Osmanlı orduları da bu sırada hareketsiz bulunduklarından mühim noktalarda büyük kuvvetleri toplayabilmek Ruslar için mümkündü. 2. Plevne muharebesinden önce herhalde Plevne’yi tamamen batı yönünden de kuşatmaları şarttı.
İKİNCİ DEVİR: Ağustos ve Eylul Aylarında Yapılan Askeri Harekat : Rus tarafının yeni planları kuvvetlerinin dağınık bulunmasından dolayı 1/Ağustosdaki durumları aşağıya alınmıştır :
Plevnede yapılan iki muharebede de, Ruslar mağlup oldu. General Gurko ve kuvvetleri balkan lardan uzaklaştırıldı. Kale-i Erbaa karşısında bulunan Çareviç gurubu Lom hattı üzerinde hare ketsiz kaldı. Harbin başların da, atıl bir durumda bulunan iki Osmanlı ordusu şimdi Ruslar tara fından hemen hemen hücum edilemez bir vaziyette bulunuyorlar. Süleyman Paşa komutasında üçüncü bir Osmanlı ordusu da, Rusların pek zayıf kuvvetteki cephelerini tazyik ederek, Osman Paşa Kolordusuyla Kale-i Erbaa ordusunu birleştirecek ve orduların hep birlikte hareket edebil me durumuna uygun bir halde bulunuyordu.
Yukarıda belirttiğimiz hususlardan dolayı Rus genel kurmayı ciddi tedbirler almaya karar verdi. Rus genel karargahı Tırnova’dan tekrar Biela’ya geri döndü. 9. Kolordu, 4. kolorduyla takviye edilerek, General Zukof’un kumandasında Plevne’ye karşı batı ordusu teşkil edildi. 11. kolordu ile Çareviç gurubu takviye edildi. Bunlardan başka Rusya’da bulunan üç kol ordu ile Hassa ordu sun da seferber edilerek getirtilmesi emrolundu.
Nihayet o zamana kadar Ruslarca önem verilmemiş olan Romanya ordusunun da harp harekatına iştirak etmesi için Çar tarafından Romanya Prensine bir telgraf çekildi. Bilinir ki; savaşın ilanından evvel Ruslar ile Romanyalılar arasında yapılan gizli antlaşmada ancak Rus ordusunun Romanya’dan geçmesi kararlaştırılmıştı. Romanya ordusunu da, Rus ordusu ile birlikte harbe iştiraki meydana gelen anlaşmazlıktan dolayı karar altına alınamamıştı. Rus Çarının çektiği telgraf mealen şöyleydi: “Hristiyanlık mahvoluyor. Her bir şartına razıyım. Çabuk Tuna’yı geç.” Bu telgraf üzerine Romanya ordusu Niğbolu’da Tuna’yı geçerek, Plevne karşısında bulunan Rus ordusunun sağ cenahını teşkil etti. General Radoçki kumandasındaki 8. Kolordu Gabrova ve Şipka geçitlerini işgallerinde bulunduruyorlardı. Rusların yukarıda anlattığımız vaziyetleri Plevne ve Şipka’da mağlup olmuş ve Lom’da ise, hareketsiz bulundukları ve kuvvetleri de, çok azalmış olduğu gibi her an Osmanlı ordularının yandan ve cepheden taarruza geçmeleri muhtemel bulunduğundan, Ruslar geriden takviye kuvvetleri gelinceye kadar beklemeye ve geldikten sonra saldırmaya karar verdiler. Buna bağlı olarak Ağustos ayın da, mühim bir vak'aya şahit olunmadı.
Osmanlı Tarafının Vaziyet Plânları ve Başkumandan’ın Maksadı:
Osmanlı ordusunun Başkumandanlığına tayin olunan Mehmed Ali Paşa saldırı harekatına başlamak üzere hazırlıklar yapıyordu. Mehmed Ali Paşa, Süleyman Paşanın Balkan geçitlerinin muhafazasını Rauf Paşaya devrederek, ordusuyla Elenâ ve Osmanpazarı üzerinden balkanların kuzeyine gelmesini ve bu ordu geldikten sonra, iki ordu ile cepheden ve Osman ile Rauf Paşanın da, birbirleriyle irtibat ve hareket beraberliğini muhafaza ederek Rusların yan ve geri taraflarına taarruz etmelerini böylece Rusları Tuna’ya dökmek istiyordu. Mehmet Ali Paşa iki sebepten dolayı bu fikrini tatbike muvaffak olamadı. Birincisi, ordu da levazım, nakliye ve fenni araçlar çok noksandı. Emir ve kumandaya lazım olan teşkilat pek zayıf olduğundan bunların tamamlanıp düzenlenmesi icap ediyordu.
