Küçücük bir delik açılır ve elbisenizde kocaman yırtığa yol açar…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda konan yasalar işte bu küçük deliklere geçit vermemek üzerine yapılmış. Buna dair çok tipik bir örneği pazar günü Hürriyet yazarı Sedat Ergin’in makalesinde gördüm. 1932 yılında yapılan bir 29 Ekim balosu…Davetlilerin önemli bir bölümü ülkemizdeki yabancı diplomatlar. İngiliz temsilcisinden Afrika ülkelerinin sefirine kadar herkes orada. Çünkü yabancı misyon şefleri Cumhurbaşkanı Atatürk’ü ancak bu tür resepsiyonlarda görüp konuşabiliyormuş. Gazi Mustafa Kemal, her zamanki gibi sefirler ile birlikte yemeğe oturmuş. Baloya fesini takmış olarak gelen Mısır Elçisi Abdülmelik Hamza yanından geçerken Atatürk kulağına bir şeyler söylemiş. Ardından bir garson elinde bir tepsi ile masaya yaklaşmış ve fesi tepsiye koyarak uzaklaşmış. Bu olay İngiltere sefirinin Londra’ya gönderdiği telgrafta belirttiği için, ispatlıdır da…Buradan bir sonuç çıkarmak gerekirse, devrimler yapıldıktan sonra uygulamada en küçük bir tavize uğradığında değerini ve önemini yitirebilir.Bu olaydan ben bu sonucu çıkardım. Bu alıntıyı neden yaptığıma gelince…
İslam’ın kızı belgesi ve ülkemizdeki medreseler
Çok çarpıcı ve bir o kadar da vahim bir gelişmeyi CHP İzmir Milletvekili Sevda Erdan Kılıç ortaya çıkarmış. Ya da bilgilendirilmiş. İddiaya ve belgelere göre Erden, Samsun’da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir özel okuldan görseller paylaşmış ve “Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir ortaokul, ama müfredatı MEB müfredatı değil. Bu okulun dili Arapça, akademik başarı gösteren kızlarımıza da takdir teşekkür belgesi değil, 'İslam’ın kızı' belgesi veriliyor." açıklamasını yapmış. Bu gelişme de ne yazık ki bazı yayın organlarında kendine yer bulmuş. Diğerlerinde derin bir sessizlik hakim!
Oysa ülkemizde eğitim sisteminin işlerliği Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ve çıkarıldıktan sonra hiç değişmeyen bir yasa ile sağlanır.
Tevhid-i Tedrisat Yasası
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu kabul edilir. Bu kanunla, medreseler kaldırılır ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içindeki bütün okullar, Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlanır. 2 Mart 1926'da Maarif Teşkilâtı hakkında bir kanun daha kabul edilir. Bu kanun ile lâik eğitime uygun, ilk ve ortaöğretim programlan belirlenir.
Millî ve lâik eğitimi yaygınlaştırmak için, hızla ilkokullar, ortaokullar, liseler ve yüksek okullar açılır. Bunların yanı sıra meslek okulları da devreye girer. İlkokul zorunlu hâle getirilir. Şu anda bu yasalar yürürlükte mi? Değişmediğine göre, o zaman Arapça eğitimi kim nasıl uygulayabiliyor ? “İslamın Kızı” belgesini kim nasıl verebiliyor? Bunlar olurken Bakanlık nerede?
Bazı kaynaklar her ne kadar Tevhid-i Tedrisat Yasası sonrası çıkarılan yönetmelikler ile medreselerin resmen kapatılmadığını iddia etseler de, günümüze gelinceye kadar, medrese kelimesi tarihi mekanları gezerken müze konumundaki yerler için kullanılırdı. Şimdi ne oldu da medrese kelimesi gündeme geldi ? Bu yerlerde kim eğitimci, kim öğrenci belli mi ? Milli Eğitim Bakanlığı dışında bu tür yerlerden kim sorumlu?
