Bak bir anekdot var, onu anlatayım. Benim gelişimden bir gün sonra, bir parti personelimiz daha kurtarılarak, Ankara'ya ulaştırıldı. Hava meydanına, ben geminin komutanı olarak, Genel Sekreter Mustafa Turunçoğlu, Deniz Kuvvetleri'ni temsilen, Ankara valisiyle gittik. Uçağa Ankara Valisi önce, ben en arkada girdik. Vali bir konuşma yapıyor. Bazı personel ağlamaya başladı. Vali, “Ağlamayın evlatlarım, bu sizler için bir kahramanlık örneğidir, bununla gurur duymanız gerekir” dedi. Astsubaylardan birisi, “Ne ağlaması efendim. Bunlar sevinç gözyaşları,
biz burada komutanımızın hâlâ sağ olduğunu gördük, ona sevinip ağlıyoruz” dedi.
Vali, Mustafa Turunçoğlu’na döndü; “Bizim burada yerimiz yok galiba, biz onları komutanlarıyla baş başa bırakalım” dedi ve ayrıldılar.
Uçaktan çıktılar, biz ise yeniden sarmaş dolaş olduk. Beni gemide bıraktıklarından, akıbetimden şüphe ederlermiş.
Taner Baytok: “Güven, bu olay senin ruh halini nasıl etkiledi?”
Güven Erkaya: “Kanaatimce, acıların en büyüğü evlat acısıdır. Ben evlatlarımı kaybettim. Onların hatıraları ve yüzleri, terk etmek zorunda kaldığım gemimin, alevler içinde yanarkenki hâli, hiçbir zaman gözümün önünden gitmiyor. Tek tesellim, bu çocukların birer vatan kahramanı oluşları ve şehitlik mertebesine erişmiş bulunmalarıdır. Aynı derecede kuvvetli bir de üzüntüm var. O da, bu kadar ibretle dolu bir olayın tarafımızdan yeterince incelenip, gelecekte tekrarlanmaması için gerekli derslerin çıkarılamadığı yolundaki düşüncemdir.”
KOCATEPE OLAYINDAN ALINACAK DERSLER
Taner Baytok: “Peki bu dersler sence nelerdir?”
Güven Erkaya: “İstihbaratın teyidi. Birincisi, elde edilen istihbarat. İstihbaratın ilk kuralı, alınan bir haberin muhakkak teyit edilmesidir. Nereden? İkinci bir kaynaktan. Ayrı bir kaynaktan. Şimdi, bir rapor almışsın, Rodos'ta, mendirek üstünde, asker yüklü 10-12 cemse (sonradan Rodos Madrake Burnu açıklarında, asker yüklü 10-12 gemi olarak düzeltiliyor) var; diye. Bu haberi teyit ettirmek gerekir. Bunun için zamanın var, imkânın var. Haberin teyit edilmesi bir yana, eldeki
bütün veriler, haberin aksini doğruluyor. Bu birinci ders.
Emrin net ve açık olması: İkincisi, harp alanına gönderilecek emir net, açık ve keskin olmalıdır. Harekât sahasına girme; diye bir talimat
yolluyorsunuz, harekat sahasını koordinatlarıyla tanımlayacaksın. Hedef veriyorsan, hedefi tanımlayacaksın. Görev veriyorsan, görevi belirleyeceksin. O aralarda bir şeyler var, git bir bak ve bir şeyler yapılamayacak.
Deniz birliğine hava desteği verilmesinin kuralları ve usulü:
Üçüncüsü, düşmana taarruz eden bir deniz birliğine hava desteği verilecekse, bunu yapmanın bir usulü, yolu, yordamı vardır. Bunlar, deniz kursu tatbikatlarında, 8-10 defa yapıldı, gösterildi. Eğitimde yapıp, fiiliyatta uygulamazsan olmaz. Hava desteği aşağıdan, gemiden gelir. Önce aşağısı tarama talebinde bulunacak, burada isteklerini, muharebe denemesini, parolayı yazacak, gönderecek, bu kabul görecek, sonra tahsis edilen uçakların ne zaman oraya geleceği, kaç uçak geleceği, hangi muharebe devresinden irtibat kurulacağı, parolanın ne olacağı belirlenecek ve bildirilecek. Bunların formatı var.
