Genç Türkiye Cumhuriyeti için kuruluşundan bir süre sonra, iyi niyetle yapılan bir eğitim reformunun meyvesi kabul edilen Köy Enstitüleri, bundan tam 85 yıl önce bir 17 Nisan günü kurulmuştu.Önceki gün, bu önemli girişim ve kuruluşun 85. Yılını idrak ettik. Gerçekten de başlığımdaki gibi “Kayıp giden bir yıldız” gibiydi köy enstitüleri… Bu kayıp giden yıldız sıfatını da, Bursalı tiyatro sanatçısı rahmetli Emin Gümüşkaya’nın Bursa Oda Tiyatrosu için kullandığı ‘O bir kuyruklu yıldızdı geçip gitti’ dediği cümlesinden ürettim.
Köy Estitülerinin kısa sayılabilecek sürede ortadan kaldırılması ile, belki de büyük bir fırsat kaçmıştı ülkemiz için. Buradan yola çıkarak, bir başka çalışmamda elde ettiğim bilgiler ile, bu çok önemli eğitim kurumlarının, işlevleri ve ibretlik kapanışlarına dair bir bölümü sizler ile paylaşıyorum.
Köy Enstitülerinden Proje Okullara !
Son günlerde ülke gündemine oturan “Proje Okullar” adı altında ama eğitimin gelişmesi gibi gösterilen, asıl amacın deneyimli öğretmenlerin tasfiyesi ile, İktidar cenahına yakın görünen öğretmenlerin, atanması ve farklı bir yaklaşımla üstü kapalı bir eğitim reformu yapılmasını izliyoruz. Oysa bunun tam tersi bir görüş ile kurulan ve köyden başlayan bir eğitimin o yıllarda ne denli önemli olmasına karşın, bir süre sonra İktidar değişikliği ile kapatılan Köy Enstitüleri ve de öğretmen ve yöneticileri de bu günün proje okulları gibi amaçla benzer bir biçimde kıyıma uğramıştı. Önce kısa bir anlatım ile Köy Enstitülerin kuruluşuna değineceğim.
17 Nisan 1940'ta, Türkiye'de kırsal bölgelerde eğitim seviyesini yükseltmek amacıyla Köy Enstitüleri'nin kurulmasına ilişkin 3803 sayılı yasa kabul edilmiştir. Bu enstitüler, köy öğretmenleri yetiştirerek kırsal kalkınmaya katkı sağlamayı hedeflemiştir. Bu nedenle 17 Nisan, Türkiye'de "Köy Enstitüleri Günü" olarak anılmaktadır.Bu yıl bu eğitim kurumlarının 85. Yılını idrak ettik.
Kültür alanında, köylü-şehirli ayrımını kaldırmak ve kalkınmayı köyden başlatmak gibi çok önemli bir işlev için kurulan bu okulların kapatılma nedenlerine bakmak için, bir başka çalışmamdaki cümleler ile anlatmaya çalışacağım. Bunun için 1967 yılında yayımlanan İkinci Adam ve İşte Ankara kitaplarından yaptığım çalışmadan bir bölümü sunuyorum şimdi de...
Gazeteci-yazar Emin Karakuş ‘İşte Ankara’ kitabında enstitülerin kapatılması sürecine giderek yaklaşılan yıllara değinerek, beklenen sonun hikayesini de anlatmış ve bu konuyu y azar M.Başaran’ın Tonguç Yolu kitabından yaptığı bir alıntı ile anlatıyor. Yazar Başaran bir 17 Nisan gününde, yani köy enstitülerinin kuruluş yıldönümündeki bir olaya dikkat çekiyor:
-Enstitülere öğretmen yetiştiren Yüksek Köy Enstitüsü, ikinci mezunlarını veriyordu. Bitirme sınavı nazari bilgi sınavına girmede önce, kalıcı bir işi gerçekleştirmek zorundaydı. Uygulama okulu ile Yüksek Bölüm arasındaki düzlüğe bir hayvanat bahçesi kurma görevi verilmişti yönetim tarafından... Hazırlıklar tamamlandı. Planı uygulamaya gelmişti sıra. Yol şarampolleri açılmaya başlandığı gün, üç siyah araba, birden beklenmedik şekilde resmi konuklar getirdi Hasanoğlan’a... Sabahın saat onunda, anlaşılmaz, baskın şeklinde bir girişti bu…Uygulama okulu önünde arabalardan inenler, yeni Meclis Başkanı Kazım Karabekir, başkan yardımcıları Şemsettin Günaltay, Feridun Fikri Düşünsel, bir de Denizli milletvekili Kemal Cemal ile bazı meraklı vatandaşlardı. Ağır ağır çalışan çocuklara doğru ilerlemeye başladılar. Yüzleri sert bakışlı ve soğuk, hatta küçümseyiciydi!