Türkiye’de kaç medrese var?
İçtenlikle belirtmeliyim ki, ülkemizde medrese açılıp, öğrenci yetiştireceğini söyleseler güler geçerdim. Hele “senin haberin yok, cemaat ve tarikatlar, yüzlerce medresede kendi öğretisine göre öğrenci yetiştiriyor” dense “abartmayın, bu kadar sahipsiz mi Türkiye” derdim. Artık büyük konuşmayacak ve sadece susacağım. Çünkü “şaşırma” kelimesi ile arama mesafe koydum, size de tavsiye ederim ! Bu konuya dair Sözcü yazarı Necati Doğru’nun makalesinden küçük bir alıntı: “Medreseler Atatürk döneminde kapatıldığında sayıları 479 kadardı. Bu gün açılan medrese sayısı 800’ü buldu. Türkiye’de üniversite sayısı ise 206’ya çıktı. Medreselerin tamamı dini cemaat ve tarikatlarca yönetiliyor.”
Bu ifadelerin dayanaksız konduğu kanısında değilim. Eee o zaman bu suskunluk neden ? “İktidar konuya eğilmiyor mu?” sorusu sorulduğunda cevap belli:
“Ezan susmaz, bayrak inmez…”Bu kez ülkenin diğer büyük bölümüne dönsek ve “Nereye gidiyoruz?” desek yanıt yine belli; “ Vatandaşın derdi karnını doyurmak, ne yapsın mektep medrese ile, laiklik kolay elden gitmez canııım merak etmeyin. Biz Atatürk’ün çocuklarıyız” gibi bir yanıt alırız !
Ama, bu ilkenin korunması için Ulu Önder’in bir fes ile başlayan titizliğini ne yapacağız ? Oysa bu konuda delik çoktan açılmış, yırtık haline dönmek üzere.
Başka sözüm yok sevgili dostlar.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İSMAİL KEMANKAŞ
Mısır’ın fesi Türkiye’nin medresesi !
Küçücük bir delik açılır ve elbisenizde kocaman yırtığa yol açar…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda konan yasalar işte bu küçük deliklere geçit vermemek üzerine yapılmış. Buna dair çok tipik bir örneği pazar günü Hürriyet yazarı Sedat Ergin’in makalesinde gördüm. 1932 yılında yapılan bir 29 Ekim balosu…Davetlilerin önemli bir bölümü ülkemizdeki yabancı diplomatlar. İngiliz temsilcisinden Afrika ülkelerinin sefirine kadar herkes orada. Çünkü yabancı misyon şefleri Cumhurbaşkanı Atatürk’ü ancak bu tür resepsiyonlarda görüp konuşabiliyormuş. Gazi Mustafa Kemal, her zamanki gibi sefirler ile birlikte yemeğe oturmuş. Baloya fesini takmış olarak gelen Mısır Elçisi Abdülmelik Hamza yanından geçerken Atatürk kulağına bir şeyler söylemiş. Ardından bir garson elinde bir tepsi ile masaya yaklaşmış ve fesi tepsiye koyarak uzaklaşmış. Bu olay İngiltere sefirinin Londra’ya gönderdiği telgrafta belirttiği için, ispatlıdır da…Buradan bir sonuç çıkarmak gerekirse, devrimler yapıldıktan sonra uygulamada en küçük bir tavize uğradığında değerini ve önemini yitirebilir.Bu olaydan ben bu sonucu çıkardım. Bu alıntıyı neden yaptığıma gelince…
İslam’ın kızı belgesi ve ülkemizdeki medreseler
Çok çarpıcı ve bir o kadar da vahim bir gelişmeyi CHP İzmir Milletvekili Sevda Erdan Kılıç ortaya çıkarmış. Ya da bilgilendirilmiş. İddiaya ve belgelere göre Erden, Samsun’da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir özel okuldan görseller paylaşmış ve “Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir ortaokul, ama müfredatı MEB müfredatı değil. Bu okulun dili Arapça, akademik başarı gösteren kızlarımıza da takdir teşekkür belgesi değil, 'İslam’ın kızı' belgesi veriliyor." açıklamasını yapmış. Bu gelişme de ne yazık ki bazı yayın organlarında kendine yer bulmuş. Diğerlerinde derin bir sessizlik hakim!
