Hava Durumu

#Kriz

Yeni Marmara Gazetesi - Kriz haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Kriz haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

"Her yıl yaklaşık 200 bin kişi kalp krizi geçiriyor"  Haber

"Her yıl yaklaşık 200 bin kişi kalp krizi geçiriyor" 

Beslenmenin kalp sağlığını korumanın en temel ve etkili yollarından biri olduğuna dikkat çeken Kardiyoloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Doğaç Okşen, "Ne yediğimiz, kalp-damar sistemimizin nasıl çalışacağını doğrudan etkiler. Sağlıklı bir beslenme düzeni; kan basıncını dengeler, kolesterol seviyelerini kontrol altında tutar, kan şekerini düzenler ve damar sertliğini önler. Dengeli ve bilinçli bir beslenme tarzı; yalnızca kalp hastalıklarını önlemekle kalmaz, mevcut risk faktörlerinin de kontrol altına alınmasına yardımcı olur" dedi.  Medical Park Bahçelievler Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Doğaç Okşen, 14-20 Nisan Kalp Sağlığı Haftası dolayısıyla sağlıklı bir kalp için yapılması gerekenler konusunda açıklamada bulundu.  Kalp hastalıklarından korunmanın büyük ölçüde mümkün olduğunu belirten Dr. Öğr. Üyesi Okşen, "Kalp-damar hastalıklarının çoğu, yaşam tarzıyla doğrudan ilişkilidir ve risk faktörleri kontrol altına alınarak önlenebilir ya da geciktirilebilir. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre kalp hastalıklarının yaklaşık yüzde 80'i önlenebilir niteliktedir. Kalp ve damar hastalıkları dünyada ve Türkiye'de ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer almaktadır. Ancak bu tablo kader değil. Uygun yaşam tarzı değişiklikleriyle kalp hastalıklarının büyük kısmı önlenebilir" diye konuştu.  "30'lu yaşlarda kalp krizi vakaları arttı"  Kalp hastalıklarının genellikle 50 yaş üstünde sık görüldüğünü söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Okşen, "Ancak son yıllarda hareketsiz yaşam tarzı, kötü beslenme ve stres nedeniyle 30'lu yaşlarda da kalp krizi vakaları artmaktadır. Diyabet, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği gibi risk faktörleri erken yaşta ortaya çıkarsa, hastalık da daha erken kapıyı çalabiliyor. Genelde erkeklerde kadınlara kıyasla kalp hastalığı riski daha yüksektir. Erkeklerde kalp hastalıkları genellikle daha erken yaşlarda başlar (özellikle 45 yaş sonrası). Kadınlarda ise menopoz sonrası koruyucu östrojen etkisinin azalmasıyla risk artar (genellikle 55 yaş sonrası belirginleşir). Yani kadınlar da özellikle 50 yaş sonrasında dikkatli olmalıdır" dedi.  "Her yıl yaklaşık 200 bin kişi kalp krizi geçiriyor"  İstatistiki verilerden bahseden Dr. Öğr. Üyesi Okşen, "Türkiye'de kalp hastalıkları ciddi bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir. 2024 yılı itibariyle TÜİK ve Türkiye Sağlıkta Hizmet Derneği (TSHD) verilerine göre, her yıl yaklaşık 200 bin kişi kalp krizi geçirmektedir. Kalp-damar hastalıkları, tüm ölümlerin yüzde 36'sını oluşturarak ülkemizdeki en yaygın ölüm nedenlerinden biri olma özelliğini korumaktadır" şeklinde konuştu.  "Kalp sağlığını olumsuz etkileyen durumlar"  Kalp sağlığını olumsuz etkileyen birçok faktör bulunduğunu kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Okşen, şu bilgileri paylaştı:  "Bu faktörler kontrol edilebilen ve edilemeyen riskler olarak ikiye ayrılır. Kontrol edilebilir risk faktörleri, yaşam tarzı değişiklikleriyle önlenebilir veya azaltılabilir. Bunların başında sigara kullanımı gelir. Sigara, damarların daralmasına, kanın pıhtılaşmasına ve kalp krizinin kolaylaşmasına neden olur. Yüksek tansiyon (hipertansiyon), damar iç yüzeyine zarar verir ve kalbi zorlayarak kalp yetmezliğine zemin hazırlar. Yüksek kolesterol ise damar duvarlarında plak birikimine neden olur ve damarların tıkanmasına yol açar. Diyabet hastalarında damar hasarı daha hızlı geliştiği için kalp hastalığı riski önemli ölçüde artar. Ayrıca fazla kilo ve obezite; kan basıncını, kolesterolü ve insülin direncini artırarak kalp sağlığını tehdit eder. Hareketsiz yaşam tarzı, kalbin dayanıklılığını azaltır ve kilo alımına neden olur. Sağlıksız beslenme (özellikle fazla tuz, şeker ve doymuş yağ tüketimi), kalp-damar sağlığı üzerinde olumsuz etkiler oluşturur. Aşırı alkol tüketimi ritim bozukluklarına ve kalp kası zayıflığına yol açabilir. Kronik stres ve kötü uyku düzeni de kalp sağlığı üzerinde baskı oluşturur, kortizol düzeylerini artırarak tansiyonu yükseltebilir."  "Aşırı tuz tüketimi kalbin daha fazla çalışmasına neden oluyor"  Beslenmenin, kalp sağlığını korumanın en temel ve etkili yollarından biri olduğunu dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Okşen, "Ne yediğimiz, kalp-damar sistemimizin nasıl çalışacağını doğrudan etkiler. Sağlıklı bir beslenme düzeni; kan basıncını dengeler, kolesterol seviyelerini kontrol altında tutar, kan şekerini düzenler ve damar sertliğini önler. Buna karşılık, sağlıksız beslenme alışkanlıkları kalp hastalıklarının temel nedenlerinden biri olarak kabul edilir. Kalp dostu bir diyet; sebze, meyve, tam tahıllar, baklagiller, sağlıklı yağlar (özellikle zeytinyağı ve Omega-3 yağ asitleri) ve az miktarda doymuş yağ içeren besinlerden oluşmalıdır. Lif oranı yüksek gıdalar kolesterolün emilimini azaltır. Trans yağlar ve aşırı doymuş yağ içeren işlenmiş gıdalar ise kötü (LDL) kolesterolü artırarak damar tıkanıklığına neden olabilir. Aşırı tuz tüketimi, vücutta sıvı tutulumuna ve yüksek tansiyona yol açar; bu da kalbin daha fazla çalışmasına neden olur. Şekerli içecekler ve yüksek glisemik indeksli gıdalar ise obezite, insülin direnci ve diyabet riskini artırarak kalp hastalıklarına zemin hazırlar. Aynı zamanda fazla kilo, kalbin yükünü artırır ve kalp yetmezliği gelişimini kolaylaştırabilir. Sonuç olarak, dengeli ve bilinçli bir beslenme tarzı; yalnızca kalp hastalıklarını önlemekle kalmaz, mevcut risk faktörlerinin de kontrol altına alınmasına yardımcı olur. Sağlıklı beslenme bir tedavi değil, bir önleme stratejisidir ve kalp sağlığı açısından vazgeçilmezdir" ifadelerini kullandı.  Dr. Öğr. Üyesi Okşen, kalp krizi riskini azaltacak 10 öneriyi şöyle açıkladı:  "Sigarayı bırakın: Sigara içmek kalp krizi riskini 2–4 kat artırır. Sigarayı bırakmak, riski kısa sürede azaltır.  Düzenli egzersiz yapın: Haftada en az 150 dakika orta düzey (tempolu yürüyüş, bisiklet) egzersiz yapın. Fiziksel aktivite, damar elastikiyetini artırır ve kolesterolü dengeler.  Sağlıklı beslenin: Sebze, meyve, tam tahıllar ve sağlıklı yağlar içeren Akdeniz tipi beslenmeyi tercih edin. Trans yağ, fazla tuz ve şekerden kaçının.  Tansiyonunuzu kontrol altında tutun: Yüksek tansiyon (hipertansiyon), damar hasarına ve kalp krizine yol açabilir.  Tansiyonunuzu düzenli ölçtürün, gerekirse ilaç tedavisini aksatmayın.  Kolesterol ve trigliserit seviyelerinizi takip edin: Yüksek LDL (kötü kolesterol) ve düşük HDL (iyi kolesterol) düzeyleri risk oluşturur. Doymuş yağları azaltarak ve lifli besinleri artırarak kolesterolünüzü dengeleyin.  Kan şekerinizi kontrol edin: Diyabet hastalarında kalp krizi riski 2–4 kat daha fazladır. Düzenli kan şekeri ölçümü, sağlıklı beslenme ve ilaç kullanımı önemlidir.  Stres yönetimi yapın: Kronik stres, kalp ritmini ve tansiyonu bozarak riski artırabilir. Meditasyon, nefes egzersizleri, hobi edinme gibi yöntemlerle stresle baş edin.  Yeterli ve kaliteli uyuyun: Günde 6–8 saat düzenli uyku, kalp sağlığını destekler. Uyku apnesi gibi rahatsızlıklar varsa mutlaka tedavi edilmelidir.  Aşırı alkol, ritim bozukluğu ve yüksek tansiyon riskini artırabilir.  Düzenli sağlık kontrollerinizi yaptırın: Kalp sağlığı için kan basıncı, kolesterol, EKG ve gerekirse efor testi gibi rutin kontrolleri aksatmayın." 