-Siz amele misiniz ? Ne gereği var böyle bir bahçenin? Yevmiyeniz ne kadar?-
Bu sorular çalışanlara yöneltilmişti. Enstitüye her zaman konuklar gelirdi ama bunlar başkaydı, gergin bir hava yayılıvermişti ortalığa. Hayvanat bahçesi planı hakkında açıklamalar yapan öğrenciye Karabekir, ‘yeter’ dedi, ve devam etti.
-Söyle bakalım, size tarih de okutuyorlar mı ? Niye susuyorsun? Size Türk Tarihi okutuluyor mu, şerefli mazimizi öğretiyorlar mı diyorum-Cevap;
-Soruyu biraz acayip buldum efendim de…Elbette okuyoruz.Tarih öğretmenimiz Dil Tarih’ten Doçent Halil Demircioğlu’dur.-
Başkan ile yardımcıları beklenmedik bir yanıtla karşılaşmış gibi birbirlerine bakıştılar. Biraz sonra işin bırakılması, tüm öğrencinin Güzel Sanatlar salonunda toplanması istendi. Milli oyunlar oynandı, türküler söylendi. Şiirler söylendi. Karabekir ,- 0ynadığınız oyunlar, söylediğiniz türküler güzel. Şiirleri beğendim. Bir de sınır dışında kalmış ırkdaşlarımız var, onları da düşünüyor musunuz hiç? Mesela topraklarımıza göz diken Moskoflar için yazılmış bir şeyiniz yok mu?-
Gerilerden bir orta bölüm öğrencisi ayağa kalktı,
-Benim var efendim, ama küfürlü, kız arkadaşlarımın yanında okunmaz-
Bütün öğrenciler ayağa kalktı. İşaret edilen öğrenci ortaya gelerek, Akdeniz’e inme ile ilgili bilgilerini iletti. Feridun Fikri kararıyordu. Hep kendilerinden bir şey gizleniyormuş gibi sıkıntılıydı, kuşkulu bir hali vardı. Paşa’nın kulağına eğildi… Kâzım Karabekir’in kaşları çatılmıştı.- İsmail Hakkı Tonguç (Bu okulların kurucusu) için bir marşınız varmış sizin, bir de onu söyleyin bakalım- i.Herkes birbirine bakıp kalmıştı. Kimse böyle bir şey anımsamıyordu.
Karabekir - Canım, içinde köylü efendimiz filan sözleri geçiyormuş.-
-Haaa- dedi Hürrem Arman…-Ziraat marşı. Çocuklar başlayın-
Çocuklar hep bir ağızdan okumaya başladılar.
-Sürer , eker, biçeriz güvenip ötesine,
Milletin kazancı milletin kesesine.
Toplandık baş çiftçinin, Atatürk’ün sesine,
Toprakla savaş için ziraat cephesine.
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köylüyüz.
Biz yurdun öz sahibi, efendisi köylüyüz.-
Marş buydu, salonda da güzel gidiyordu ama, Atatürk’ün adı geçer geçmez, bir el işaretiyle kesmemizi istemişti Karabekir Paşa nedense …Bundan sonra Hüseyin Küçükçakar, kendi bestelerini çaldı piyanoda…Hele halk havalarından meydana getirilmiş süiti dinlerken, Günaltay kendini tutamadı.
-Görüyoruz ki, yazı yazma, besteler yapma, icra kabiliyetleri mükemmel bu çocukların. Ne diye kalkar boyuna Frenk yazarlarını, Frenk eserlerini okuturlar bunlara ?- Değil mi efendim- diye sürdürdü Feridun Fikri.
