Bugünlerde çokça konuşulan ve alel acelei, parlemento ve komisyonlar da hayati meseleymiş gibi tartışılmadan ve kamu oyunda artı ve eksileri açıklanmadan, yangından mal kaçırır gibi alel acele meclisten geçirilmeye çalışılan bir Paris iklim sözleşmesi gündem de. Ülke ve insanımızın geleceğini ilgilendiren bu iklim yasası, kendi iç sorunları ile vakit geçiren ana muhalefet partisinden lehte ve aleyde bir ses duymadık. Zaten ana muhalefet partisinin ülkenin önemli meselelerine parmak bastığına veya dillendirdiğine de pek şahit olmadık. Onların bütün dertleri, daha seçimlere üç sene varken cumhurbaşkanı adaylarını tespit etmeye yönelik zamansız ve lüzumsuz hezeyanlarıdır. Eskilerin bir lafı vardır. “erken öten horozun başını keserler.” Atasözü şimdiler de ayniyle vaki oldu. Bu zamansız ve tutarsız ortaya çıkışları, sayın cumhurbaşkanının en büyük alternatifi haline gelen sayın Ekrem İMAMOĞLUNUN DA önünü kesti… bütün bu olaylardan sonra sayın İmamoğlunun tekrar adaylığı da pek mümkün görünmüyor. On beş milyonluk bir şehrin belediye başkanı, daha dava şartları oluşmadan deliller toplanıp incelenmeden alel acele tutuklanması, yukardan bindirme bir emirle olduğundan, hukuken aday yapılamayacağı, intibaını uyandırmaktadır. Göstermelik toplantılarla, kışkırtılan öğrenci ve parti üyelerinin ortaya dökülmesiyle sonuç da alınamaz, sadece parmaklıklar arasına insanların girmesine ve mağduriyetlerin artmasına sebep olursunuz. Seçimleri yenilemenin muhalefet olarak tek çaresi Anayasanın 116 maddesindeki şartları bulmaktır. Madde de yazılı nisabı bulsan bile, istifa konusunda millet vekillerini nasıl ikna edeceksin? Adam, beş yıllığına mükellef bir sofraya oturmuş, bu nimetlerinden vazgeçer mi?
Hükümet sessiz sedasız Paris iklim sözleşmesini komisyonlardan geçirmeyi başardı. Lakin bilhassa YRPartisi bu durumu sezinleyerek sözleşmesinin ülkemiz için nelere mal olacağını, ısrarlı bir şekilde kamu oyu ve medyada dillendirince, vatandaş uyandı. Akabinde STK LAR bu işe karşı çıktılar. Maymunun gözünün açıldığını gören iktidar, alelacele iklim yasası tasarısını komisyonlardan çekmek zorunda kaldı. Ancak iktidar, tasarısının kanunlaşması halinde Dünya sağlık örgütünden alacağı üç beş milyar dolayı, daha sonra münasip bir zaman da alabilirim hesabıyla, kanun tasarısını kadük etmedi. İleri de tekrar kullanmak amacıyla buzdolabında dondurdu.
Pekala Türkiye’yi bu iklim sözleşmesini kabule götüren süreç nasıl doğdu?
Bilindiği üzere Irak ve İran sekiz sene, haklı hiçbir neden yokken batılı ülkelerin kışkırtmaları sonucu, sekiz sene birbirleri ile savaştılar. Bu savaş her iki ülkenin ekonomilerini felç edip iflas noktasına getirince 1988 yılında ateşkes kararı aldılar. Ateşkesten sonra her iki ülke savaşın tahribatını gidermek ve çökmüş olan ekonomilerini düzeltmek amacıyla, ürettikleri petrole zam yapmaya başladılar. Bu sırada Kuveyt hasmane bir tutum takınarak petrolün varil fiyatları çok düşürdü. Irak da bunun üzerine Kuveyte asker göndererek işgal etti. Petrol kuyularını ele geçirdi. Ancak AB ve Avrupa ülkelerinin baskısı sonucu 1990 yılında geri çekilmek zorunda kaldı. Çekilirken de bütün petrol kuyularından çıkan petrolün bir kısmı denize akıttı, ham petrolün yanması sonucu çıkan dumanlarda gök yüzünü kirletmeye başladı. O günlerde meydana gelen, petrole bulanmış karabatak görüntüleri ve kapkara dumanlar hala sıcaklığını korumak da ve hatıralarımız da yer etmişti. Bu tarihten sonra mevsimler değişmiş, kış kışlığını, bahar baharlığını yapamamış, yer altı suları azalmaya başlamış, atmosfere salınan seragazının etkisi ile kutuplardaki buzullar yavaş yavaş erimeye başlamıştı. Bundan sonra dünyada “küresel ısınma” diye tabirler sık sık kullanılmaya başlandı. Aslında dünyadaki küresel ısınmasının tek sebebi Saddam’ın Kuveytteki petrol kuyularını ateşe vermesi değildi. Zira gelişmiş devletlerin devasa fabrikalarının bacalarından havaya yayılan dumanlar, gazlar atmosferin mevcut düzenini tepe taklak etmişti. Saddam’ın hareketi bahaneydi ve bardağı taşıran son damla olmuştu.