İkincisi ise; Süleyman Paşa Balkanların güneyinden yukarı çıkmak istemediğinden Başkumandanın bu arzusuna muhalefetle, çok zayiat vermeye sebep olan, güneyden Şıpkaya çıkmak için de falarca taarruz denemişti. Başkumandanın Plevne’den Rusların üzerine taarruza geçmesini kati olarak emretmişse de, Süleyman Paşanın bu emri kati'yi kabul etmemesi buna rağmen İstanbul ’un Süleyman Paşayı kumandanlıkta istihdam etmesi orduya ve vatana karşı irtikap olunan en büyük cinayettir. Başkumandan Mehmet Ali Paşa yalnız başına Kale-i Erbaa ordusuyla taarruza mecbur kalıyordu.
Hükümdar emniyet ve itimat ederek Başkumandanı tayin etmiş olduğu halde, nasıl oluyor da, Başkumandanın emrine en mühim anda, karşı gelen bir maiyet kumandanının yaptığı itaatsızlığı müsait karşılıyor? İstanbul'un bu tarz hareketi yüzünden diğer kumandanlara da itaatsizlik ve ittihatsızlık örneği oluyor. O halde en başta bulunan makam veya makam namına hareket eden Mabeyin heyeti ancak kumandanların anlaşması ve beraberlik içinde hareket sayesinde vatanın kurtulabileceğini göz önüne almadıktan başka, ordu kumandanları arasında ihtilaç ve itaatsizliklerin meydana gelmesini adeta teşvik ediyor! Kumandanlar vazifelerinin ehli olsalardı, yukarının bu gibi zararlı müdahalelerinin hiçbir tesiri olmazdı. Vazifesini bilen vatanı felaketten kurtarmak isteyen bir Başkumandan, harp ilmi gereğince elinde bulunması gereken salahiyeti tereddütsüzce kullanır. Hiçbir mesuliyetten korkmayarak Süleyman Paşayı değiştirir ve planını da tatbik ederdi. Asla İstanbul’un uzaktan yersiz müdahalesinden ve azil olunmaktan çekinmemek şarttır. İtaatsiz kumandanlara maksadını icra ettirememekten ise salahiyetini kullanarak onları değiştirmek yerinde olurdu. Yukarısı buna rıza göstermezse, orduyu mağlup ettirmektense o mevkii terk etmek daha namusluca bir harekettir. Bir Başkumandanın askeri sevk ve idaresi salahiyeti şu suretle ifade olunabilir:
“Düşmanı mağlup etmek için emrinde olan orduları ne şekilde kullanacaksa öyle kullanmak.” O halde İstanbul’dan niçin müdahale ediliyor? Mesul kimdir? Bu hususu yeri gelmişken arz edeyim: Bu savaşta mağlup olmamıza başlıca sebep, Başkumandanın salahiyetine Yıldız Sarayının müdahalesidir. (*) “Hemen burada sadeleştiren olarak da, fakir ben: merhum yazara değil amma okura tavsiye eder ki; az yukarıdaki satırlarda okuduğumuz, Osman ve Süleyman Paşaların, ikincisi olan zat, tabi olması gereken başkumandanın emrine karşı gelmek satırlarını hatırlayıp, bildiği gibi hareket edip, Şipka üzerine defaatle saldırıya geçip büyük zayiat verdiği hatırlanmalı. Ayrıca Süleyman Hüsnü Paşanın Askeri Mektepler Nazırlığı vakasında, Sultan Abdülaziz'in tahttan hal meselesinin en az, Midhat Paşa kadar mesullerindendir. Bu emre itaatsizliğin hangi istikamete varacağı İstanbul’u kaygılandırdığı bir vakıadır. Nitekim, Mehmet Ali Paşa az sonra azledilince Süleyman Hüsnü Paşanın Başkumandanlığa at andığını da hatırlatalım. Bu savaş cereyanı esnasında Abdülhamid Hanın, Sultan Aziz ve 5. Muradı halleden, paşalar grubu vesayetini üzerinden atamamış olduğunu da, hatırlamalıyız! Merhum