-Madem böyledir, kendi tarihimizin mevzularını yazsınlar, bestelesinler…Milli şuuru kuvvetlendirsinler…Neymiş Gogol, Puşkin…Milli benliğimize kavuşalım...- Yazar Emin Karakuş bunların ardından Köy Enstitüleri’nin yıkılışını da Mehmet Başaran’ın kitabındaki notlara dayanarak şöyle anlatıyor;
-Başaran’ın iddiasına göre 1946 olaylı seçiminden sonra iktidar partisi içindeki ‘Anadolucular’ denilen bir grubun öne geçtiğini, Sovyetlerin toprak isteğinin yarattığı havadan da yararlanarak,
–Vatanı muzır faaliyetten temizleme – eylemlerine girişildiğini, Rektör Kansu’nun saldırıya uğradığını, Sabahattin Ali’nin öldürülüşünü, Nazım’dan bir şiir okumanın, bir insanın hayatının söndürülmesine yettiğinden dem vurarak, yeni bir yönetim biçimine girildiğini anlatmaya çalışıyor. Ayrıcı söz konusu bu tarihlerde Milli Eğitim Bakanlığı’na Reşat Şemsettin Sirer’in getirilmesi ile, Köy Enstitülerinin fiilen kapatılma yolunun açılmış olduğuna işaret ediyor. Buna örnek olarak da, genel müdürlükten ayrılmaya kalkan Tonguç’a –Senin ve senin gibilerin çoluk çocuğuyla beraber bellerini kıracağım- demeye başladığını da, yıllar sonra İsmail Hakkı Tonguç’un kendisinden dinlediğini de belirtiyor Yazar Emin Karakuş.Bu belirtilere göre, bu çok özel okulların kapanışına adım adım yaklaşıldığına dair hamleler olarak değerlendiriliyor o yıllarda…
1950 seçiminde Demokrat Parti’nin iktidar oluşu ile de, klasik öğretmen okullarına dönüştürülen bu okulların temelden kapatılma tarihi giderek yaklaşmaktadır. Nitekim 27 Ocak 1954 tarihinde çıkarılan 6234 sayılı yasayla da nitelikleri temelli ortadan kaldırılarak klasik birer öğretmen okulu haline getiriliyorlar.Söz ve güzel bir eğitim masalı bitti, sıra sizin yorumlarınızda…
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İSMAİL KEMANKAŞ
Kayıp Giden Yıldız Köy Enstitüleri
Genç Türkiye Cumhuriyeti için kuruluşundan bir süre sonra, iyi niyetle yapılan bir eğitim reformunun meyvesi kabul edilen Köy Enstitüleri, bundan tam 85 yıl önce bir 17 Nisan günü kurulmuştu.Önceki gün, bu önemli girişim ve kuruluşun 85. Yılını idrak ettik. Gerçekten de başlığımdaki gibi “Kayıp giden bir yıldız” gibiydi köy enstitüleri… Bu kayıp giden yıldız sıfatını da, Bursalı tiyatro sanatçısı rahmetli Emin Gümüşkaya’nın Bursa Oda Tiyatrosu için kullandığı ‘O bir kuyruklu yıldızdı geçip gitti’ dediği cümlesinden ürettim.
Köy Estitülerinin kısa sayılabilecek sürede ortadan kaldırılması ile, belki de büyük bir fırsat kaçmıştı ülkemiz için. Buradan yola çıkarak, bir başka çalışmamda elde ettiğim bilgiler ile, bu çok önemli eğitim kurumlarının, işlevleri ve ibretlik kapanışlarına dair bir bölümü sizler ile paylaşıyorum.
Köy Enstitülerinden Proje Okullara !
Son günlerde ülke gündemine oturan “Proje Okullar” adı altında ama eğitimin gelişmesi gibi gösterilen, asıl amacın deneyimli öğretmenlerin tasfiyesi ile, İktidar cenahına yakın görünen öğretmenlerin, atanması ve farklı bir yaklaşımla üstü kapalı bir eğitim reformu yapılmasını izliyoruz. Oysa bunun tam tersi bir görüş ile kurulan ve köyden başlayan bir eğitimin o yıllarda ne denli önemli olmasına karşın, bir süre sonra İktidar değişikliği ile kapatılan Köy Enstitüleri ve de öğretmen ve yöneticileri de bu günün proje okulları gibi amaçla benzer bir biçimde kıyıma uğramıştı. Önce kısa bir anlatım ile Köy Enstitülerin kuruluşuna değineceğim.
