Türkiye, Cumhuriyetle birlikte kadim ve kendine has medeniyetini bırakarak, batı medeniyetini kurtuluş reçetesi zannederek dört elle sarıldı. Bunun içinde batı diye, kendi iç hukukumuzu, düşünce yapımızı sosyal yaşam tarzı, idari düzenimizi velhasıl varoluş sebebimiz ne varsa, kendi benliğimizi dahi değiştirdik. Ama bu tam teslimiyet beklenen faydayı vermedi, aksine bizden olan ne varsa götürdü… Geleceğimizin teminatını batının değerleri ile kurtaracağımızı zannederken, her alanda büyük bir kıyım ve yıkım felaketi içine düştük. İnsanlarımızın refah ve gelişmişlik seviyesini, batılı modellere uydurursak, onları örnek alır da, devlete ve topluma yön verirsek kurtulacağımızı zannettik. Ama sonuç ortada bugüne kadar, bağlanmaya ve uygulamaya çalıştığımız, batılı değerlerle ne insanlarımızın dünyasını mamur edebildik ve ne de ahiretimizi kurtarabildik. Rahmetli hocanın ayaklarını, kollarını kestiği leylek misali ortada kaldık. Sonuç da ne olduk ve nede öldük. Cami ile kilise arasında sıkışıp kaldık. Bugün kendi benliğimizden uzaklaştığımız için, ülkemiz ve toplumun bütün kesimleri ile birlikte büyük krizler yaşıyoruz. Ülkemizi iflas noktasına getiren krizlerin kaynağında, kendimiz gibi olmayı bırakıp, başkaları gibi olmaya çalışmanın getirdiği kimlik bunalımı ve kültürel kirlenme yatmaktadır. Bugünlerde yaşadığımız, terör krizi, AB krizi, ve ABD ile aramızdaki krizler hep, bir türlü sona erdiremediğimiz, medeniyet içi çatışmamızın önlenemez sonucudur. Çünkü Türkiye, cumhuriyetle birlikte devam eden süreç de, kendine hayat veren can damarlarını kesti.
Günümüz Türkiye’sinde İslam medeniyetine bağlı olanlarla, buna karşı olanların hesaplaşmaları daha bitmedi. Cumhuriyetin ilk yıllarında, altıyüz yıllık Osmanlı Medeniyet anlayışını yıkmak isteyenlerin yaptıkları devrimler ve bu devrimlerin uygulanması noktasında, İslam medeniyeti taraftarları üzerinde büyük bir imha ve kıyım hareketine başladılar. Gayeleri eskiye ait bütün olumlu izleri silmek yok etmekti. Bunda kısmen de başarılı oldular. Uygulanan despot rejimleri sayesinde dayatmacı bir zihniyetle, Osmanlının kültürünü, manevi değerlerini silah zoruyla yok etmeye çalıştılar. Dayatmacı bu odaklar, seküler değerlerin millet nezdinde tutmadığını gördükçe, baskılarını daha da artırdılar. Onlara göre bu Cumhuriyetin sahibi sadece kendileri idi. Kendilerinden başka herkesi düşman ilan ederek, bugüne kadar iktidarlarını korudular. İktidarın elden gitmemesi içinde, bırakın manevi değerleri, bütün dünya milletleri tarafından kabul edilen evrensel değerleri dahi inkar ettiler. Devlet ve toplum üzerinde güçleri azaldıkça faşizme kucak açtılar, askeri ihtilalleri yaptırdılar. Ancak bu dayatmacıların baskı ve şiddetle yaptıkları değişimi, dış odakların başarması mümkün değildir. Bu amaçla son zamanlarda yerli işbirlikçileri kullanmaya başladılar. Kendilerinin İslam medeniyeti olarak algıladıkları, bugünkü, iktidarı alaşağı edebilmek için, basında, medyada, köşelerinde güya akıl dağıtan aydınları, Cihangir’de, Bebek’te, Boğaz’daki villasında içkisini yudumlayan bir sürü saksı kafalıları da kullanarak medeniyet değişimi gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Onlar biliyorlar ki yerli şer odaklarının yaptığını, yabancı odaklar başaramaz.
