Bir dini bayramı daha geride bıraktık. Ziyaret ve kutlamalar dışında, toplumsal konuların da gündeme geldiği bayram buluşmaları sırasında, doğal olarak gündem deki konular ve bayramların geçmişte nasıl yaşandığına dair anlatımlar da oldu.Buradan hareketle, geride bıraktığımız bayramın ardından, eskiye dönerek o dönemlerde yaşananların bıraktığı izlenimleri anlatmak istedim.
Bizim kuşak, orta okula gidene kadar hep çocukluk yaşadı. Aynı oyunları oynadı, aynı dondurmadan yedi ve de zengini fakiri, özellikle dini bayram günlerinde eğlenceyi Pınarbaşı diye bildiğimiz alanda gördü. Orada bir bayram gününün bir kaç saatini yaşamanın tadı bir başkaydı. Babalarımızın nezaretinde bayram yerine vardığımızda, ne yiyeceğimiz ve de hangi eğlencelerin başına gideceğimiz seçimini yapmak, çocuk aklı ile zordu. Hep ikilem yaşardık. Salıncak keyfimi, yoksa çadır içindeki gösterilere katılmak mı önceliğimizdi, bilemezdik.Ama bu zor seçimin bile bir tadı vardı. Kimsenin gözünde çok iyi bir oyuncak canlanmazdı. Tahta arabalar, iki çıtanın ucuna tutturulmuş rüzgâr gülleri ve de sair basit yapılı oyuncaklar, bizim gözümüzde, her zaman bayramlarda ulaşılacak bir seviyeyi gösterirdi. O günlerin tam olarak anlamını bilemesek bile, çok önemli olduğunu kavrardık. Bazen, bayram harçlığı için, komşumuzun kapısını çaldığımızda iki seçenek ile karşılaşırdık. Birinci ve çok görülen seçeneğe göre, bize verilen demir paralardan oluşan bayram harçlığının tadı bir başkaydı. İkinci seçenek ise, bizi içeriye davet eden komşu teyzenin eli ile yaptığı baklavanın tadı gibiydi. O da büyük keyif veridi. Biz de büyüklerimiz gibi baş köşeye oturtulur ve önce çay ikramını alır, sonra da tatlının tadına bir gurme edası ile bakar, bir şeyler söyleyerek, büyükler sınıfına adım atmış olurduk. Kısa süre sonra, diğer kapıları da çalmak için, izin ister ve koşarak mahallenin diğer ucuna giderdik. Orada bir kaç arkadaşımıza rastlayınca, kimimiz, cebimize doldurduğumuz kağıtlara sarılı şekerleri sayar , arkadaşlarımıza nazire yapardık. Bir arkadaşımız buna karşılık cebinden önce sarı beş ve on kuruşları çıkarır, sıra yirmi beş kuruş ve de pek az da olsa Atatürk resimli bir lirayı, bir zengin edası ile ağır ağır cebinden çıkarırdı. Sonra mı ? Ne yapılabilir ki ardından. Seçenekler belli. Mahalle bakkalı keyfi gelirse açtığı dükkanından bisküvi veya gazoz alır, fiyakalı biçimde içerdik. Ama bunların hepsinin tadı ayrıydı. Çünkü toplumun her kesimi tarafından el üstünde tutulduğumuz günleri yaşıyorduk. Üzerimizde, her zaman giyemediğimiz yeni kıyafetler de vardı çünkü…İlk kez bir yetişkin gibi muamele görüyorduk bu kısa zaman dilimi içinde…Hepsinden önemlisi, tatil biterek, okula döndüğümüzde, anlatacak çok şeyimizin olduğunu fark ederdik. Bir de bayram öncesinin farkı olurdu bizim için…Anne ve babalarımız, bizim yanımızda bizlere alınacaklar konusunda derin düşünmez, sadece tercihleri konuşurdu. Yoksul sayılabilecek bir mahallede otursak da, o bayram günlerinde, yenilenmemiş pabuç ve de pantolon giydiğimizi hatırlamıyorum. Demek ki, babalarımızın ve her ailede olmasa da çalışan anaların kazançları, en azından böyle günler için yeterli oluyormuş diye aklımda kalmış ! Kredi kartı henüz icat edilmediği için, her büyüğümüz sadece cebindeki parayı harcar, hesabını ona göre yapardı. Semtlerimize yakın ilk ve orta dereceli okullara giderken bile, bize