Kalp Krizinde 7 Adımda İlk Yardım Haber

Kalp Krizinde 7 Adımda İlk Yardım

Türkiye'de her yıl ortalama 300 bin kişi kalp krizi geçiriyor. Bu sessiz ama ölümcül tehlike, her yaş grubundan insanı etkisi altına alıyor. Memorial Antalya Hastanesi Kardiyoloji Bölümü'nden Uz. Dr. Nuri Cömert, alınması gereken önlemler ve kalp krizi anında yapılması gerekenler hakkında bilgi verdi.   Dünya Sağlık Örgütü'nün son verilerine göre Avrupa'nın en genç nüfusa sahip ülkelerinden biri olan Türkiye'de kalp krizlerinin beşte biri erken yaşta gerçekleşiyor. Sağlık sorunları arasında yüzde 42'lik oranla kalp krizi ilk sırada yer alıyor. Türkiye'de bir numaralı ölüm sebebi olan hastalıklar söz konusu olduğunda; şu anda herhangi bir kalp ve damar hastalığı olsun ya da olmasın riskin, herkes için geçerli olduğunu belirten Kardiyoloji Uzmanı Dr. Nuri Cömert, "14-20 Nisan Kalp Sağlığı Haftası" nedeniyle; kalp krizlerine yol açan risk faktörlerine karşı alınması gereken önlemler ve kalp krizi anında yapılması gerekenler hakkında bilgi verdi.  Cömert, kalp damar hastalıklarının herkes için gündem olması gerektiğini ve önlenebilir hastalıklar arasında olduğunu, düzenli kontroller sayesinde kalp krizi ve ölüm oranlarının düşürülebileceğini söyledi. Türkiye'de modern yaşamın insanları aktif bir yaşam sürdürmekten alıkoyduğunu ve bu yaşamın getirdiği hareketsizliğin kalbi doğrudan etkilediğinin altını çizen Cömert, "20 yıl önce sadece 60 yaş üstü hastalarda kalp krizi görülürken; düzensiz beslenme, hareketsiz yaşam tarzı ve bilgisayar, akıllı telefon gibi elektronik cihazların kullanımının artması nedeniyle artık 45 yaş altı kişiler de kalp krizi geçirebilmektedir. Modern yaşam artık insanları aktif bir yaşam sürmekten alıkoymakta ve bu yaşamın getirdiği hareketsizlik doğrudan kalbi etkilemektedir" dedi.  "Sigaradan uzak durun, kalp krizi riskini yüzde 50 azaltın"  Kalp damar sağlığı konusunda yapılan en büyük yanlışların başında ise hiç kalp hastası olunmayacağının düşünülmesi geldiğini vurgulayan Cömert, "Genetik risk faktörlerinin farkında olmamak ve sigara kullanmak da diğer yanlışların başında gelmektedir. Sadece sigarayı bırakmak bile kalp krizi riski yüzde 50 azaltılabilir. Aktif bir yaşam benimsemek, düzenli ve dengeli beslenmek, sağlık kontrollerini aksatmamak ve iyileştirilmiş bir yaşam tarzını benimsemek ile kalp krizinin sizden uzak durmasını sağlayabilirsiniz. Kalp damar hastalığı riskinizi öğrenmek için şu sorulara cevap verin; 'kötü huylu kolesterol ve kan şekeri seviyeniz nasıl' ve 'tansiyon değerlerinizi biliyor musunuz?' Bu sorulardan herhangi birine yanıtınız 'hayır' ise öncelikle sadece bu değerleri öğrenmek için bir uzmana başvurun" şeklinde konuştu.  "Kalp krizi geliyorum der"  Kalp hastalıklarının önlenebilir hastalıklar grubunda olduğunu söyleyen Uz. Dr. Nuri Cömert, "Temel testler sonrası bulunduğunuz risk grubuna göre doktorunuz muayene ve kontrol sıklığını belirleyecektir. Yüksek riskli gruptaki kişilere yıllık kontroller önerilirken, düşük risk grubundaki kişiler için kontrol aralıkları uzun tutulabilir. Kalp hastalıkları önlenebilir hastalıklar grubundadır. Erken teşhis edilen ve kalbinizin korunmuş olduğu durumdaki tedaviler son derece başarılı sonuçlar vermektedir. İstirahat halinde, göğüs orta hattında huzursuzluk, ezici, baskı veya yanma tarzında bazen sol kola, sırt ve omuza yansıyan ağrı hissediyorsanız kalp krizi geçiriyor olabilirsiniz. Ani gelişen nefes darlığı, soğuk terleme ve ölüm kaygısı da kalp krizi habercisi olabilir. Kimi zaman kalbin alt yüzeyini besleyen damar tıkanıklarında ilk şikayet bulantı, kusma ve baygınlık hissi olabilir" ifadelerini kullandı.  "İlk yardım eğitimi alın"  Kalp krizinin zamana karşı bir yarış olduğunun altını çizen ve ilk 3 dakikanın önemli olduğunu söyleyen Cömert, "Kalp krizinin belirtilerini bilmek ve farkında olmak erken müdahalenin temel esasıdır. Kalp krizi öncesi hissedilen göğüs ağrısının farkında olmak erken tanı ve tedavi açısından bir şans olabilir. Kalp krizinde en önemli durum kalp ve solunum durmasıdır. Ailesinde kalp hastalığı olan bireylerin ilk yardım eğitimi almaları, kalp masajı ve yaşam desteği durumunda müdahaleyi bilmeleri önemlidir. Kalp hastası olan kişiler ilaç listesi yapmalı ve bunu yanında bulundurmalıdır. Kendinizin veya yakınınızdaki birinin kalp krizi geçirdiğini düşünüyorsanız mutlaka hemen 112 Acil çağrı numarasıyla profesyonel destek istenmelidir. Varsa kişiye hemen aspirin verilmeli ve çiğnemesi sağlanmalıdır. Kişi oturtulmalı veya yatar duruma getirilmelidir. Kıyafetler sıkıysa gevşetilmelidir. Kişinin derin ve yavaş nefes alıp vermesi sağlanmalıdır. Kişiyi öksürtmek nabız farklılığı hissedildiğinde faydalı olabilir. Kalp krizi geçiren kişi yalnız bırakılmamalı, aralıklı olarak bilinç ve solunum durumu kontrol edilmelidir" dedi.   