Oysa ülkemizde eğitim sisteminin işlerliği Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ve çıkarıldıktan sonra hiç değişmeyen bir yasa ile sağlanır.
Tevhid-i Tedrisat Yasası
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu kabul edilir. Bu kanunla, medreseler kaldırılır ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içindeki bütün okullar, Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlanır. 2 Mart 1926'da Maarif Teşkilâtı hakkında bir kanun daha kabul edilir. Bu kanun ile lâik eğitime uygun, ilk ve ortaöğretim programlan belirlenir.
Millî ve lâik eğitimi yaygınlaştırmak için, hızla ilkokullar, ortaokullar, liseler ve yüksek okullar açılır. Bunların yanı sıra meslek okulları da devreye girer. İlkokul zorunlu hâle getirilir. Şu anda bu yasalar yürürlükte mi? Değişmediğine göre, o zaman Arapça eğitimi kim nasıl uygulayabiliyor ? “İslamın Kızı” belgesini kim nasıl verebiliyor? Bunlar olurken Bakanlık nerede?
Bazı kaynaklar her ne kadar Tevhid-i Tedrisat Yasası sonrası çıkarılan yönetmelikler ile medreselerin resmen kapatılmadığını iddia etseler de, günümüze gelinceye kadar, medrese kelimesi tarihi mekanları gezerken müze konumundaki yerler için kullanılırdı. Şimdi ne oldu da medrese kelimesi gündeme geldi ? Bu yerlerde kim eğitimci, kim öğrenci belli mi ? Milli Eğitim Bakanlığı dışında bu tür yerlerden kim sorumlu?
Türkiye’de kaç medrese var?
İçtenlikle belirtmeliyim ki, ülkemizde medrese açılıp, öğrenci yetiştireceğini söyleseler güler geçerdim. Hele “senin haberin yok, cemaat ve tarikatlar, yüzlerce medresede kendi öğretisine göre öğrenci yetiştiriyor” dense “abartmayın, bu kadar sahipsiz mi Türkiye” derdim. Artık büyük konuşmayacak ve sadece susacağım. Çünkü “şaşırma” kelimesi ile arama mesafe koydum, size de tavsiye ederim ! Bu konuya dair Sözcü yazarı Necati Doğru’nun makalesinden küçük bir alıntı:
“Medreseler Atatürk döneminde kapatıldığında sayıları 479 kadardı. Bu gün açılan medrese sayısı 800’ü buldu. Türkiye’de üniversite sayısı ise 206’ya çıktı. Medreselerin tamamı dini cemaat ve tarikatlarca yönetiliyor.”
Bu ifadelerin dayanaksız konduğu kanısında değilim. Eee o zaman bu suskunluk neden ? “İktidar konuya eğilmiyor mu?” sorusu sorulduğunda cevap belli:
“Ezan susmaz, bayrak inmez…” Bu kez ülkenin diğer büyük bölümüne dönsek ve “Nereye gidiyoruz?” desek yanıt yine belli; “ Vatandaşın derdi karnını doyurmak, ne yapsın mektep medrese ile, laiklik kolay elden gitmez canııım merak etmeyin. Biz Atatürk’ün çocuklarıyız” gibi bir yanıt alırız !
Ama, bu ilkenin korunması için Ulu Önder’in bir fes ile başlayan titizliğini ne yapacağız ? Oysa bu konuda delik çoktan açılmış, yırtık haline dönmek üzere.
Başka sözüm yok sevgili dostlar.