beş lirayı, yan yana koyarak şöyle bir baktım. Başlangıçta metal para üzerindeki kalpaklı ve henüz Atatürk soy adını almamış Mustafa Kemal’in, kâğıt beş liradaki diğer pozunu imrenerek süzdüğünü gördüm! Bu benzemeyişe bile sevindim. Para bu kadar değersizleşmişken, beş liranın hükmü bitmişken, yerine basılan yenisinde de böyle bir Mustafa Kemal fotoğrafı hiç olmamalıydı diye düşündüm. Bilmiyorum, ne amaç güdüldü, ne yapılmak istendi ama, paranın geldiği bu acınılası durum yanında, “Ata’ya saygı” konusunda da bir eksikliğin kokusunu aldım sanki. Her ikisine uzun süre bakarak, yaşamımda nereden nereye ve hangi koşullarda gelebildiğimi gözden geçirdim ve bir sonuca vardım. Acaba değer yitiren sadece kâğıt beş lira mıydı ? Değilse, ülke olarak, yönetim kademeleri ile birlikte önemli bir değer kaybına mı uğradık? Düşündüm, taşındım ama bir türlü sonuç alamadım. En iyisi kâğıt beş liramın yanına metali de koyarak anıların arasında yer açayım dedim. Belki gelecekte, bu değersizliği anlatarak geçmiş günleri anmış olurum !