"Sanayi atıkları, tarımsal ilaçlar, kimyasal maddeler ve evsel atıklar, su kaynaklarına karışarak suyun kalitesini bozdu" Haber

"Sanayi atıkları, tarımsal ilaçlar, kimyasal maddeler ve evsel atıklar, su kaynaklarına karışarak suyun kalitesini bozdu"

Tatlı su kaynaklarımızın, artan kirlilik ve yanlış yönetim nedeniyle kritik bir eşikte olduğunu belirten Uluslararası Kriz Araştırmaları Merkezi (USKAM) araştırmacısı Doç. Dr. Uğur Karadurmuş, "Sanayi atıkları, tarımsal kimyasallar ve bilinçsiz tüketim, suyun kalitesini hızla düşürüyor" dedi.   Türkiye’de tatlı su kaynaklarının, ciddi kirlenme tehdidi altında olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Uğur Karadurmuş, sanayi atıkları, tarımsal ilaçlar, kimyasal maddeler ve evsel atıkların, su kaynaklarına karışarak suyun kalitesini bozduğunu söyledi. Bu durumun hem içme suyu olarak kullanılabilirliği azalttığını hem de ekosistem dengesini bozarak biyolojik çeşitliliğin kaybına yol açtığının altını çizen Doç. Dr. Karadurmuş, "Artan nüfus, plansız kentleşme ve yetersiz altyapı ise suyun sürdürülebilir yönetimini zorlaştırmakta, kirlenme riskini daha da artırmaktadır" diye konuştu.  Bu sorunun çözümü ile ilgili bilgi veren USKAM araştırmacısı Doç. Dr. Uğur Karadurmuş şunları söyledi;  "Su kaynaklarının korunması, yalnızca çevresel bir mesele değil, aynı zamanda insan sağlığı ve geleceği açısından hayati bir konudur. Kirlenen su, su kaynaklı hastalıklara yol açarak insan hayatını tehdit ederken, tarım ve sanayide de ciddi sorunlara sebep olmaktadır. Bu sebeple, su kaynaklarının etkin yönetimi ve kirliliğin önlenmesi, ekosistemlerin korunması ve insanlığın sağlıklı bir hayat sürdürebilmesi için kaçınılmaz bir zorunluluktur. Tatlı su kaynaklarının tükenmesi ve kirliliği, günümüzde küresel ölçekte giderek büyüyen bir krizdir. Artan nüfus, iklim değişikliği, sanayileşme ve yanlış su yönetimi, tatlı su kaynakları üzerindeki baskıyı her geçen gün artırmaktadır. Ne yazık ki Türkiye de bu sorundan muaf değildir. Türkiye, coğrafi çeşitliliğine rağmen tatlı su kapasitesi açısından sınırlı kaynaklara sahiptir. Yıllık kişi başına düşen su tüketimi bin 500 metreküpün üzerindedir ve tatlı su kaynaklarının yüzde 70’ten fazlası tarım sektöründe kullanılmaktadır. Artan nüfusa ek olarak, tarımsal sulama, endüstriyel faaliyetler ve şehirleşme, su kaynaklarının sürdürülebilirliğini tehdit ederken gelir ve tüketim düzeylerindeki artış ve gıda ürünlerine olan talebin artması da her geçen gün su kaynakları üzerinde ek baskı oluşturuyor. Endüstriyel, kentsel ve tarımsal atıklar sebebiyle bir zamanlar hayati öneme sahip olan Ergene, Büyük Menderes ve Nilüfer gibi nehirler toksik su yollarına dönüştürmüştür. Bazıları, en ciddi kirlilik seviyesi olan 4. derece kirli olarak sınıflandırılmıştır. Örneğin Ergene Nehri, sanayi atıklarıyla aşırı yüklenirken, Uludağ’ın temiz sularından doğan Nilüfer Çayı, Bursa’dan geçtikten sonra çözünmüş oksijen seviyesini neredeyse tamamen kaybederek balıklar dahil sucul yaşam için elverişsiz hale gelmiştir."  