En önemlisi, o gelen uçaklar, doğrudan doğruya denizdeki komutanın emrine girecek. Bu usullerin, harfiyen uygulanması gerekir.
Kuvvetler arası ve kuvvet içi koordinasyon:
Alınması gereken dördüncü ders, kuvvetler arasında ve kuvvetlerin kendi içlerindeki koordinasyona gereken önemin verilmesidir. Böyle bir harekâtın başarısı, her şeyden önce kara, deniz, hava, bütün
kuvvetlerin bir müşterek harekât odasından idare edilmesi ile mümkündür. Bu ortak harekat odasına, Genelkurmay Başkanı ve komutanlar sık sık gitmeli ve olayları bizzat yerinde ve yakından izlemelidir.
Yukarıda haritanın üzerine bir şeyler koyup ona göre aşağıdan, komutanın emridir; diye talimat göndermekle, sağlıklı harekât yönetilememektedir.
Can Dündar, adıyla hayli popüler olan gazeteci-yazarlardan biri de, "Kocatepe Olayı"nı bir facia olarak niteleyenlerden. İnternet ortamından alıntıladığımız, aşağıdaki yazısında mühim hususlara temas ediyor: Önce okuyalım, bilahare de, kanaatlerimizi takdim edelim. İşte Can Dündar'ın yazdıkları:
“Kocatepe faciası” ise 21 Temmuz 1974 günü Kıbrıs savaşı sırasında yaşandı. O gün Türk Genelkurmayı’na, açık denizde bir “Yunan konvoyunun Kıbrıs’a doğru yaklaşmakta olduğu” haberi ulaştı. Hava puslu olduğundan gemilerin yükü ve bandıraları tespit edilemiyordu. Henüz yasak bölgeye girmemişlerdi. Türkiye, “Konvoy derhal geri dönmezse batıracağız” açıklamasını yaptı. Bu arada bölgede bulunan üç Türk gemisine, yasak bölgeye giden tüm Yunan bandıralı gemilere ateş emri verildi.
Bu üç gemiden biri Kocatepe’ydi...
Üç gemi, emri alınca bölgeye doğru yöneldi. O sırada sahilden fırlayan üç hücumbotun saldırısına uğradı. Yarım saat süren bir çatışmanın ardından iki hücumbotu batırıp, mevkilerini Ankara’ya bildirdiler.
Ankara’da savaşı yöneten kabine “Konvoyu uyaralım, dönmezse vuralım” kararı aldı.
Hava taarruzu için hazırlık başlatıldı. Ancak çok iyi bir koordinasyon gerekiyordu, çünkü bölgede Türk gemileri de vardı. Hava ve Deniz komutanlıkları arasında görüşmeler oldu, ama savaşın telaşı arasında gemilerin durumu çok net saptanamadı. Bölgedeki keşif uçakları, konvoyu göremediler, ancak bayraklarını seçemedikleri iki gemi saptadılar.
Saptanan gemilerden biri Kocatepe’ydi.
Az sonra Türk Hava Kuvvetleri’ne ait 30 jet, Kocatepe’ye saldıracak ve batıracaktı. Bilanço ağırdı: 3 subay, 14 astsubay, 37 er olmak üzere 54 ölü...
Haber, Ankara’ya, “Jetlerimiz Yunan gemisini batırdı” şeklinde yansıdı. Başbakanlık koridorları sevinç çığlıklarıyla çınladı. Genelkurmay Başkanlığı o saatlerde şu bildiriyi yayımladı:
“20 Temmuz akşamından beri yasak bölge ilân edilen sahada Yunan savaş gemileriyle korunan ve personel yüklü büyük bir çıkarma konvoyu, öğleden sonraya kadar sürdürülen dostane ihtarlara rağmen, saat 15.00 sularında Baf limanı yakınlarına kadar gelmiştir. Konvoy, Hava ve Deniz Kuvvetlerimizin nihai ihtarlarına ateşle mukabele etmiş ve Baf’a çıkartma yapmaya başlamıştır. Bunun üzerine konvoydaki muhrip ve çıkartma gemilerine Hava Kuvvetlerimizce taarruz edilmiş ve ağır
zayiat verilmiştir”.