17 Nisan 1940'ta, Türkiye'de kırsal bölgelerde eğitim seviyesini yükseltmek amacıyla Köy Enstitüleri'nin kurulmasına ilişkin 3803 sayılı yasa kabul edilmiştir. Bu enstitüler, köy öğretmenleri yetiştirerek kırsal kalkınmaya katkı sağlamayı hedeflemiştir. Bu nedenle 17 Nisan, Türkiye'de "Köy Enstitüleri Günü" olarak anılmaktadır.Bu yıl bu eğitim kurumlarının 85. Yılını idrak ettik.
Kültür alanında, köylü-şehirli ayrımını kaldırmak ve kalkınmayı köyden başlatmak gibi çok önemli bir işlev için kurulan bu okulların kapatılma nedenlerine bakmak için, bir başka çalışmamdaki cümleler ile anlatmaya çalışacağım. Bunun için 1967 yılında yayımlanan İkinci Adam ve İşte Ankara kitaplarından yaptığım çalışmadan bir bölümü sunuyorum şimdi de...
Gazeteci-yazar Emin Karakuş ‘İşte Ankara’ kitabında enstitülerin kapatılması sürecine giderek yaklaşılan yıllara değinerek, beklenen sonun hikayesini de anlatmış ve bu konuyu y azar M.Başaran’ın Tonguç Yolu kitabından yaptığı bir alıntı ile anlatıyor. Yazar Başaran bir 17 Nisan gününde, yani köy enstitülerinin kuruluş yıldönümündeki bir olaya dikkat çekiyor:
-Enstitülere öğretmen yetiştiren Yüksek Köy Enstitüsü, ikinci mezunlarını veriyordu. Bitirme sınavı nazari bilgi sınavına girmede önce, kalıcı bir işi gerçekleştirmek zorundaydı. Uygulama okulu ile Yüksek Bölüm arasındaki düzlüğe bir hayvanat bahçesi kurma görevi verilmişti yönetim tarafından... Hazırlıklar tamamlandı. Planı uygulamaya gelmişti sıra. Yol şarampolleri açılmaya başlandığı gün, üç siyah araba, birden beklenmedik şekilde resmi konuklar getirdi Hasanoğlan’a... Sabahın saat onunda, anlaşılmaz, baskın şeklinde bir girişti bu…Uygulama okulu önünde arabalardan inenler, yeni Meclis Başkanı Kazım Karabekir, başkan yardımcıları Şemsettin Günaltay, Feridun Fikri Düşünsel, bir de Denizli milletvekili Kemal Cemal ile bazı meraklı vatandaşlardı. Ağır ağır çalışan çocuklara doğru ilerlemeye başladılar. Yüzleri sert bakışlı ve soğuk, hatta küçümseyiciydi!
-Siz amele misiniz ? Ne gereği var böyle bir bahçenin? Yevmiyeniz ne kadar?-
Bu sorular çalışanlara yöneltilmişti. Enstitüye her zaman konuklar gelirdi ama bunlar başkaydı, gergin bir hava yayılıvermişti ortalığa. Hayvanat bahçesi planı hakkında açıklamalar yapan öğrenciye Karabekir, ‘yeter’ dedi, ve devam etti.
-Söyle bakalım, size tarih de okutuyorlar mı ? Niye susuyorsun? Size Türk Tarihi okutuluyor mu, şerefli mazimizi öğretiyorlar mı diyorum-Cevap;
-Soruyu biraz acayip buldum efendim de…Elbette okuyoruz.Tarih öğretmenimiz Dil Tarih’ten Doçent Halil Demircioğlu’dur.-
Başkan ile yardımcıları beklenmedik bir yanıtla karşılaşmış gibi birbirlerine bakıştılar. Biraz sonra işin bırakılması, tüm öğrencinin Güzel Sanatlar salonunda toplanması istendi. Milli oyunlar oynandı, türküler söylendi. Şiirler söylendi. Karabekir ,- 0ynadığınız oyunlar, söylediğiniz türküler güzel. Şiirleri beğendim. Bir de sınır dışında kalmış ırkdaşlarımız var, onları da düşünüyor musunuz hiç? Mesela topraklarımıza göz diken Moskoflar için yazılmış bir şeyiniz yok mu?-
Gerilerden bir orta bölüm öğrencisi ayağa kalktı,
-Benim var efendim, ama küfürlü, kız arkadaşlarımın yanında okunmaz-
Karabekir – Zararı yok, zararı yok. Elbette küfürlü olacak. Düşmanımıza erkek dişi küfrederiz biz. Oku bakalım.-
Öğrenci sıkıla sıkıla manzumesini okudu. Karabekir çok memnun olmuştu.