yazar yukarıdaki kanaatini muntazam bir ordunun, askerlik mesleğinin en mühim vasfı itaat ve sadakati gerektirdiğinin şuurunda olarak ileri sürmüştür ki, bu bakımdan mazurdur. Bizler ise, 1908’ lerde, müfredata girdiğini gördüğümüz elinizdeki eserin, normal zamandaki gü nümüzde, olayın etraftaki vakaların rahatlığı içinde yorumlamayıp, savaş alanındaki 1877'lerin şartları içinde tefekkür etmeliyiz. M. H” Ne vakit ki; bir alt derecedeki kumandan mevkiinin muhafazasını, terfiini ve tevfizini başka bir makamdan bekler ve Başkumandanının, kendisine bir şey yapamayacağını hissederse Başkumandanın nüfuzu (te’sir) kalmaz ve itaatsizlikler ve asice hareketler, kendini ortaya koyar. Süleyman Paşa, kendisinin terfii, istihdam ve tecziye(cezalandırma)sinin doğrudan doğruya Başkumandanın elinde olduğunu bilseydi herhalde bu itaatsizliği yapamazdı. Yapılsa bile yerine bir başkası tayin olunurdu. Görülüyor ki; Başkumandanın salahiyetine müdahale eden veya alt derecedeki amirlere emir veren, orduda hareket birliğine mani ve ordunun mağlubiyetine sebep oldu. Bu mağlubiyet bize bir ibret dersi olmalıdır. Kumandanların selahiyeti meselesi o kadar mühim, mühim olduğu kadar da, mukaddestir. Eğer vatanın selameti için bu kanun ve nizamın tatbikinde zerrece müsamaha gösterilmemesi hali içinde orduda mükemmel bir disiplin ve manevi birleşme ile kardeşlik teessüs eder. İşte, sulh zamanında bu vaziyette olan, yani salahiyete gerektiği kadar riayet eden ordular harpte de, hep birlikte hareket ederler. Fiemanillah (devam edecek)
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
METİN HASIRCI
PLEVNE’DE SERİ ZAFERLER
Osmanlı orduları da bu sırada hareketsiz bulunduklarından mühim noktalarda büyük kuvvetleri toplayabilmek Ruslar için mümkündü. 2. Plevne muharebesinden önce herhalde Plevne’yi tamamen batı yönünden de kuşatmaları şarttı.
İKİNCİ DEVİR: Ağustos ve Eylul Aylarında Yapılan Askeri Harekat : Rus tarafının yeni planları kuvvetlerinin dağınık bulunmasından dolayı 1/Ağustosdaki durumları aşağıya alınmıştır :
Plevnede yapılan iki muharebede de, Ruslar mağlup oldu. General Gurko ve kuvvetleri balkan lardan uzaklaştırıldı. Kale-i Erbaa karşısında bulunan Çareviç gurubu Lom hattı üzerinde hare ketsiz kaldı. Harbin başların da, atıl bir durumda bulunan iki Osmanlı ordusu şimdi Ruslar tara fından hemen hemen hücum edilemez bir vaziyette bulunuyorlar. Süleyman Paşa komutasında üçüncü bir Osmanlı ordusu da, Rusların pek zayıf kuvvetteki cephelerini tazyik ederek, Osman Paşa Kolordusuyla Kale-i Erbaa ordusunu birleştirecek ve orduların hep birlikte hareket edebil me durumuna uygun bir halde bulunuyordu.
Yukarıda belirttiğimiz hususlardan dolayı Rus genel kurmayı ciddi tedbirler almaya karar verdi. Rus genel karargahı Tırnova’dan tekrar Biela’ya geri döndü. 9. Kolordu, 4. kolorduyla takviye edilerek, General Zukof’un kumandasında Plevne’ye karşı batı ordusu teşkil edildi. 11. kolordu ile Çareviç gurubu takviye edildi. Bunlardan başka Rusya’da bulunan üç kol ordu ile Hassa ordu sun da seferber edilerek getirtilmesi emrolundu.