Hükümet, “acı gerçeği” o gün akşamüstü öğrendi, ancak artık çok geçti. Ecevit, bunun “ordunun bir iç meselesi” olduğuna hükmetti ve konuyu kapattı."
Muhterem okurlarım; dikkat buyrulursa, Genelkurmay'a ait olduğu iddiasıyla Dündar'ın yazısında yer verdiği bildiri, asparagas haber yazmaya müptelâ bir zihniyetin metni mi, yoksa gerçekten ilgili bildirideki, 'Baf'a çıkarma yapmaya başlamıştır' ibaresi Genelkurmay bildirisini kaleme alan ve o bildirideki yukarıya aldığımız ibare hangi habere göre demeyen, neşrine müsaade eden makam, acaba başka mevzularda bu tarz bildiriler neşretti mi diye insanı istifhamlara sürüklemez mi? Sayın Can Dündar'ın bir gazete makalesinden bunları okuyanlar, çıkardıkları ile daha üstte dikkatlerinize sunduğumuz, Güven Erkaya-Taner Boytok diyalogundaki son derece okuyanı mutmain kılan yazı ile, Can Dündar'ın yazısı arasındaki fark adeta Kuzey ve Güney Buz denizlerinin arasındaki mesafe kadar farklı olduğunu göstermekte değil mi? Hele; yazının son satırlarındaki: "Hükümet, “acı gerçeği” o gün akşamüstü öğrendi, ancak artık çok geçti. Ecevit bunun “ordunun bir iç meselesi” olduğuna hükmetti ve konuyu kapattı." ibaresi hemen bu yazıya ekleyeceğimiz aynı zata ait, İngilizlerin meşhur Falkland Savaşı esnasında meydana gelen Bergrano olayını anlatışında İngiltere / Türkiye devlet üslubunun farklı ve İngilizlerin şeffafiyetini işaret etmeye yönelik olduğunu görüyoruz.
Gelecek haftaki yazımızı, işte söz konusu yazı teşkil edecektir. Fiemanillah.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
METİN HASIRCI
ORAMİRAL GÜVEN ERKAYA ANLATIYOR KOCATEPE PERSONELİNİN KOMUTANLARINA BAĞLILIĞI
Bak bir anekdot var, onu anlatayım. Benim gelişimden bir gün sonra, bir parti personelimiz daha kurtarılarak, Ankara'ya ulaştırıldı. Hava meydanına, ben geminin komutanı olarak, Genel Sekreter Mustafa Turunçoğlu, Deniz Kuvvetleri'ni temsilen, Ankara valisiyle gittik. Uçağa Ankara Valisi önce, ben en arkada girdik. Vali bir konuşma yapıyor. Bazı personel ağlamaya başladı. Vali, “Ağlamayın evlatlarım, bu sizler için bir kahramanlık örneğidir, bununla gurur duymanız gerekir” dedi. Astsubaylardan birisi, “Ne ağlaması efendim. Bunlar sevinç gözyaşları,
biz burada komutanımızın hâlâ sağ olduğunu gördük, ona sevinip ağlıyoruz” dedi.
Vali, Mustafa Turunçoğlu’na döndü; “Bizim burada yerimiz yok galiba, biz onları komutanlarıyla baş başa bırakalım” dedi ve ayrıldılar.
Uçaktan çıktılar, biz ise yeniden sarmaş dolaş olduk. Beni gemide bıraktıklarından, akıbetimden şüphe ederlermiş.
Taner Baytok: “Güven, bu olay senin ruh halini nasıl etkiledi?”
Güven Erkaya: “Kanaatimce, acıların en büyüğü evlat acısıdır. Ben evlatlarımı kaybettim. Onların hatıraları ve yüzleri, terk etmek zorunda kaldığım gemimin, alevler içinde yanarkenki hâli, hiçbir zaman gözümün önünden gitmiyor. Tek tesellim, bu çocukların birer vatan kahramanı oluşları ve şehitlik mertebesine erişmiş bulunmalarıdır. Aynı derecede kuvvetli bir de üzüntüm var. O da, bu kadar ibretle dolu bir olayın tarafımızdan yeterince incelenip, gelecekte tekrarlanmaması için gerekli derslerin çıkarılamadığı yolundaki düşüncemdir.”
KOCATEPE OLAYINDAN ALINACAK DERSLER
Taner Baytok: “Peki bu dersler sence nelerdir?”