Devam edecek…
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
RECEP ACAR
PARİS ANLAŞMASI ve İKLİM YASASI (2)
Bugünlerde çokça konuşulan ve alel acelei, parlemento ve komisyonlar da hayati meseleymiş gibi tartışılmadan ve kamu oyunda artı ve eksileri açıklanmadan, yangından mal kaçırır gibi alel acele meclisten geçirilmeye çalışılan bir Paris iklim sözleşmesi gündem de. Ülke ve insanımızın geleceğini ilgilendiren bu iklim yasası, kendi iç sorunları ile vakit geçiren ana muhalefet partisinden lehte ve aleyde bir ses duymadık. Zaten ana muhalefet partisinin ülkenin önemli meselelerine parmak bastığına veya dillendirdiğine de pek şahit olmadık. Onların bütün dertleri, daha seçimlere üç sene varken cumhurbaşkanı adaylarını tespit etmeye yönelik zamansız ve lüzumsuz hezeyanlarıdır. Eskilerin bir lafı vardır. “erken öten horozun başını keserler.” Atasözü şimdiler de ayniyle vaki oldu. Bu zamansız ve tutarsız ortaya çıkışları, sayın cumhurbaşkanının en büyük alternatifi haline gelen sayın Ekrem İMAMOĞLUNUN DA önünü kesti… bütün bu olaylardan sonra sayın İmamoğlunun tekrar adaylığı da pek mümkün görünmüyor. On beş milyonluk bir şehrin belediye başkanı, daha dava şartları oluşmadan deliller toplanıp incelenmeden alel acele tutuklanması, yukardan bindirme bir emirle olduğundan, hukuken aday yapılamayacağı, intibaını uyandırmaktadır. Göstermelik toplantılarla, kışkırtılan öğrenci ve parti üyelerinin ortaya dökülmesiyle sonuç da alınamaz, sadece parmaklıklar arasına insanların girmesine ve mağduriyetlerin artmasına sebep olursunuz. Seçimleri yenilemenin muhalefet olarak tek çaresi Anayasanın 116 maddesindeki şartları bulmaktır. Madde de yazılı nisabı bulsan bile, istifa konusunda millet vekillerini nasıl ikna edeceksin? Adam, beş yıllığına mükellef bir sofraya oturmuş, bu nimetlerinden vazgeçer mi?
Hükümet sessiz sedasız Paris iklim sözleşmesini komisyonlardan geçirmeyi başardı. Lakin bilhassa YRPartisi bu durumu sezinleyerek sözleşmesinin ülkemiz için nelere mal olacağını, ısrarlı bir şekilde kamu oyu ve medyada dillendirince, vatandaş uyandı. Akabinde STK LAR bu işe karşı çıktılar. Maymunun gözünün açıldığını gören iktidar, alelacele iklim yasası tasarısını komisyonlardan çekmek zorunda kaldı. Ancak iktidar, tasarısının kanunlaşması halinde Dünya sağlık örgütünden alacağı üç beş milyar dolayı, daha sonra münasip bir zaman da alabilirim hesabıyla, kanun tasarısını kadük etmedi. İleri de tekrar kullanmak amacıyla buzdolabında dondurdu.
Pekala Türkiye’yi bu iklim sözleşmesini kabule götüren süreç nasıl doğdu?
Bilindiği üzere Irak ve İran sekiz sene, haklı hiçbir neden yokken batılı ülkelerin kışkırtmaları sonucu, sekiz sene birbirleri ile savaştılar. Bu savaş her iki ülkenin ekonomilerini felç edip iflas noktasına getirince 1988 yılında ateşkes kararı aldılar. Ateşkesten sonra her iki ülke savaşın tahribatını gidermek ve çökmüş olan ekonomilerini düzeltmek amacıyla, ürettikleri petrole zam yapmaya başladılar. Bu sırada Kuveyt hasmane bir tutum takınarak petrolün varil fiyatları çok düşürdü. Irak da bunun üzerine Kuveyte asker göndererek işgal etti. Petrol kuyularını ele geçirdi. Ancak AB ve Avrupa ülkelerinin baskısı sonucu 1990 yılında geri çekilmek zorunda kaldı. Çekilirken de bütün petrol kuyularından çıkan petrolün bir kısmı denize akıttı, ham petrolün yanması sonucu çıkan dumanlarda gök yüzünü kirletmeye başladı. O günlerde meydana gelen, petrole bulanmış karabatak görüntüleri ve kapkara dumanlar hala sıcaklığını korumak da ve hatıralarımız da yer etmişti. Bu tarihten sonra mevsimler değişmiş, kış kışlığını, bahar baharlığını yapamamış, yer altı suları azalmaya başlamış, atmosfere salınan seragazının etkisi ile kutuplardaki buzullar yavaş yavaş erimeye başlamıştı. Bundan sonra dünyada “küresel ısınma” diye tabirler sık sık kullanılmaya başlandı. Aslında dünyadaki küresel ısınmasının tek sebebi Saddam’ın Kuveytteki petrol kuyularını ateşe vermesi değildi. Zira gelişmiş devletlerin devasa fabrikalarının bacalarından havaya yayılan dumanlar, gazlar atmosferin mevcut düzenini tepe taklak etmişti. Saddam’ın hareketi bahaneydi ve bardağı taşıran son damla olmuştu.
Devam edecek…