Nihayet o zamana kadar Ruslarca önem verilmemiş olan Romanya ordusunun da harp harekatına iştirak etmesi için Çar tarafından Romanya Prensine bir telgraf çekildi. Bilinir ki; savaşın ilanından evvel Ruslar ile Romanyalılar arasında yapılan gizli antlaşmada ancak Rus ordusunun Romanya’dan geçmesi kararlaştırılmıştı. Romanya ordusunu da, Rus ordusu ile birlikte harbe iştiraki meydana gelen anlaşmazlıktan dolayı karar altına alınamamıştı. Rus Çarının çektiği telgraf mealen şöyleydi: “Hristiyanlık mahvoluyor. Her bir şartına razıyım. Çabuk Tuna’yı geç.” Bu telgraf üzerine Romanya ordusu Niğbolu’da Tuna’yı geçerek, Plevne karşısında bulunan Rus ordusunun sağ cenahını teşkil etti. General Radoçki kumandasındaki 8. Kolordu Gabrova ve Şipka geçitlerini işgallerinde bulunduruyorlardı. Rusların yukarıda anlattığımız vaziyetleri Plevne ve Şipka’da mağlup olmuş ve Lom’da ise, hareketsiz bulundukları ve kuvvetleri de, çok azalmış olduğu gibi her an Osmanlı ordularının yandan ve cepheden taarruza geçmeleri muhtemel bulunduğundan, Ruslar geriden takviye kuvvetleri gelinceye kadar beklemeye ve geldikten sonra saldırmaya karar verdiler. Buna bağlı olarak Ağustos ayın da, mühim bir vak'aya şahit olunmadı.
Osmanlı Tarafının Vaziyet Plânları ve Başkumandan’ın Maksadı:
Osmanlı ordusunun Başkumandanlığına tayin olunan Mehmed Ali Paşa saldırı harekatına başlamak üzere hazırlıklar yapıyordu. Mehmed Ali Paşa, Süleyman Paşanın Balkan geçitlerinin muhafazasını Rauf Paşaya devrederek, ordusuyla Elenâ ve Osmanpazarı üzerinden balkanların kuzeyine gelmesini ve bu ordu geldikten sonra, iki ordu ile cepheden ve Osman ile Rauf Paşanın da, birbirleriyle irtibat ve hareket beraberliğini muhafaza ederek Rusların yan ve geri taraflarına taarruz etmelerini böylece Rusları Tuna’ya dökmek istiyordu. Mehmet Ali Paşa iki sebepten dolayı bu fikrini tatbike muvaffak olamadı. Birincisi, ordu da levazım, nakliye ve fenni araçlar çok noksandı. Emir ve kumandaya lazım olan teşkilat pek zayıf olduğundan bunların tamamlanıp düzenlenmesi icap ediyordu.
İkincisi ise; Süleyman Paşa Balkanların güneyinden yukarı çıkmak istemediğinden Başkumandanın bu arzusuna muhalefetle, çok zayiat vermeye sebep olan, güneyden Şıpkaya çıkmak için de falarca taarruz denemişti. Başkumandanın Plevne’den Rusların üzerine taarruza geçmesini kati olarak emretmişse de, Süleyman Paşanın bu emri kati'yi kabul etmemesi buna rağmen İstanbul ’un Süleyman Paşayı kumandanlıkta istihdam etmesi orduya ve vatana karşı irtikap olunan en büyük cinayettir. Başkumandan Mehmet Ali Paşa yalnız başına Kale-i Erbaa ordusuyla taarruza mecbur kalıyordu.