İklim değişikliği yağış düzenlerini değiştirmekte, kuraklık sıklığını artırmakta ve genel su kullanılabilirliğini azaltmakta olduğunu ifade eden Karadurmuş, "Sıcaklıkların yükselmesi ve hava şartlarının daha öngörülemez hale gelmesi, Türkiye’nin zaten kıt olan su kaynaklarını yönetme konusunda daha büyük zorluklarla karşılaşmasına neden olmaktadır. En acil endişelerden biri tarım sektöründeki su talebinin artmasıdır. Küresel nüfus büyümeye devam ettikçe, gıda üretimine olan talep de artmaktadır. Araştırmalar, 2050 yılına kadar tarımsal su kullanımının iki katına çıkması gerekebileceğini öne sürmektedir. Ancak, verimsiz sulama teknikleri gereksiz su tüketimine ve israfa yol açmaktadır. Ancak, kriz ne kadar ciddi olursa olsun, kontrol edilemez değildir. Stratejik müdahalelerle teknolojik yenilikler, politika reformları ve sürdürülebilir uygulamalarla kriz hafifletilebilir. Asıl mesele, bu krizin yönetilebilir olup olmadığı değil, harekete geçme ihtiyacının ne kadar hızlı fark edileceğidir. Şayet gerekli önlemler ne kadar hızlı alınırsa, Türkiye ve dünya genelinde tatlı su kaynaklarının daha sürdürülebilir ve güvenli bir geleceğe taşınması sağlanabilir" dedi.  Su kirliliğiyle mücadelede başarının anahtarı, devlet, özel sektör ve bireylerin ortak sorumluluk üstlenmesi olduğunu belirten Karadurmuş, "Bu sorun, tek bir nedene indirgenemeyecek kadar karmaşıktır. Ancak, koordineli ve kararlı bir yaklaşımla bu gidişatı tersine çevirmek mümkündür. Su kirliliği yalnızca bir çevre sorunu değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal sürdürülebilirliğin de temel taşlarından biridir. Bu nedenle, devletin öncülüğünde, özel sektörün desteğiyle ve bireylerin bilinçli katılımıyla bir dönüşüm sağlanmalıdır. Ancak bu şekilde su kaynaklarımızı koruyabilir ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakabiliriz. Su kirliliğinin önlenmesinde güçlü ve kararlı devlet politikaları şarttır. Ancak yalnızca yasalar çıkarmak yeterli değildir; bu yasaların etkin bir şekilde uygulanması ve caydırıcı yaptırımlarla desteklenmesi gerekir. Endüstriyel atıkların sıkı denetimi, tarımsal kimyasalların kontrollü kullanımı ve atık su arıtma tesislerinin yaygınlaştırılması, su kirliliğiyle mücadelenin temel taşlarıdır" şeklinde konuştu.  Su kaynaklarının korunmasına yönelik uzun vadeli sürdürülebilir yönetim stratejileri oluşturulması gerektiğini ifade eden Karadurmuş, "Bu stratejiler toplumun tüm kesimleriyle paylaşılmalıdır. Diğer taraftan sanayi ve tarım sektörlerini de kapsayan özel sektör büyük ölçüde gerek sorunun ortaya çıkmasında gerekse sorunun çözümünde sorumludur. Bu nedenle özel sektör, üretim süreçlerini çevre dostu hale getirmek, su tasarrufunu teşvik eden teknolojilere yatırım yapmak ve atık yönetimi konusunda sorumluluk almak zorundadır. Sürdürülebilir üretim anlayışı sadece çevreye katkı sağlamakla kalmaz, uzun vadede ekonomik faydalar da sunar. Ayrıca, büyük şirketler sosyal sorumluluk projeleri aracılığıyla toplumu bilinçlendirmeli ve su kirliliği konusunda farkındalık oluşturmalıdır. Toplumsal bilinç olmadan su kaynaklarını korumak mümkün değildir. Günlük yaşamda bilinçli su kullanımı, geri dönüşüm alışkanlıkları ve doğaya zarar vermeyen temizlik ürünlerinin tercih edilmesi gibi basit ama etkili adımlar, su kirliliğinin önlenmesine büyük katkı sağlar. Aynı zamanda bireyler, kamu politikalarının daha sıkı uygulanmasını ve çevre dostu uygulamaların teşvik edilmesini sağlamak için toplumsal baskı unsuru olmalıdır" diye konuştu. 

