Bu kanalı faaliyete geçirmeye çalışmak, şimdilerde ve ileri de Türkiye açısından büyük riskler taşımaktadır. Dünyanın gidişatına ve çevremiz de cereyan eden olaylara komşu ülkelerdeki istikrarsızlığa ve en önemlisi vatandaşın ekonomik durumuna bakarsak, önceliğimiz bu kanal olmamalıdır. Bütün bu sorunları çözemeyen, iktidarın inatla Kanal İstanbul’u yürürlüğe koyma projesini anlamak mümkün değildir. Halbuki daha önce de sayın Cumhurbaşkanımızın düşünüp taşınmadan ölçüp biçmeden giriştiği bir çok konuda, ülkemiz çok büyük yaralar aldı. Eskiden yapılan hataların ceremesini halen çekmeye devam ediyoruz. PKK ve PYD ile mücadeledeki hatalar, Suriye konusundaki izlenen yanlış politikalar, bunların alnı secdedir, zarar gelmez düşüncesi ile FETÖ ye verilen taviz ve imtiyazın bugün nelere sebep olduğunu görüyoruz. Hükümetin ülke sorunlarının çözümünde gösterdiği en büyük hataları, her işi yarım bırakmasıdır. PKK sorununu çözebildik mi? Başlangıç da üç beş bin soysuz denilen bu teşkilat, zamanla beş binlere onbinlere ulaştı yetmedi. Irak’ın kuzeyinde devletlerini kurar hale geldi, oda yetmedi, Suriye’nin güneyine ve Suriye’deki petrol kuyularına çöktüğü gibi, ABD sayesinde 30-40 bin kişilik ordu kuracak hale geldiler. Ama kırk yıldan beri her hükümet bu sorunu çözmek için mücadele ettiğini söyledi. Her gün ve halen bombalar yağdırıyoruz ama hala kesin sonuç yok. Fırat’ın doğusunu PKK dan temizleyeceğiz diyerek yıllarca ekranlarda arzı endam edenler, dikkat ederseniz, şimdiler de sus pus olup mücadeleyi yarım bıraktı, PYD de artık iyice yerleşti. İdlip sorunu çözüldü dendi, ama bugünlerde yeni bir göç dalgası sınırlarımızı zorlar hale geldi.
Suriyeli göçmenlerin tekrar ülkelerine dönerek rehabilite edilmeleri hususu Birleşmiş Milletler dahil her platformda dillendirildi, ama bizler bu dünyadan göçeceğiz, onlar hala buradalar. İşin garibi çoğu da kök saldılar. Hükümetimiz bu işleri halletmiş olacak ki şimdiler de d oğu Akdenizde başgösteren petol ve doğalgaz sondajları düşmanlarımızı aynı safta birleştirdi. ülke meselelerinin çözümü hususunda hükümetin şuandaki pozisyonu, züccaciye dükkanına girmiş fil misali gibi. Her mesele kırlıp dökülmüş yarım bırakılmış, sonradan da toparlamaya çalışıyor. Ama nafile kırılan eşyayı eski haline getirmek mümkün değildir.