refakat etme ihtiyacı hissetmezlerdi. Okullar bitince, ya sokaklarda oynar, ya da alışalım diye birinin yanına çırak verilirdik. Bundan da çok mutluyduk. Küçük de olsa bir harçlık kazanmak ve özellikle bayram günleri harcamak için kendi paramız olurdu. Cep telefonu olmadığı için, sokakta yürüyenler önüne değil karşıya bakar, bizlerden birini gördüğünde, eğer bayram günü ise, hemen cebinden bize verilecek harçlığı çıkarırdı. Para veremeyecek olanlar da, yüzümüzü okşar geçerdi. Bayramı yaşarken bir de şu sahne ile karşılaşırdık. Başka semtlerden misafir olarak gelen büyükler varsa, mahallemizdeki büyükleri gördüğünde, tanısın tanımasın mutlaka selam verirdi. Herkesin yüzünde bir gülücük olurdu böyle günlerde. Aslında o büyüklerimizin de bir derdi, tasası, sorunu vardı mutlaka. Ama böyle günlerde bunlar bir kenara bırakılır sadece kutlama babında, yüzlerde gülücükler oluşurdu. Ama bu anlattıklarım artık kullanım sürecini doldurdu! Çünkü, yetersiz kazançlar, sınıflaşan bir toplum ve de doymayan egolar,hoş görü ve tevazu kelimelerini sözlükten çıkardı.
Onun yerini, para kazanma hırsı, şiddet ve nefret aldı. Çünkü tüm bunlar yöneticiler eli ile yaratılan, şimdiki zamanın ruhunu yansıtıyordu. Çünkü o tevazu, önemli günlere ve bireylere gösterilen ilgi ve sevgi “Eski Türkiye” yapımıydı. Bunları artık göremezdiniz. Zaten neredeyse herkes, karşısındakinin yüzüne bakma alışkanlığını bile yitirdi. Çünkü elindeki pahalı oyuncağı cep telefonu, onları kimse ile göz göze gelmeyi, konuşmayı yasaklıyordu. Geçmiş kurban bayramınız kutlu, eviniz mutlu olsun. Fakirliğe kurban olmadığımız günler dileğimle…
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İSMAİL KEMANKAŞ
Eski Türkiye’de Bursa’da bir bayram günü
Bir dini bayramı daha geride bıraktık. Ziyaret ve kutlamalar dışında, toplumsal konuların da gündeme geldiği bayram buluşmaları sırasında, doğal olarak gündem deki konular ve bayramların geçmişte nasıl yaşandığına dair anlatımlar da oldu.Buradan hareketle, geride bıraktığımız bayramın ardından, eskiye dönerek o dönemlerde yaşananların bıraktığı izlenimleri anlatmak istedim.
Bizim kuşak, orta okula gidene kadar hep çocukluk yaşadı. Aynı oyunları oynadı, aynı dondurmadan yedi ve de zengini fakiri, özellikle dini bayram günlerinde eğlenceyi Pınarbaşı diye bildiğimiz alanda gördü. Orada bir bayram gününün bir kaç saatini yaşamanın tadı bir başkaydı. Babalarımızın nezaretinde bayram yerine vardığımızda, ne yiyeceğimiz ve de hangi eğlencelerin başına gideceğimiz seçimini yapmak, çocuk aklı ile zordu. Hep ikilem yaşardık. Salıncak keyfimi, yoksa çadır içindeki gösterilere katılmak mı önceliğimizdi, bilemezdik.Ama bu zor seçimin bile bir tadı vardı. Kimsenin gözünde çok iyi bir oyuncak canlanmazdı. Tahta arabalar, iki çıtanın ucuna tutturulmuş rüzgâr gülleri ve de sair basit yapılı oyuncaklar, bizim gözümüzde, her zaman bayramlarda ulaşılacak bir seviyeyi gösterirdi. O günlerin tam olarak anlamını bilemesek bile, çok önemli olduğunu kavrardık. Bazen, bayram harçlığı için, komşumuzun kapısını çaldığımızda iki seçenek ile karşılaşırdık. Birinci ve çok görülen seçeneğe göre, bize verilen demir paralardan oluşan bayram harçlığının tadı bir başkaydı. İkinci seçenek ise, bizi içeriye davet eden komşu teyzenin eli ile yaptığı baklavanın tadı gibiydi. O da büyük keyif veridi. Biz de büyüklerimiz gibi baş