Tavuk tüyleri ve yumurta kabuklarından kıyafet tasarladılar! Manken edasıyla podyumda yürüdüler Haber

Tavuk tüyleri ve yumurta kabuklarından kıyafet tasarladılar! Manken edasıyla podyumda yürüdüler

Yumurta kabukları, yem çuvalları, tavuk tüyleri, yumurta violleri gibi atık malzemelerle kendi hayal gücünü kullanarak elbise tasarlayan öğrenciler çevre kirliliğine ve su krizine dikkat çekti. Birbirinden farklı kıyafetlerle podyuma çıkan öğrenciler izleyicilerden tam not aldı. Hastavuk her yıl Ekim ayının ikinci Cuma günü tüm dünyada kutlanan Dünya Yumurta Günü’nde anlamlı bir etkinliğe imza attı. Yumurtanın besleyici değerine, faydalarına dikkat çekmek, tüketimi arttırmak ve teşvik etmek için kutlanan güne bir anlam daha katarak çevre kirliliği ve su krizine dikkat çeken Hastavuk, tavuk tesisinde tavuk atıklarından defile gerçekleştirdi. Zübeyde Hanım Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Moda Tasarım ve Çocuk Gelişimi öğrencileri kendi hayal güçlerini kullanarak boyanmış tavuk tüyleri, kesilmiş yumurta violleri, yem çuvalları, yumurta kabukları gibi pek çok atık kullanarak kıyafet tasarladı. Öğrencilerin 1 ay boyunca emek sarf ederek hazırlandığı defile izleyicilerden büyük beğeni topladı. TÜRKİYE YILDA ORTALAMA 22 MİLYAR YUMURTA ÜRETİYOR Türkiye’nin yumurta üretiminde ilk 10 ülkeden biri olduğunu açıklayan Hastavuk Damızlık Genel Müdürü Müfit Yavuz, “Her yıl Ekim ayının 2. Cuma günü kutlanan Yumurta Günü kutlu olsun. Yumurtanın önemini vurgulamak için oluşturulan bu günde aslında dünyanın en sağlıklı, ülkemizin de en önemli protein kaynaklarından biri olan yumurtanın vurgulanmasını hedefliyoruz. Bugün güzel bir okuldan kızlarımızın defilesini seyrettik. Aslında burada vurgulamaya çalıştığımız yumurtanın her alanda hem insan sağlığı açısından hem de ekonomi anlamında ülkemiz kaynaklarına olan faydalarını bir kez daha vurgulama imkanı bulduk. Arkadaşlara teşekkür ediyorum. Çok güzel bir defile oldu. Türkiye dünyada yumurta üretiminde ilk 10 ülke arasında yer alan, yaklaşık 110 milyon yumurta popülasyonuna sahip, yılda 22 milyar yumurta üreten, bunun yaklaşık yüzde 30’unu ihraç eden bir ülke. Gıda sektörünün pandemi döneminde ne kadar önemli bir sektör olduğunu gördük. Kendi kendimize yetebilir halde olup aynı zamanda da ülke ekonomisine ihracatla katkı sağlayan çok değerli bir sektör. Yumurtanın faydaları anlamında bakacak olursanız da aslında saymakla bitmez ama ülkemizin en önemli protein kaynağı olmasının yanı sıra içeriğindeki bir takım bileşenlerle ülke insanının sağlıklı yetişmesini, çocuklarımızın beyinsel fonksiyonlarının gelişiminde, göz sağlığında, vücudun günlük ihtiyacı olan proteini sadece tek bir yumurtayla sağlayabildiğimiz oldukça önemli bir besin kaynağı. Çocukluğumuzdan beri söylenen günümüzde önemi iyice ortaya çıkan günde en az bir yumurta tüketmenin ne kadar önemli olduğunu olduğunu bir kez daha görmüş olduk” ifadelerini kullandı. “ÖĞRENCİLERİN MESLEKİ ADIMLARINDA ÇOK ÖNEMLİ BİR GELİŞME OLDU” Etkinliğe katkı sağladıkları için mutluluk duyduğunu belirten Zübeyde Hanım Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Okul Müdürü Gündüz Korucu, “Öncelikle dünya yumurta günü kutlu olsun. Hastavuk tarafından okulumuza böyle bir etkinlik teklif edildiğinde çok heyecanlandık. Çünkü öğrencilerimiz farklı bir ortamda kendi tasarladıkları ürünleri sergileme fırsatı buldular. Öğrencilerin mesleki adımlarında çok önemli bir gelişme oldu. Öğrencilerimiz sosyal sorumluluk duygusu kazandılar, hem de kendi özgüvenlerini bir adım daha taşımış oldular. Multidisiplinler arası bir yaklaşımla hem moda tasarım öğrencilerimiz hem de çocuk gelişimi öğrencilerimiz kendi yeteneklerini ortaya koymuş oldular. Böylelikle bizde bu etkinliğe katkı sunmaktan mutluluk yaşamış olduk” dedi. “BESLEYİCİ DEĞERİ OLAN YUMURTANIN HİÇBİR ŞEYİ ATILMAZ” Yumurta kabuklarının birçok alanda fayda sağladığını söyleyen Prof. Dr. Mustafa Tayar, “Her sene dünya gıda günü, yumurta günü gibi farklı günler kutlanır, bu sene Dünya Gıda Gününün teması ‘Gelecek için yumurta’ oldu. Yumurtanın besleyici yönü konuşulurken bu günlerde ihmal edilen bir konu var, çevre kirliliği ve su krizi konularına dikkat çekmek adına öğrencilerimiz sadece atıklardan oluşan kıyafetlerle atıkların atık olmadığını, değerlendirilebileceğine vurgu yaptılar. Bunlardan gelinlik yaparak ‘çuval giyse yakışır’ sloganını hak ettiler. Yumurtanın besin değerini yıllardır konuşuyoruz. Bizim çöpe attığımız yumurtanın kabukları var. Yumurta kabukları evlerde temizlikte kullanılabilir, cilt maskesi hammaddesi noktasında mükemmel bir güzellik unsuru, bunun dışında kuşların beslenmesine katılabilir. İyice kaynatıldıktan sonra ufalanarak kuş yemlerine karıştırılabilir. İnsan gıdası olarak da kullanma şansımız var. Yumurta kabukları iyice haşlanıp mikropları öldürüldükten sonra ufalanarak yemeklere katılabilir, bu sayede vücudun kalsiyum ihtiyacı karşılanabilir. Bu seneki sloganımız ‘besleyici değeri olan yumurtanın hiçbir şeyi atılmaz kabuğu bile değerlendirilir’. Temizlikte, cilt bakımında, beslenmede mükemmel bir takviyedir” şeklinde konuştu.