Bugüne kadar deniz nakliyatı İstanbul boğazından serbestçe yapıldığı için, şimdilerde dillendirilen Montrö Boğazlar sözleşmesi pek gündeme gelmedi. Ara sıra boğazdan geçen gemiler yalılara çarptıkça hatırlandı. Kanal İstanbul tartışmaları başlayınca, oturumlarda çokça dillendirilmeye başlandı. Hatta TC’nin ikinci adamı konumun da olan meclis başkanımız bile tartışmaları alevlendirmek için “Cumhurbaşkanın, montröyü iptal edebileceğini bile ifade etti. Eh montrö boğazlar sözleşmesini iptal edecek bir yetkisi olduğuna kabul ettiğimize göre, dünya liderimiz bir gece yarısı kararnamesi ile padişahlar da bile olmayan bir yetki ile Türkiye’nin taraf olduğu diğer bütün milletlerarası sözleşmeleri de kaldırma yetkisi var demektir. Bizi yönetenler öyle bir akıl tutulması yaşıyorlar ki, sanki ayakları yerden kesilmiş, ruhani varlıklar gibi hayal aleminde geziniyor gibiler. Böyle bir anlayışla devlet yönetilebilir mi? Bu güne kadar cereyan eden olayları akıllıca değerlendirecek olsak, Türkiye dış politika da bir türlü kendi rotasını – tespit edemedi. Kıblesini bazen ABD’ YE Bazen AB ye ara sıra da Rusya ya çevirmek suretiyle, bu üç güç arasında Rusya’ya çevirmek suretiyle, bu üç güç arasında zikzaklar çizdi. Kendi ülke ve milli menfaatlerini bir kenara bırakıp dış güçlerin güdümünde onların gölgesinden ayrılmayanların bu ülkeye verecekleri bir şey de olmaz. Bu sözleşme en fazla Türkiye yi ilgilendirir. Zira Türkiye nin ata yadigarı olan İstanbul ve Çanakkale boğazları üzerindeki hükümranlık haklarımızı kısıtlayan bir anlaşmadır. Boğazlar konusunda Lozan ın şartları veba hastalığı gibi gösterilmiş, Montröde ise Türkiye sıtmaya razı olmak zorunda kalmıştır. Kanal İstanbul yapılsın yaygaraları ile ortaya çıkanlar acaba Montrö Boğazlar sözleşmesini okuyup, kanal İstanbul’un yapımı halinde artılarını ve eksileri ile ileri de Türkiye’nin başına ne dertler açacağını hiç düşündüler mi? Pek zannetmiyorum. Bu zatlar anlaşmanın maddelerini dahi düşünerek ve analiz ederek okumamışlardır. Nereden okuyacaklardır ki? Montrö Boğazlar sözleşmesinin orijinal metni Türkiye’nin elinde değil, Fransız arşivindedir.
Büyüklükleri ile öğünen sayın büyüklerimize anlaşmanın asıl metnini gösterin desen, göstermezler. Anlaşmalarla borç ve yükümlülük altına giren benim, ancak sözleşme bana verilmiyor. Ne garip değil mi?
Devam edecek…
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
RECEP ACAR
KANAL İSTANBUL ve NORMALLEŞME SÜRECİ (4)
Bu kanalı faaliyete geçirmeye çalışmak, şimdilerde ve ileri de Türkiye açısından büyük riskler taşımaktadır. Dünyanın gidişatına ve çevremiz de cereyan eden olaylara komşu ülkelerdeki istikrarsızlığa ve en önemlisi vatandaşın ekonomik durumuna bakarsak, önceliğimiz bu kanal olmamalıdır. Bütün bu sorunları çözemeyen, iktidarın inatla Kanal İstanbul’u yürürlüğe koyma projesini anlamak mümkün değildir. Halbuki daha önce de sayın Cumhurbaşkanımızın düşünüp taşınmadan ölçüp biçmeden giriştiği bir çok konuda, ülkemiz çok büyük yaralar aldı. Eskiden yapılan hataların ceremesini halen çekmeye devam ediyoruz. PKK ve PYD ile mücadeledeki hatalar, Suriye konusundaki izlenen yanlış politikalar, bunların alnı secdedir, zarar gelmez düşüncesi ile FETÖ ye verilen taviz ve imtiyazın bugün nelere sebep olduğunu görüyoruz. Hükümetin ülke sorunlarının çözümünde gösterdiği en büyük hataları, her işi yarım bırakmasıdır. PKK sorununu çözebildik mi? Başlangıç da üç beş bin soysuz denilen bu teşkilat, zamanla beş binlere onbinlere ulaştı yetmedi. Irak’ın kuzeyinde devletlerini kurar hale geldi, oda yetmedi, Suriye’nin güneyine ve Suriye’deki petrol kuyularına çöktüğü gibi, ABD sayesinde 30-40 bin kişilik ordu kuracak hale geldiler. Ama kırk yıldan beri her hükümet bu sorunu çözmek için mücadele ettiğini söyledi. Her gün ve halen bombalar yağdırıyoruz ama hala kesin sonuç yok. Fırat’ın doğusunu PKK dan temizleyeceğiz diyerek yıllarca ekranlarda arzı endam edenler, dikkat ederseniz, şimdiler de sus pus olup mücadeleyi yarım bıraktı, PYD de artık iyice yerleşti. İdlip sorunu çözüldü dendi, ama bugünlerde yeni bir göç dalgası sınırlarımızı zorlar hale geldi.