Güven Erkaya: “İstihbaratın teyidi. Birincisi, elde edilen istihbarat. İstihbaratın ilk kuralı, alınan bir haberin muhakkak teyit edilmesidir. Nereden? İkinci bir kaynaktan. Ayrı bir kaynaktan. Şimdi, bir rapor almışsın, Rodos'ta, mendirek üstünde, asker yüklü 10-12 cemse (sonradan Rodos Madrake Burnu açıklarında, asker yüklü 10-12 gemi olarak düzeltiliyor) var; diye. Bu haberi teyit ettirmek gerekir. Bunun için zamanın var, imkânın var. Haberin teyit edilmesi bir yana, eldeki
bütün veriler, haberin aksini doğruluyor. Bu birinci ders.
Emrin net ve açık olması: İkincisi, harp alanına gönderilecek emir net, açık ve keskin olmalıdır. Harekât sahasına girme; diye bir talimat
yolluyorsunuz, harekat sahasını koordinatlarıyla tanımlayacaksın. Hedef veriyorsan, hedefi tanımlayacaksın. Görev veriyorsan, görevi belirleyeceksin. O aralarda bir şeyler var, git bir bak ve bir şeyler yapılamayacak.
Deniz birliğine hava desteği verilmesinin kuralları ve usulü:
Üçüncüsü, düşmana taarruz eden bir deniz birliğine hava desteği verilecekse, bunu yapmanın bir usulü, yolu, yordamı vardır. Bunlar, deniz kursu tatbikatlarında, 8-10 defa yapıldı, gösterildi. Eğitimde yapıp, fiiliyatta uygulamazsan olmaz. Hava desteği aşağıdan, gemiden gelir. Önce aşağısı tarama talebinde bulunacak, burada isteklerini, muharebe denemesini, parolayı yazacak, gönderecek, bu kabul görecek, sonra tahsis edilen uçakların ne zaman oraya geleceği, kaç uçak geleceği, hangi muharebe devresinden irtibat kurulacağı, parolanın ne olacağı belirlenecek ve bildirilecek. Bunların formatı var.
En önemlisi, o gelen uçaklar, doğrudan doğruya denizdeki komutanın emrine girecek. Bu usullerin, harfiyen uygulanması gerekir.
Kuvvetler arası ve kuvvet içi koordinasyon:
Alınması gereken dördüncü ders, kuvvetler arasında ve kuvvetlerin kendi içlerindeki koordinasyona gereken önemin verilmesidir. Böyle bir harekâtın başarısı, her şeyden önce kara, deniz, hava, bütün
kuvvetlerin bir müşterek harekât odasından idare edilmesi ile mümkündür. Bu ortak harekat odasına, Genelkurmay Başkanı ve komutanlar sık sık gitmeli ve olayları bizzat yerinde ve yakından izlemelidir.
Yukarıda haritanın üzerine bir şeyler koyup ona göre aşağıdan, komutanın emridir; diye talimat göndermekle, sağlıklı harekât yönetilememektedir.
Konuyla ilgili tamamlayıcı bilgi olarak w.ideefixe.com/kd_86508b.asp
BİR BAŞKA KALEMDEN KOCATEPE ÖRNEĞİ
Can Dündar, adıyla hayli popüler olan gazeteci-yazarlardan biri de, "Kocatepe Olayı"nı bir facia olarak niteleyenlerden. İnternet ortamından alıntıladığımız, aşağıdaki yazısında mühim hususlara temas ediyor: Önce okuyalım, bilahare de, kanaatlerimizi takdim edelim. İşte Can Dündar'ın yazdıkları:
“Kocatepe faciası” ise 21 Temmuz 1974 günü Kıbrıs savaşı sırasında yaşandı. O gün Türk Genelkurmayı’na, açık denizde bir “Yunan konvoyunun Kıbrıs’a doğru yaklaşmakta olduğu” haberi ulaştı. Hava puslu olduğundan gemilerin yükü ve bandıraları tespit edilemiyordu. Henüz yasak bölgeye girmemişlerdi. Türkiye, “Konvoy derhal geri dönmezse batıracağız” açıklamasını yaptı. Bu arada bölgede bulunan üç Türk gemisine, yasak bölgeye giden tüm Yunan bandıralı gemilere ateş emri verildi.