Devam edecek
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
RECEP ACAR
YILBAŞI KUTLAMALARI VE NOEL(1)
Türkiye, Cumhuriyetle birlikte kadim ve kendine has medeniyetini bırakarak, batı medeniyetini kurtuluş reçetesi zannederek dört elle sarıldı. Bunun içinde batı diye, kendi iç hukukumuzu, düşünce yapımızı sosyal yaşam tarzı, idari düzenimizi velhasıl varoluş sebebimiz ne varsa, kendi benliğimizi dahi değiştirdik. Ama bu tam teslimiyet beklenen faydayı vermedi, aksine bizden olan ne varsa götürdü… Geleceğimizin teminatını batının değerleri ile kurtaracağımızı zannederken, her alanda büyük bir kıyım ve yıkım felaketi içine düştük. İnsanlarımızın refah ve gelişmişlik seviyesini, batılı modellere uydurursak, onları örnek alır da, devlete ve topluma yön verirsek kurtulacağımızı zannettik. Ama sonuç ortada bugüne kadar, bağlanmaya ve uygulamaya çalıştığımız, batılı değerlerle ne insanlarımızın dünyasını mamur edebildik ve ne de ahiretimizi kurtarabildik. Rahmetli hocanın ayaklarını, kollarını kestiği leylek misali ortada kaldık. Sonuç da ne olduk ve nede öldük. Cami ile kilise arasında sıkışıp kaldık. Bugün kendi benliğimizden uzaklaştığımız için, ülkemiz ve toplumun bütün kesimleri ile birlikte büyük krizler yaşıyoruz. Ülkemizi iflas noktasına getiren krizlerin kaynağında, kendimiz gibi olmayı bırakıp, başkaları gibi olmaya çalışmanın getirdiği kimlik bunalımı ve kültürel kirlenme yatmaktadır. Bugünlerde yaşadığımız, terör krizi, AB krizi, ve ABD ile aramızdaki krizler hep, bir türlü sona erdiremediğimiz, medeniyet içi çatışmamızın önlenemez sonucudur. Çünkü Türkiye, cumhuriyetle birlikte devam eden süreç de, kendine hayat veren can damarlarını kesti.
Günümüz Türkiye’sinde İslam medeniyetine bağlı olanlarla, buna karşı olanların hesaplaşmaları daha bitmedi. Cumhuriyetin ilk yıllarında, altıyüz yıllık Osmanlı Medeniyet anlayışını yıkmak isteyenlerin yaptıkları devrimler ve bu devrimlerin uygulanması noktasında, İslam medeniyeti taraftarları üzerinde büyük bir imha ve kıyım hareketine başladılar. Gayeleri eskiye ait bütün olumlu izleri silmek yok etmekti. Bunda kısmen de başarılı oldular. Uygulanan despot rejimleri sayesinde dayatmacı bir zihniyetle, Osmanlının kültürünü, manevi değerlerini silah zoruyla yok etmeye çalıştılar. Dayatmacı bu odaklar, seküler değerlerin millet nezdinde tutmadığını gördükçe, baskılarını daha da artırdılar. Onlara göre bu Cumhuriyetin sahibi sadece kendileri idi. Kendilerinden başka herkesi düşman ilan ederek, bugüne kadar iktidarlarını korudular. İktidarın elden gitmemesi içinde, bırakın manevi değerleri, bütün dünya milletleri tarafından kabul edilen evrensel değerleri dahi inkar ettiler. Devlet ve toplum üzerinde güçleri azaldıkça faşizme kucak açtılar, askeri ihtilalleri yaptırdılar. Ancak bu dayatmacıların baskı ve şiddetle yaptıkları değişimi, dış odakların başarması mümkün değildir. Bu amaçla son zamanlarda yerli işbirlikçileri kullanmaya başladılar. Kendilerinin İslam medeniyeti olarak algıladıkları, bugünkü, iktidarı alaşağı edebilmek için, basında, medyada, köşelerinde güya akıl dağıtan aydınları, Cihangir’de, Bebek’te, Boğaz’daki villasında içkisini yudumlayan bir sürü saksı kafalıları da kullanarak medeniyet değişimi gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Onlar biliyorlar ki yerli şer odaklarının yaptığını, yabancı odaklar başaramaz.
Devam edecek