Suriyeli göçmenlerin tekrar ülkelerine dönerek rehabilite edilmeleri hususu Birleşmiş Milletler dahil her platformda dillendirildi, ama bizler bu dünyadan göçeceğiz, onlar hala buradalar. İşin garibi çoğu da kök saldılar. Hükümetimiz bu işleri halletmiş olacak ki şimdiler de d oğu Akdenizde başgösteren petol ve doğalgaz sondajları düşmanlarımızı aynı safta birleştirdi. ülke meselelerinin çözümü hususunda hükümetin şuandaki pozisyonu, züccaciye dükkanına girmiş fil misali gibi. Her mesele kırlıp dökülmüş yarım bırakılmış, sonradan da toparlamaya çalışıyor. Ama nafile kırılan eşyayı eski haline getirmek mümkün değildir.
Bugüne kadar deniz nakliyatı İstanbul boğazından serbestçe yapıldığı için, şimdilerde dillendirilen Montrö Boğazlar sözleşmesi pek gündeme gelmedi. Ara sıra boğazdan geçen gemiler yalılara çarptıkça hatırlandı. Kanal İstanbul tartışmaları başlayınca, oturumlarda çokça dillendirilmeye başlandı. Hatta TC’nin ikinci adamı konumun da olan meclis başkanımız bile tartışmaları alevlendirmek için “Cumhurbaşkanın, montröyü iptal edebileceğini bile ifade etti. Eh montrö boğazlar sözleşmesini iptal edecek bir yetkisi olduğuna kabul ettiğimize göre, dünya liderimiz bir gece yarısı kararnamesi ile padişahlar da bile olmayan bir yetki ile Türkiye’nin taraf olduğu diğer bütün milletlerarası sözleşmeleri de kaldırma yetkisi var demektir. Bizi yönetenler öyle bir akıl tutulması yaşıyorlar ki, sanki ayakları yerden kesilmiş, ruhani varlıklar gibi hayal aleminde geziniyor gibiler. Böyle bir anlayışla devlet yönetilebilir mi? Bu güne kadar cereyan eden olayları akıllıca değerlendirecek olsak, Türkiye dış politika da bir türlü kendi rotasını – tespit edemedi. Kıblesini bazen ABD’ YE Bazen AB ye ara sıra da Rusya ya çevirmek suretiyle, bu üç güç arasında Rusya’ya çevirmek suretiyle, bu üç güç arasında zikzaklar çizdi. Kendi ülke ve milli menfaatlerini bir kenara bırakıp dış güçlerin güdümünde onların gölgesinden ayrılmayanların bu ülkeye verecekleri bir şey de olmaz. Bu sözleşme en fazla Türkiye yi ilgilendirir. Zira Türkiye nin ata yadigarı olan İstanbul ve Çanakkale boğazları üzerindeki hükümranlık haklarımızı kısıtlayan bir anlaşmadır. Boğazlar konusunda Lozan ın şartları veba hastalığı gibi gösterilmiş, Montröde ise Türkiye sıtmaya razı olmak zorunda kalmıştır. Kanal İstanbul yapılsın yaygaraları ile ortaya çıkanlar acaba Montrö Boğazlar sözleşmesini okuyup, kanal İstanbul’un yapımı halinde artılarını ve eksileri ile ileri de Türkiye’nin başına ne dertler açacağını hiç düşündüler mi? Pek zannetmiyorum. Bu zatlar anlaşmanın maddelerini dahi düşünerek ve analiz ederek okumamışlardır. Nereden okuyacaklardır ki? Montrö Boğazlar sözleşmesinin orijinal metni Türkiye’nin elinde değil, Fransız arşivindedir.
Büyüklükleri ile öğünen sayın büyüklerimize anlaşmanın asıl metnini gösterin desen, göstermezler. Anlaşmalarla borç ve yükümlülük altına giren benim, ancak sözleşme bana verilmiyor. Ne garip değil mi?
Devam edecek…