-Pekiii, Moskofların ezeli planını hanginiz anlatacak bize?-
Bütün öğrenciler ayağa kalktı. İşaret edilen öğrenci ortaya gelerek, Akdeniz’e inme ile ilgili bilgilerini iletti. Feridun Fikri kararıyordu. Hep kendilerinden bir şey gizleniyormuş gibi sıkıntılıydı, kuşkulu bir hali vardı. Paşa’nın kulağına eğildi… Kâzım Karabekir’in kaşları çatılmıştı.- İsmail Hakkı Tonguç (Bu okulların kurucusu) için bir marşınız varmış sizin, bir de onu söyleyin bakalım- i.Herkes birbirine bakıp kalmıştı. Kimse böyle bir şey anımsamıyordu.
Karabekir - Canım, içinde köylü efendimiz filan sözleri geçiyormuş.-
-Haaa- dedi Hürrem Arman…-Ziraat marşı. Çocuklar başlayın-
Çocuklar hep bir ağızdan okumaya başladılar.
-Sürer , eker, biçeriz güvenip ötesine,
Milletin kazancı milletin kesesine.
Toplandık baş çiftçinin, Atatürk’ün sesine,
Toprakla savaş için ziraat cephesine.
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köylüyüz.
Biz yurdun öz sahibi, efendisi köylüyüz.-
Marş buydu, salonda da güzel gidiyordu ama, Atatürk’ün adı geçer geçmez, bir el işaretiyle kesmemizi istemişti Karabekir Paşa nedense …Bundan sonra Hüseyin Küçükçakar, kendi bestelerini çaldı piyanoda…Hele halk havalarından meydana getirilmiş süiti dinlerken, Günaltay kendini tutamadı.
-Görüyoruz ki, yazı yazma, besteler yapma, icra kabiliyetleri mükemmel bu çocukların. Ne diye kalkar boyuna Frenk yazarlarını, Frenk eserlerini okuturlar bunlara ?- Değil mi efendim- diye sürdürdü Feridun Fikri.
-Madem böyledir, kendi tarihimizin mevzularını yazsınlar, bestelesinler…Milli şuuru kuvvetlendirsinler…Neymiş Gogol, Puşkin…Milli benliğimize kavuşalım...- Yazar Emin Karakuş bunların ardından Köy Enstitüleri’nin yıkılışını da Mehmet Başaran’ın kitabındaki notlara dayanarak şöyle anlatıyor;
-Başaran’ın iddiasına göre 1946 olaylı seçiminden sonra iktidar partisi içindeki ‘Anadolucular’ denilen bir grubun öne geçtiğini, Sovyetlerin toprak isteğinin yarattığı havadan da yararlanarak,
–Vatanı muzır faaliyetten temizleme – eylemlerine girişildiğini, Rektör Kansu’nun saldırıya uğradığını, Sabahattin Ali’nin öldürülüşünü, Nazım’dan bir şiir okumanın, bir insanın hayatının söndürülmesine yettiğinden dem vurarak, yeni bir yönetim biçimine girildiğini anlatmaya çalışıyor. Ayrıcı söz konusu bu tarihlerde Milli Eğitim Bakanlığı’na Reşat Şemsettin Sirer’in getirilmesi ile, Köy Enstitülerinin fiilen kapatılma yolunun açılmış olduğuna işaret ediyor. Buna örnek olarak da, genel müdürlükten ayrılmaya kalkan Tonguç’a –Senin ve senin gibilerin çoluk çocuğuyla beraber bellerini kıracağım- demeye başladığını da, yıllar sonra İsmail Hakkı Tonguç’un kendisinden dinlediğini de belirtiyor Yazar Emin Karakuş.Bu belirtilere göre, bu çok özel okulların kapanışına adım adım yaklaşıldığına dair hamleler olarak değerlendiriliyor o yıllarda…
1950 seçiminde Demokrat Parti’nin iktidar oluşu ile de, klasik öğretmen okullarına dönüştürülen bu okulların temelden kapatılma tarihi giderek yaklaşmaktadır. Nitekim 27 Ocak 1954 tarihinde çıkarılan 6234 sayılı yasayla da nitelikleri temelli ortadan kaldırılarak klasik birer öğretmen okulu haline getiriliyorlar.Söz ve güzel bir eğitim masalı bitti, sıra sizin yorumlarınızda…