Hamas saldırısı İsrail için son 50 yılın en büyük krizi Haber

Hamas saldırısı İsrail için son 50 yılın en büyük krizi

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Adaletli bir barışın kaybedeni olmaz" sözünü hatırlatan Pirinççi, Türkiye'nin geçmişten gelen tecrübelerine dayanarak her iki devlet arasında ve bölgede sükunetin sağlanması adına orta vadede yapıcı bir arabuluculuk yapabileceğini söyledi. İsrail ordusu ile Hamas arasında yaşanan çatışmalar 5'inci gününe girdi. Bölgede tansiyon yükselirken, İsrail hükümeti 1973 yılından 50 yıl sonra resmen 'savaş hali' ilan etti. Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi ve SETA Akademi Direktörü Prof. Dr. Ferhat Pirinççi yaşanan olaylar hakkında yaptığı değerlendirmede Hamas'ın uzun bir süre üzerinde durduğu planı uyguladığını ve İsrail'in hazırlıksız yakalanıp panik halinde kararlar aldığına dikkat çekti. "TÜRKİYE’NİN GİRİŞİMLERİ OLABİLİR" Prof. Dr. Pirinççi, Türkiye’nin çevresinde yaşanan Rusya-Ukrayna ve Ermenistan-Azerbaycan savaşlarının ardından patlak veren İsrail-Filistin savaşında bölgede tansiyonu düşürmek istediğini belirtti. Türkiye’nin arabulucu olarak 2 tarafla girişimleri olabileceğini söyleyen Pirinççi, "Türkiye’nin en başından beri savunmuş olduğu şey özellikle dondurulmuş çatışmalar başta olmak üzere, birçok sorunun suhuletle çözülmesi ve dolayısıyla sürdürülebilir bir barışın oluşması. Özellikle Filistin sorunu konusunda Türkiye geçmişte de arabulucu olarak yapıcı bir aktör olarak devreye girmişti. Türkiye’nin girişimleri ile 2008’de Suriye ile İsrail arasında bir barış anlaşması arifesine gelinmişti. Filistin’deki işgal politikası bu anlamda Türkiye’nin itiraz ettiği bir şeydir. Eylül ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda Filistin'de 2 devletli çözümden bahsetmişti, taraflara çağrı yapmıştı. Uygulama açısından bakıldığında uluslararası hukuk da bunu gerektiriyor. Bundan sonraki süreçte çevresindeki krizlerle beraber olumsuz etkilenmek istemeyecek. Bu nedenle taraflara itidalli olmaları çağrısında bulundu. Beraberinde Dışişleri Bakanının taraflarla yapmış olduğu bazı görüşmeler var. Kısa vadede hemen değil ama orta vadede Türkiye’nin de yapıcı bir arabulucu olarak en azından bu krizin etkilerinin azaltılması ve bölgedeki tansiyonunun düşmesini sağlaması noktasına bazı girişimleri olabilir, etkin bir rol oynayabilir. Sonraki aşamada ise Filistin sorununda kalıcı çözümün biraz uzağında olduğumuzu düşünüyorum. Bu nedenle Türkiye şu aşamada tansiyonun düşürülmesi ve tekrar o eski sükunetin sağlanması konusunda yardımcı olabilir" şeklinde konuştu. "BU SALDIRI İSRAİL ADINA SON 50 YILIN EN BÜYÜK KRİZİDİR" Savaşın çıkış noktasının İsrail'in Hamas'ı Gazze'de abluka altına alması olduğunu söyleyen Pirinççi, "Son çatışmaların en büyük sebebi Filistin’de sürdürülebilir bir barışın tesis edilmemiş olması" dedi. İsrail’in bölgede sergilediği tutumun Filistin sorununu biraz daha ön plana çıkardığını belirten Pirinççi, "İsrail, Gazze’de Hamas’ın sıkıştırılması ve Hamas’ın uzun yıllar süren ablukasına uluslararası toplumların ses çıkarmaması ile beraber bu politikasını devam ettirebileceğini düşündü. Hamas daha önce yaptığı bazı saldırılar ve operasyonların ardından bu kez çok kapsamlı bir plan yaptı. Hamas ne kadar hazırsa İsrail de o kadar hazırlıksız yakalandığı ortamda saldırı gerçekleştirdi. Bu saldırı her şeyden önce İsrail güvenlik politikası, savunma politikası açısından en az son 50 yılın krizidir diyebilirim. İsrail’in temelde 2 tane önceliği var. Birincisi eğer bir savaş olacaksa bu savaşı düşman topraklarına yığmak. İkincisi de karşı tarafa o kadar ağır bir bedel ödetmek ki bu ağır bedel karşısında bir daha böyle bir saldırıya maruz kalmamak. Geçmişte baktığımızda 2 asker için Lübnan’ı işgal ettiğini biliyoruz. Bu kez Hamas çok farklı