Bu üç gemiden biri Kocatepe’ydi...
Üç gemi, emri alınca bölgeye doğru yöneldi. O sırada sahilden fırlayan üç hücumbotun saldırısına uğradı. Yarım saat süren bir çatışmanın ardından iki hücumbotu batırıp, mevkilerini Ankara’ya bildirdiler.
Ankara’da savaşı yöneten kabine “Konvoyu uyaralım, dönmezse vuralım” kararı aldı.
Hava taarruzu için hazırlık başlatıldı. Ancak çok iyi bir koordinasyon gerekiyordu, çünkü bölgede Türk gemileri de vardı. Hava ve Deniz komutanlıkları arasında görüşmeler oldu, ama savaşın telaşı arasında gemilerin durumu çok net saptanamadı. Bölgedeki keşif uçakları, konvoyu göremediler, ancak bayraklarını seçemedikleri iki gemi saptadılar.
Saptanan gemilerden biri Kocatepe’ydi.
Az sonra Türk Hava Kuvvetleri’ne ait 30 jet, Kocatepe’ye saldıracak ve batıracaktı. Bilanço ağırdı: 3 subay, 14 astsubay, 37 er olmak üzere 54 ölü...
Haber, Ankara’ya, “Jetlerimiz Yunan gemisini batırdı” şeklinde yansıdı. Başbakanlık koridorları sevinç çığlıklarıyla çınladı. Genelkurmay Başkanlığı o saatlerde şu bildiriyi yayımladı:
“20 Temmuz akşamından beri yasak bölge ilân edilen sahada Yunan savaş gemileriyle korunan ve personel yüklü büyük bir çıkarma konvoyu, öğleden sonraya kadar sürdürülen dostane ihtarlara rağmen, saat 15.00 sularında Baf limanı yakınlarına kadar gelmiştir. Konvoy, Hava ve Deniz Kuvvetlerimizin nihai ihtarlarına ateşle mukabele etmiş ve Baf’a çıkartma yapmaya başlamıştır. Bunun üzerine konvoydaki muhrip ve çıkartma gemilerine Hava Kuvvetlerimizce taarruz edilmiş ve ağır
zayiat verilmiştir”.
Hükümet, “acı gerçeği” o gün akşamüstü öğrendi, ancak artık çok geçti. Ecevit, bunun “ordunun bir iç meselesi” olduğuna hükmetti ve konuyu kapattı."
Muhterem okurlarım; dikkat buyrulursa, Genelkurmay'a ait olduğu iddiasıyla Dündar'ın yazısında yer verdiği bildiri, asparagas haber yazmaya müptelâ bir zihniyetin metni mi, yoksa gerçekten ilgili bildirideki, 'Baf'a çıkarma yapmaya başlamıştır' ibaresi Genelkurmay bildirisini kaleme alan ve o bildirideki yukarıya aldığımız ibare hangi habere göre demeyen, neşrine müsaade eden makam, acaba başka mevzularda bu tarz bildiriler neşretti mi diye insanı istifhamlara sürüklemez mi? Sayın Can Dündar'ın bir gazete makalesinden bunları okuyanlar, çıkardıkları ile daha üstte dikkatlerinize sunduğumuz, Güven Erkaya-Taner Boytok diyalogundaki son derece okuyanı mutmain kılan yazı ile, Can Dündar'ın yazısı arasındaki fark adeta Kuzey ve Güney Buz denizlerinin arasındaki mesafe kadar farklı olduğunu göstermekte değil mi? Hele; yazının son satırlarındaki: "Hükümet, “acı gerçeği” o gün akşamüstü öğrendi, ancak artık çok geçti. Ecevit bunun “ordunun bir iç meselesi” olduğuna hükmetti ve konuyu kapattı." ibaresi hemen bu yazıya ekleyeceğimiz aynı zata ait, İngilizlerin meşhur Falkland Savaşı esnasında meydana gelen Bergrano olayını anlatışında İngiltere / Türkiye devlet üslubunun farklı ve İngilizlerin şeffafiyetini işaret etmeye yönelik olduğunu görüyoruz.
Gelecek haftaki yazımızı, işte söz konusu yazı teşkil edecektir. Fiemanillah.