Bursa'nın eski otobüs durakları ve şehir içi yolculuk anıları
Yazının Giriş Tarihi: 13.12.2025 23:55
Yazının Güncellenme Tarihi: 13.12.2025 23:55
Bursa’nın eski otobüs duraklarını hatırlayanlar için o duraklar sadece bekleme alanı değil; şehrin nabzının attığı küçük toplanma noktalarıydı. Şimdiki modern, dijital tabelalı, rüzgârı bile içeri almayan duraklarla karıştırılmasın… O yılların durakları, yağmurda hafif su alan, güneş vurunca tenekesi ısınan, kışın metal oturma kısmına oturunca insanın ruhunu titreten ama bir o kadar da samimi olan yerlerdi.
Sabah işe giden memurun telaşı, elinde defteriyle okula geç kalma korkusu yaşayan öğrenci, çocuk arabasını güçlükle sığdırmaya çalışan anneler… Hepsi aynı durağın önüne dizilir, otobüsün gelişini uzaklardan görünce bir anda hareketlenirdi. O an, sanki herkes aynı duyguda buluşurdu: “Yetişmem lazım.”
Ve nedense o eski otobüslerin tam durağa yaklaşırken çıkardığı metalik fren sesi hâlâ kulaklarımızdadır.
Bir de o zamanların “bir ileri, bir geri ilerleyen” kalabalık otobüsleri vardı. Ayakta yolculuk yapmak neredeyse normdu. Arka kapıdan binenin “bir bilet uzatır mısınız?” diye seslenmesi, paranın elden ele dolaşırken herkesin sanki sessiz bir anlaşmayla yardımcı olması… Şimdi düşününce insana saçma gelen ama o dönem için olağan olan bir dayanışma modeli.
Otobüsün içi de başlı başına bir şehir tiyatrosuydu aslında. Yan yana oturan iki yabancının bir süre sonra tanıdık gibi konuşmaya başlaması, cam kenarında uyuklayan işçi, koltuğu yeni kapan çocukların tatlı sevinci… Bir de şoför amcalar vardı tabii; her biri adeta yolun psikolojisini okuyan, kalabalığı yönetmeyi bilen, kimi zaman sert ama çoğu zaman yolcusuna sahip çıkan insanlar.
Durakların önünde beklerken geçen arabaları saymak, şoförün yüz ifadesinden “bu sefer çok durmayacak” diye anlamak, ön koltuklar boşken herkesin arkaya doğru gitmek istemesi… Bugün her şey daha düzenli, daha hızlı, daha konforlu belki ama o eski yolculukların ruhunu koyacak yer bulamıyoruz.
Bir başka güzellik de durağın kendisinin bir buluşma noktası olmasıydı. “Heykel durağında bekle beni”, “Arabaya binme, Santral Garaj durağında buluşuruz,” gibi cümleler, şehir içi hayatın navigasyonuydu adeta. Telefon yok, internet yok; ama herkes bir şekilde buluşmayı başarırdı.
Şimdi dönüp baktığımda anlıyorum ki eski duraklar sadece otobüs beklenen yerler değildi; şehrin insanlarıyla iç içe geçtiği, hayatın akışının gözlemlendiği, tanımadığın insanlarla bile ortak bir sabır sınavına girdiğin küçük zaman duraklarıydı. Belki biraz çamur, biraz rüzgâr, biraz da kalabalıktı ama içimiz daha sıcaktı.
Bugün o his yok, durağı var ama ruhu yok.
Kimi anılar, otobüsün kalktığı gibi hızla geçip gider; kimisi ise duraktaki eski bir bank kadar aklımızda yer eder. İşte o eski şehir içi yolculuklar… hafızanın otobüsünden asla inmeyen yolcular gibi.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
MELİH ÖNDER
Bursa'nın eski otobüs durakları ve şehir içi yolculuk anıları
Bursa’nın eski otobüs duraklarını hatırlayanlar için o duraklar sadece bekleme alanı değil; şehrin nabzının attığı küçük toplanma noktalarıydı. Şimdiki modern, dijital tabelalı, rüzgârı bile içeri almayan duraklarla karıştırılmasın… O yılların durakları, yağmurda hafif su alan, güneş vurunca tenekesi ısınan, kışın metal oturma kısmına oturunca insanın ruhunu titreten ama bir o kadar da samimi olan yerlerdi.
Sabah işe giden memurun telaşı, elinde defteriyle okula geç kalma korkusu yaşayan öğrenci, çocuk arabasını güçlükle sığdırmaya çalışan anneler… Hepsi aynı durağın önüne dizilir, otobüsün gelişini uzaklardan görünce bir anda hareketlenirdi. O an, sanki herkes aynı duyguda buluşurdu: “Yetişmem lazım.”
Ve nedense o eski otobüslerin tam durağa yaklaşırken çıkardığı metalik fren sesi hâlâ kulaklarımızdadır.
Bir de o zamanların “bir ileri, bir geri ilerleyen” kalabalık otobüsleri vardı. Ayakta yolculuk yapmak neredeyse normdu. Arka kapıdan binenin “bir bilet uzatır mısınız?” diye seslenmesi, paranın elden ele dolaşırken herkesin sanki sessiz bir anlaşmayla yardımcı olması… Şimdi düşününce insana saçma gelen ama o dönem için olağan olan bir dayanışma modeli.
Otobüsün içi de başlı başına bir şehir tiyatrosuydu aslında. Yan yana oturan iki yabancının bir süre sonra tanıdık gibi konuşmaya başlaması, cam kenarında uyuklayan işçi, koltuğu yeni kapan çocukların tatlı sevinci… Bir de şoför amcalar vardı tabii; her biri adeta yolun psikolojisini okuyan, kalabalığı yönetmeyi bilen, kimi zaman sert ama çoğu zaman yolcusuna sahip çıkan insanlar.
Durakların önünde beklerken geçen arabaları saymak, şoförün yüz ifadesinden “bu sefer çok durmayacak” diye anlamak, ön koltuklar boşken herkesin arkaya doğru gitmek istemesi… Bugün her şey daha düzenli, daha hızlı, daha konforlu belki ama o eski yolculukların ruhunu koyacak yer bulamıyoruz.
Bir başka güzellik de durağın kendisinin bir buluşma noktası olmasıydı. “Heykel durağında bekle beni”, “Arabaya binme, Santral Garaj durağında buluşuruz,” gibi cümleler, şehir içi hayatın navigasyonuydu adeta. Telefon yok, internet yok; ama herkes bir şekilde buluşmayı başarırdı.
Şimdi dönüp baktığımda anlıyorum ki eski duraklar sadece otobüs beklenen yerler değildi; şehrin insanlarıyla iç içe geçtiği, hayatın akışının gözlemlendiği, tanımadığın insanlarla bile ortak bir sabır sınavına girdiğin küçük zaman duraklarıydı. Belki biraz çamur, biraz rüzgâr, biraz da kalabalıktı ama içimiz daha sıcaktı.
Bugün o his yok, durağı var ama ruhu yok.
Kimi anılar, otobüsün kalktığı gibi hızla geçip gider; kimisi ise duraktaki eski bir bank kadar aklımızda yer eder. İşte o eski şehir içi yolculuklar… hafızanın otobüsünden asla inmeyen yolcular gibi.