yönlerden öyle farklı bir saldırı yaptı ki İsrail’in 1973 savaşında karşı karşıya kalamadığı kadar büyük bir krizle karşı karşıya kalmasına sebep oldu. Aradan geçen 2 günde her ne kadar Gazze’ye 500’den fazla hava saldırısı gerçekleştirmiş, Gazze’de 500’e yakın Filistinli şehit edilmiş olsa da İsrail hala şokta. Bu şoku atlatmasının ardından bir hasar kontrolü ardından Hamas’a karşı verilecek cevabı bulmaya çalışacak. Muhtemelen bu cevap çok ağır bir cevap olacak. Bu da bölgede yeni krizlerin ortaya çıkmasına, mevcut krizin çok daha büyüyerek bütün bölgeyi etkilemesi potansiyelini içeriyor" ifadelerine yer verdi. "HİZBULLAH’IN DEVREYE GİRME İHTİMALİ VAR" Hamas militanlarının Gazze’ye yapılacak herhangi bir saldırı ihtimaline karşı İsrail vatandaşlarını Gazze’de rehin aldığını söyleyen Pirinççi, İsrail’in Gazze’ye muhtemel bir kara operasyonu sonrası Hizbullah’ın da savaşa dahil olma ihtimali olduğuna dikkat çekti. Hizbullah’ın müdahale ihtimali sonrası bölgede yaşanan olayların daha büyük boyutlara ulaşabileceğini ifade eden Pirinççi, "İsrail’in normal şartlar altında yoğun bir seferberliğe gitmesi çok zor. İsrail’in temel savunma politikalarının bir tanesi savaşı olabildiğince kısa sürdürmek. İsrail tarafından savaş ilan edildi, bunun için on binlerce kişi seferber etti. Yedekleri göreve çağırdı. Bu yedeklerle normal şartlar altında İsrail’in sivil hayatında ekonomisine etkin kişiler. İsrail’in böylesine yoğun bir seferberliği kısa sürede bitirmek zorunda olduğunu kendisi de biliyor. Hamas geçmiştekilerin tersine birkaç tane füze atıp sonrasında İsrail’in karşılık vermesiyle değil çok sayıda İsrailliyi öldürmesi, çok sayıda askeri öldürmesi ve beraberinde rehin alması söz konusu. Rehine olarak binden fazla kişiden bahsediliyor, bu da İsrail’in operasyonunu zora sokacak bir şey. Çatışmaların 3. gününde Gazze’den hala İsrail’e giden roketler var. Bu roketler hedefini vursa da vurmasa da oluşturduğu siren sesleri psikolojik bir harp taktiğidir ve İsrail’in toplumsal direncini düşüren bir özelliktir. Bir an evvel İsrail buna bir çözüm bulmak zorunda. En ideal çözüm tarafların bir an önce masaya oturup ateşi kesip, esir takası ve belki ardından barış görüşmelerine gidilmesi. En ideal çözüm budur. Ama İsrail böyle bir şey önerirse çok daha fazla açık verebileceğini düşündüğünden muhtemelen çok ağır bir karşılık vermek isteyecektir. Bu karşılığın bazı riskleri var. Her şeyden önce şu an Batı Şeria’da aktif olmamış Filistinli gruplar var. Gazze’deki Hamas’ın saldırısına tam destek anlamında sokağa çıkmamış olan Filistinliler var, bunların sokağa çıkma ihtimali var. Bu grupların çatışmalara müdahil olma ihtimali var. İsrail’in kendi içinde yaşayan Filistinli Araplar var. Bu Filistinli Araplar da birkaç sene önce İsrail’in bazı uygulamaları yüzünden doğrudan Yahudi yerleşimcilerle çatışmaları söz konusu olmuştu, böyle bir risk var. İsrail’in Gazze’ye kara operasyonu yaparsa Hizbullah’ın devreye girme ihtimali var ki bu da artık meseleyi Filistin’in ötesine taşır. Hizbullah’ın devreye girmesi Suriye’deki iç savaşta bazı tarafların buraya yönelmesi ihtimali var. Dolayısıyla bölgenin istikrarı açısından çok riskli bir gelecek bizi bekliyor. Ama en ideal çözüm, bir daha belirtmek isterim ki Hamas’la İsrail’in masaya oturması, başta esir ve rehinelerin takası olmak üzere İsrail hapiste tuttuğu yüzlerce gencin karşılığında Hamas’ın esir aldığı kişilerin takası noktasında, sonrası geçici bir ateşkes ve beklide barışı getirecek adımların atılması olabilir. Barış sürecinde sona ulaşabilir miyiz emin değilim ama Hamas ile İsrail arasında uzlaşma olması şart. Aksi takdirde bölgede çok daha ciddi krizler ortaya çıkabilir" dedi.

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
Yeni Marmara Gazetesi En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.