köşeye oturtulur ve önce çay ikramını alır, sonra da tatlının tadına bir gurme edası ile bakar, bir şeyler söyleyerek, büyükler sınıfına adım atmış olurduk. Kısa süre sonra, diğer kapıları da çalmak için, izin ister ve koşarak mahallenin diğer ucuna giderdik. Orada bir kaç arkadaşımıza rastlayınca, kimimiz, cebimize doldurduğumuz kağıtlara sarılı şekerleri sayar , arkadaşlarımıza nazire yapardık. Bir arkadaşımız buna karşılık cebinden önce sarı beş ve on kuruşları çıkarır, sıra yirmi beş kuruş ve de pek az da olsa Atatürk resimli bir lirayı, bir zengin edası ile ağır ağır cebinden çıkarırdı. Sonra mı ? Ne yapılabilir ki ardından. Seçenekler belli. Mahalle bakkalı keyfi gelirse açtığı dükkanından bisküvi veya gazoz alır, fiyakalı biçimde içerdik. Ama bunların hepsinin tadı ayrıydı. Çünkü toplumun her kesimi tarafından el üstünde tutulduğumuz günleri yaşıyorduk. Üzerimizde, her zaman giyemediğimiz yeni kıyafetler de vardı çünkü…İlk kez bir yetişkin gibi muamele görüyorduk bu kısa zaman dilimi içinde…Hepsinden önemlisi, tatil biterek, okula döndüğümüzde, anlatacak çok şeyimizin olduğunu fark ederdik. Bir de bayram öncesinin farkı olurdu bizim için…Anne ve babalarımız, bizim yanımızda bizlere alınacaklar konusunda derin düşünmez, sadece tercihleri konuşurdu. Yoksul sayılabilecek bir mahallede otursak da, o bayram günlerinde, yenilenmemiş pabuç ve de pantolon giydiğimizi hatırlamıyorum. Demek ki, babalarımızın ve her ailede olmasa da çalışan anaların kazançları, en azından böyle günler için yeterli oluyormuş diye aklımda kalmış ! Kredi kartı henüz icat edilmediği için, her büyüğümüz sadece cebindeki parayı harcar, hesabını ona göre yapardı. Semtlerimize yakın ilk ve orta dereceli okullara giderken bile, bize refakat etme ihtiyacı hissetmezlerdi. Okullar bitince, ya sokaklarda oynar, ya da alışalım diye birinin yanına çırak verilirdik. Bundan da çok mutluyduk. Küçük de olsa bir harçlık kazanmak ve özellikle bayram günleri harcamak için kendi paramız olurdu. Cep telefonu olmadığı için, sokakta yürüyenler önüne değil karşıya bakar, bizlerden birini gördüğünde, eğer bayram günü ise, hemen cebinden bize verilecek harçlığı çıkarırdı. Para veremeyecek olanlar da, yüzümüzü okşar geçerdi. Bayramı yaşarken bir de şu sahne ile karşılaşırdık. Başka semtlerden misafir olarak gelen büyükler varsa, mahallemizdeki büyükleri gördüğünde, tanısın tanımasın mutlaka selam verirdi. Herkesin yüzünde bir gülücük olurdu böyle günlerde. Aslında o büyüklerimizin de bir derdi, tasası, sorunu vardı mutlaka. Ama böyle günlerde bunlar bir kenara bırakılır sadece kutlama babında, yüzlerde gülücükler oluşurdu. Ama bu anlattıklarım artık kullanım sürecini doldurdu! Çünkü, yetersiz kazançlar, sınıflaşan bir toplum ve de doymayan egolar,hoş görü ve tevazu kelimelerini sözlükten çıkardı.
Onun yerini, para kazanma hırsı, şiddet ve nefret aldı. Çünkü tüm bunlar yöneticiler eli ile yaratılan, şimdiki zamanın ruhunu yansıtıyordu. Çünkü o tevazu, önemli günlere ve bireylere gösterilen ilgi ve sevgi “Eski Türkiye” yapımıydı. Bunları artık göremezdiniz. Zaten neredeyse herkes, karşısındakinin yüzüne bakma alışkanlığını bile yitirdi. Çünkü elindeki pahalı oyuncağı cep telefonu, onları kimse ile göz göze gelmeyi, konuşmayı yasaklıyordu. Geçmiş kurban bayramınız kutlu, eviniz mutlu olsun. Fakirliğe kurban olmadığımız günler dileğimle…