Hükümdar emniyet ve itimat ederek Başkumandanı tayin etmiş olduğu halde, nasıl oluyor da, Başkumandanın emrine en mühim anda, karşı gelen bir maiyet kumandanının yaptığı itaatsızlığı müsait karşılıyor? İstanbul'un bu tarz hareketi yüzünden diğer kumandanlara da itaatsizlik ve ittihatsızlık örneği oluyor. O halde en başta bulunan makam veya makam namına hareket eden Mabeyin heyeti ancak kumandanların anlaşması ve beraberlik içinde hareket sayesinde vatanın kurtulabileceğini göz önüne almadıktan başka, ordu kumandanları arasında ihtilaç ve itaatsizliklerin meydana gelmesini adeta teşvik ediyor! Kumandanlar vazifelerinin ehli olsalardı, yukarının bu gibi zararlı müdahalelerinin hiçbir tesiri olmazdı. Vazifesini bilen vatanı felaketten kurtarmak isteyen bir Başkumandan, harp ilmi gereğince elinde bulunması gereken salahiyeti tereddütsüzce kullanır. Hiçbir mesuliyetten korkmayarak Süleyman Paşayı değiştirir ve planını da tatbik ederdi. Asla İstanbul’un uzaktan yersiz müdahalesinden ve azil olunmaktan çekinmemek şarttır. İtaatsiz kumandanlara maksadını icra ettirememekten ise salahiyetini kullanarak onları değiştirmek yerinde olurdu. Yukarısı buna rıza göstermezse, orduyu mağlup ettirmektense o mevkii terk etmek daha namusluca bir harekettir. Bir Başkumandanın askeri sevk ve idaresi salahiyeti şu suretle ifade olunabilir:
“Düşmanı mağlup etmek için emrinde olan orduları ne şekilde kullanacaksa öyle kullanmak.” O halde İstanbul’dan niçin müdahale ediliyor? Mesul kimdir? Bu hususu yeri gelmişken arz edeyim: Bu savaşta mağlup olmamıza başlıca sebep, Başkumandanın salahiyetine Yıldız Sarayının müdahalesidir. (*) “Hemen burada sadeleştiren olarak da, fakir ben: merhum yazara değil amma okura tavsiye eder ki; az yukarıdaki satırlarda okuduğumuz, Osman ve Süleyman Paşaların, ikincisi olan zat, tabi olması gereken başkumandanın emrine karşı gelmek satırlarını hatırlayıp, bildiği gibi hareket edip, Şipka üzerine defaatle saldırıya geçip büyük zayiat verdiği hatırlanmalı. Ayrıca Süleyman Hüsnü Paşanın Askeri Mektepler Nazırlığı vakasında, Sultan Abdülaziz'in tahttan hal meselesinin en az, Midhat Paşa kadar mesullerindendir. Bu emre itaatsizliğin hangi istikamete varacağı İstanbul’u kaygılandırdığı bir vakıadır. Nitekim, Mehmet Ali Paşa az sonra azledilince Süleyman Hüsnü Paşanın Başkumandanlığa at andığını da hatırlatalım. Bu savaş cereyanı esnasında Abdülhamid Hanın, Sultan Aziz ve 5. Muradı halleden, paşalar grubu vesayetini üzerinden atamamış olduğunu da, hatırlamalıyız! Merhum yazar yukarıdaki kanaatini muntazam bir ordunun, askerlik mesleğinin en mühim vasfı itaat ve sadakati gerektirdiğinin şuurunda olarak ileri sürmüştür ki, bu bakımdan mazurdur. Bizler ise, 1908’ lerde, müfredata girdiğini gördüğümüz elinizdeki eserin, normal zamandaki gü nümüzde, olayın etraftaki vakaların rahatlığı içinde yorumlamayıp, savaş alanındaki 1877'lerin şartları içinde tefekkür etmeliyiz. M. H” Ne vakit ki; bir alt derecedeki kumandan mevkiinin muhafazasını, terfiini ve tevfizini başka bir makamdan bekler ve Başkumandanının, kendisine bir şey yapamayacağını hissederse Başkumandanın nüfuzu (te’sir) kalmaz ve itaatsizlikler ve asice hareketler, kendini ortaya koyar. Süleyman Paşa, kendisinin terfii, istihdam ve tecziye(cezalandırma)sinin doğrudan doğruya Başkumandanın elinde olduğunu bilseydi herhalde bu itaatsizliği yapamazdı. Yapılsa bile yerine bir başkası tayin olunurdu. Görülüyor ki; Başkumandanın salahiyetine müdahale eden veya alt derecedeki amirlere emir veren, orduda hareket birliğine mani ve ordunun mağlubiyetine sebep oldu. Bu mağlubiyet bize bir ibret dersi olmalıdır. Kumandanların selahiyeti meselesi o kadar mühim, mühim olduğu kadar da, mukaddestir. Eğer vatanın selameti için bu kanun ve nizamın tatbikinde zerrece müsamaha gösterilmemesi hali içinde orduda mükemmel bir disiplin ve manevi birleşme ile kardeşlik teessüs eder. İşte, sulh zamanında bu vaziyette olan, yani salahiyete gerektiği kadar riayet eden ordular harpte de, hep birlikte hareket ederler. Fiemanillah (devam edecek)